Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     3181 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Çivi
Fatma Pekşen

  Sayı: 74 - Ekim / Aralık 2012

Güneş, hafta sonu mahmurluğunu yaşayan mahallenin üstüne gittikçe artan bir şiddetle hararetini boca ederken, yamru yumru evlerin kıpırtısız sükûnetini, dut ağacının gölgesindeki küçük bir çocuk bozuyordu.

Sekiz on yaşlarındaki bu nahif vücutta ilk dikkat çeken şey baş olup, kuluçkadan yeni çıkmış uçuk sarı, -hatta beyaz denebilecek nitelikteki- civcivlerin tüylerini andıran ipeklerin mevcudiyetiyle, ciddi bir şey düşünmekte olan alnını gölgeleyerek, çocuk yüzüne şirinlik veriyordu.

Önce, alnını kaşlarına kadar kapatan kâkülünü sarsarak, dut ağacının bir kısmını yola taşıran yüksek duvara baktı, sonra da sabahtan beri sık sık gözünün takıldığı kırmızı taksiye... Buna benzemeliydi elindeki de. Az bir şey kalmıştı. Kaç gündür hayâlini kurduğu tel arabasını birazdan bitirecekti.

“Bizim bağlar buradır

Gülü sıra sıradır

Gelen murat almasın

Gözüm ardım sıradır”

Sabahın ilk saatlerinden beri güneşin sarı boya vurduğu kapı önünde, duvar gerisinden anasının mânilerini dinleyerek ciddiyetle uğraşıyordu.

Kapı önüne mahsus çıkmıştı. Kırmızı taksinin sahibi Bıyıksız Ömer Efendi görsün, “afferin len, ne güzel yapmışsın” desindi. Bir kere olsun bindirmemişti onu arabasına. Geçen yaz ayağını köpek ısırdığında bastığı yaygarasını duymazlıktan gelip başını çevirmiş, “ben kan görmeye dayanamam. Taksi çağırın” demişti. Niye böyle insanlardan kaçıyor, Fırıncı Adil Amca gibi, Müezzin Halit Hoca gibi, mahallenin çocuklarıyla konuşmuyordu, anlamış değildi.

Nüfustan emekli koskoca Hayri Bey bile, kapı önünde kendisine tesadüf edince, büyük adamlara hitap ettiği gibi, “Selâmün Aleyküm Turhan. Ben görmeyeli bayağı büyümüşsün. Ne işler yapıyorsun? Derslerin nasıl? Anneannenin romatizması nasıl oldu? Annenin işlerine yardım ediyor musun?” gibisinden sözler söylüyordu da Bıyıksız Ömer Efendi niye böyle somurtup duruyordu?

“Bağa girdim üzümsün

Yârim iki gözümsün

 Zannetme ki unuttum

 Gece gündüz sözümsün”

Oğlan elindeki penseyi yere bırakıp, duvar gerisinden gelen sesi dinledi tekrar. Bir seferinde anası, “rahmetli babanla evlenmeden evvel Ömer Ağabey beni çok istemişti. Ne ben istedim onu,  ne de anamgil... onun için kin güdüyor” demişti ama olsun. Kendisinin suçu neydi ki? Hem Bıyıksız Ömer Efendinin kendi yaşlarında çocukları vardı; hâlâ niye eski meseleyi deşsindi ki? Kırmızı yüzlü, güleç karısı ne kadar iyiydi. Çocuklar sokağa ellerinde bir yiyecekle çıkacak olsa onları paylar, bir parça da kendi eline tutuştururdu. Sahi, ona niye Bıyıksız Ömer Efendi demişlerdi ki?

“Kerpiç kerpiç üstüne

Çıkmam kerpiç üstüne

Kırk yıl kocasız kalsam

Varmam kuma üstüne”

Çocuk gururla baktı arabasına. Kalın telden bin bir güçlükle kıvırarak yaptığı arabasının tekerlerinin birbirine uyması için ne kadar gayret sarfetmişti. O kadar uğraşmasına rağmen, tekerler birazcık farklı ebatlarda olsa da önemli değildi.

Bir iki sızlanıp, tel almak için anasının eteğine yapışıp Tamirci Hüseyin Amcanın dükkânına götürdüğü gibi, bir de Marangoz Hasip Amcanın oğlunu tavlayıp, arabanın üstüne kasa kondurdu muydu, değme keyfine... Kurmalı arabasına el sürdürtmeyen Cenk'in bile ağzı açık kalırdı.

Suluboyayla kasasını kamyon karoserleri gibi boyar, nakışlar, hattâ adını yazardı. Anneannesi ara sıra öteki sokağa pideye gönderdiği zaman, eskisi gibi nazlanmaz, uçarak, koşarak gider gelirdi ki kimse zaptedemezdi. Sıcak pideyi gazeteye sarıp kasaya yerleştirdiği gibi, arabasını beşinci vitese takıp, köşeleri hızla dönerek eve gelir, o çok sevdiği fırın, ekşi hamur kokusu doldurduğu ciğerlerini, evlerinin kapısında boşaltırdı.

Kâküllerini sarsarak tekrar ağaca baktı. Kaç gündür güzel melodilerini dinlediği bülbül yoktu yerinde. Anneannesinin, “dut yemiş bülbül gibi suskun” sözü geldi aklına. Sahi, bülbül dut yediği için mi suskundu bu aralar? Ama dutlar daha olgunlaşmamışlardı ki?

Oturduğu duvar dibinden seyrettiği, koca gövdeli dut ağacının haşin yeşil saçlarının uzandığı gök ona, kocaman mavi suratlı bir adammış gibi geldi. Kör jiletle tıraş olmuş şişko suratlı, mavi tenli adamın kesiklerine sanki buluttan pamuklar yapıştırılmıştı. İçinden güldü.

Gözü kaldırım taşına takıldı. Kırmızı taksi kendi tel arabasını merakla süzüyor gibiydi. Uzunca bir parçaya direksiyon telini kıvırıp dört tekerin uygun yerine monte etti miydi daha hiçbir sorunu kalmayacaktı. Herkesin işine koşacaktı. Bıyıksız'ın karısı bile istese, koşarak ekmek getirecekti bununla.

O da ne! Kırmızı taksinin arka tekeri yere mi inmişti ne? Ömer Amcaya haber vermeliydi bunu! Bugün cumartesiydi. Belki geç kalkmış, kahvaltısını ediyor olabilirdi ama olsun. Güneş iyice kızdırmadan lâstiği değiştirirdi hiç değilse... Belki de haber verdiği için sevinir, teşekkür eder, hatta tamirden sonra arabasına bindirip küçük bir tur attırırdı.

Elindeki malzemeleri oracığa bırakıp taksiye doğru ilerledi, eğilip lâstiğine doğru baktı. Evet, yanılmamıştı. Çiviye, tele benzer bir şey batmıştı. Bu haberi çabucak yetiştirmeliydi sahibine. Başını kaldırıp eve doğru gitmeye niyetlenirken, daha bir adım atmamıştı ki... Evin kapısından çıkan adamı gördü ve zınk diye olduğu yerde kaldı. Adam da onu görmüştü.

Ömer Amca arabanın arka lâstiği patlamış! Çivi girmiş galiba...

Adam kayıtsız tavırlarla yaklaştı, eğildi alta doğru baktı; elini beline dayayıp sokağı kolaçan etti. Gözü karşı kaldırımdaki, çocuğun tel arabasına, malzemelerine takıldı. Bir iki yutkundu, gözünü merakla kendisine dikmiş olan çocuğa, kaşlarını çatarak:

Bugüne kadar niye çivi batmamıştı hiç? Sen etmiş olmayasın sakın?

Çocuk, kâkülünün altına minik boncuklar dizen güneşin varlığına rağmen, buz gibi olduğunu farketti.

Tebrik, teşekkür, tamir ve minik bir tur... Sonra, sonra da kocaman bir hayâl kırıklığı... İçi burkuldu.

Yerine geri oturup, direksiyonunu kıvırarak eklediği son parçayla arabasını bitirdiğinde, kırmızı taksinin hasetle kendi tel arabasını süzdüğünü hissetti. Arabanın sahibi ise sırtını kendisine dönmüş, homurdanarak patlak lâstiği yedeğiyle değiştiriyordu.

Dut ağacının üstünden bülbül ötüşünü işitince minik yüreği sevinçle hopladı. O da ne! Yüzü kesiklerle dolu mavi suratlı adama bir de pala bıyık mı eklenmişti ne? Hem de ne biçim bir bıyıktı bu. Gözünü dikip seyretmeye başladı. Pala bıyık gittikçe genişledi... Ablak suratta kocaman bir gülücük haline geldi.

Bülbül, “boşver be Turhan, üzülme” diye şakırken, pala bıyıklı, kesiklerle dolu surat, “senin arabanın tekerine hiçbir zaman çivi batmayacak” diye fısıldadı.

Anası, duvar gerisinden çamaşırları silkeleyerek asarken, yeni bir mâniye daha başlamıştı. Gülümsedi oğlan. İçi kıpır kıpırdı. Öyle ya; onun arabasının lâstiğine hiçbir zaman çivi batmayacaktı.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Armudun Son Çiçeği... - Sayı 115
Cılga... - Sayı 112
Gönül hanım... - Sayı 110
Hastalığın adı ne?... - Sayı 108
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Sanatımızın, özellikle şiirimizin şu andaki seviyesini güneş ışığının yokluğuna mı, yoksa ondan gelen ışığın yansımasını engelleyip, bizi suni bir güneş tutulmasıyla karşı karşıya bırakanlara mı bağlamalı?..
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13190690
 Bugün : 4705
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606180
 Bugün : 177
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 100
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim