Öyle bir coğrafyadayız ki... Dünyanın düğüm noktası... Her tarafla, her devletle, her milletle, her kültürle, her kıta ile irtibat halinde olmayı gerektiriyor. Ve her yerle, her yönle, herkesle ittifaklar kurma imkânı veriyor... Hattâ mecbur ediyor. Napolyon, "Dünyanın başkenti bir tane olacaksa o İstanbul'dur" diyor. Sadece böyle bir şehre sahip olmak bile cihanşümul düşünmeyi ve hareket etmeyi gerektirir. Sadece İstanbul'un, "dünyanın kilidinin" yükleyeceği sorumluluk bile, bunu anlamaya yeter. Böyle bir coğrafyada yaşayan millet, hele bir de buna uygun tarihe sahipse, büyük düşünmek, büyük olmak, ona göre kuvvetli olmak, denge ve otorite kurmak zorundadır. Bizim kaderimiz, "ya hep, ya hiç". Bütün devletleri bölmeye uğraşıyorlar. Parçalamadan yutmak mümkün değil. Irak, Suriye, Lübnan bölündü bölünecek... Suudi Arabistan sırada... Nereye doğru uzanacaklarını bilmek zor değil. Böyle bir coğrafyada kuvvetli olmak, hayatta kalmak için şart... Hattâ mümkün olanlarla, nerede olurlarsa olsunlar, ittifak yapmak bile şart. Hele bir de birleşmenin bütün şartları müsait ise...
Coğrafya bizi büyük olmaya mecbur ediyor...
Bir yabancı, 'Türk milletinden bahsetmeden, hiçbir millet kendi tarihini yazamaz ve böyle ikinci bir millet de yoktur' diyor... Büyük devletler, büyük kahramanlıklar, büyük şahsiyetlerle dolu bir tarih... Büyük fetihler... Büyük zaferler... Büyük olaylar... Büyük değişiklikler... Büyük yaslar...
Sadece Müslüman olmamız, Fransız İhtilâli'nden daha mühim bir hadise... Dünya için de... İstanbul'un fethi keza... Sadece İslâm âlemi değil, dünya için de... Sadece bunun farkına varsak yeter. Lider olmamız, cihan devleti olmamız... Yanılgılar, yenilgiler, hatalar, ihanetler... Hepsi birlikte muhteşem bir tecrübe... Böyle bir tecrübe, bir akvaryuma hapsedilebilir mi?
Verilen nimetler, bizi büyük olmaya mecbur ediyor...
Dün, meselâ Tac Mahal, Mostar Köprüsü, Hicaz suyolları, Süleymaniye gibi eserleri başaran irade ve kudret, bugün kalitesiz ve seviyesiz "yapıtlara" benim diyerek insan içine çıkmamalı.
Her sahada verdiğimiz eserler, bizi büyük olmaya mecbur ediyor...
İslâm dünyasının lideri ve hâmisi olmuş bir millet, meselâ Suriye'ye ne halin varsa gör diyebilir mi?
Tek kelimeyle kurtuluş yolu Necip Fazıl
Türk milleti, bütün tarih boyunca kaderinin devamlı ihtar ve ifşa edişleriyle meydanda olduğu gibi, ya olunca her şey olmaya, yahut olamayınca hiçbir şey olmamaya memur, ulvî ve çetin bir nasibe mazhardır; ve bu şanlı nasibin sert hükmünde, Türk milleti için, arslanın maiyetindeki karakulaklardan (tilki, çakal, sırtlan vesaire) biri olmaya mahsus, ikisi ortası bir muvazenecilik yoktur. O, bizzat arslan gibi, ya ormanların hâkimi, yahut kafeslerin mahkûmu kalacak; birinci halde karakulaklar onun sığıntısı, ikinci halde de, o, karakulakların maskarası diye yaşayacaktır.
Birliğimizi daim eyle Dergi Editörü
Kardelen, "Türk birliği" konusunu ele aldığı 107. Sayısıyla karşınızda.
Üstad, "İdeolocya Örgüsü" isimli baş eserinin henüz ilk sayfalarında, eseri ve fikirleri etrafında ortaya çıkabilecek vehimleri kovmak için şu cümleye yer verir; "En ulvî tecrid ve mânâlandırmalara, çok defa en süflî teşhis ve maksatlandırmalar musallattır." 30 yıl ve 107 sayılık külliyatımız, nereye dayandığımızı, fikrimizin kaynağını hiçbir şüpheye yer vermeyecek bedahette izah etmesine rağmen, bizi bilmeyen, tanımayanların aklına "Türk birliği" deyince gelebilecek "ırkçı, faşist" vehimlerini ortadan kaldırmak adına Veda Hutbesinden her biri kıyamete kadar hükmünü icra edecek şu hadislere yer vererek sohbete başlamayı uygun buldum.
Türkün kimliği Site Editörü
Kimlik deyince hepimizin aklına nüfus kâğıdı gelir. Nüfus kâğıdında veya yeni hali ile kimlik kartlarında kişiyi işaret eden isim, soyisim bilgileri yanında fotoğraf, doğum yeri ve tarihi gibi bilgiler de yer alır. Ama kişinin kendisi bu bilgilerden çok daha fazlasıdır. Bir varlığın ismi o varlığın kendisi değildir, isim o varlığı işaret eden bir "şeydir".
Yazarımız İlkay Coşkun’un yeni kitabı basıldı. Hayırlı uğurlu olsun… Okuyanı, istifade edeni bol olsun…
“İç Hatlar”, İlkay Bey’in yayınlanmış yedinci eseri. Bu kitabıyla aynı anda basılan “+ Uç” isimli şiir kitabı dışında, 2008-2018 yılları arasında yayınlanmış dört şiir ve bir deneme eseri daha bulunuyor.
“eyerleri berkitilen atların/ dağ yollarında rahvanız/ acılar kaç odalı/ kaç oda da biz varız/ kızıl elmamız bizim dağlardır/ bilmezler ki/ savaşları hep atlar kazanır/ bunu ancak hızlı koşanlar anlar.”
Türk birliğinin temellerinde; Türk düşüncesi, Türk örf, adalet ve hukukunun yanı sıra, kültür, coğrafya, dil, din, tarih gibi konuları ihtiva eden çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Üsküp’ten, Rumeli’den, Balkanlar’dan Kerkük’e, Kırım’a, Türkistan&...
Dışarısı büyük bir fırtınaya gebeydi. Evin içinde duyulan uğultu
lardan belliydi şiddeti. Fırtına öncesi sessizlikte olan kuşlar, korkuyla saçakların altına tünemişlerdi. Benim içimdekine benzer bir bekleyiş içerisindeydiler hepsi. Rüzgâr önce derinden bir soluk çekiyor içine, ardından da göz hizamda olan karşı sokağa öfke ile üflüyordu. Dışarıda az da olsa kalan insanların, savrulmamak için sokağın demirbaşlarına tutunma çabalarını izledim bir süre. Hayat hep bir mücadele hep bir telâş.
Gelecek sayı (108) konusu, 15.02.2021 tarihinde sitemizden (kardelendergisi.com) ilân edilecek.
Eserler, 08-21.03.2021 tarihleri arasında, “Kardelen’de yayınlanması talebiyle” Word dosyası olarak (kardelen@kardelendergisi.com) adresine gönderilmeli. Bu tarihler dışında ve başka adreslere gönderilenler, dikkate alınmayacak.
Üniversite hayatım, 1994-1998 yılları arasında Ankara’da geçti. 4 yıl boyunca devlet yurdunda, Cebeci Erkek Öğrenci Yurdunda kaldım. Orta Asya’dan gelen pek çok Türk öğrenciyi bu vesileyle tanıma imkânım oldu. Doğru veya yanlış, hem fert plânında hem de meydana getirdikleri topluluklar hakkında bir kanaat sahibi oldum.
Azerbaycan Türk’ü Vugar, oda arkadaşımızdı. Ankara’nın soğuğunda rahatsızlanınca, Vugar, bugün alternatif tıp denilen kimyasal ilâç harici yöntemlerle tedavi tavsiyesinde bulunur, hattâ bizzat tedaviyi uygulardı. Şi...
Bir Hint öyküsünde şöyle geçer; 10 arkadaş hayatlarında ilk kez yolculuğa çıkarlar. Belirli bir vakit yol aldıktan sonra herhangi bir sıkıntı var mı diye birbirlerini saymaya karar verirler. Saydıkları her seferde sayı 9 çıkmaktadır, halbuki yola 10 kişi olarak çıkmışlardır. Her bir kişi tek tek sayar, sayı yine 9’dur. Kaybolan kişiyi de bir türlü bulamazlar, sanki herkes orada gibidir. Bir türlü anlayamadıkları husus ise şudur, sayan kişilerin tümü kendini saymayı unutuyordu.
Sanatımızın, özellikle şiirimizin şu andaki seviyesini güneş ışığının yokluğuna mı, yoksa ondan gelen ışığın yansımasını engelleyip, bizi suni bir güneş tutulmasıyla karşı karşıya bırakanlara mı bağlamalı?..