Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     1572 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Kedi
Çetin Tarı

  Sayı: 83 - Ocak / Mart 2015

Ne ayrılmayı ne de anlaşmayı beceremiyorlardı…

Melankolik, yazma hastalığına kapılmış ve artık damarlarında varoluş korkusu kök salmaya başlamış orta yaşlı bir erkek ve henüz üniversiteyi bitirmiş, taze bir yaprak gibi dünyada savrulmak derdinde olan ve uzak olduğu ölüm korkusu henüz içinde filizlenmemiş gencecik bir kadın...

İstemedikçe kızın ailesi aralarındaki yaşanmış yıl farkından dolayı erkeği, daha da kıymetli göründü kıza aşk ve bağlandı iyice isyan dürtüsüyle karışık; ‘Hayat onundu, istediğini yapar ve istediğini seçerdi, kime ne?’

Hakkını da yememeli. Yakışıklı kara yağız ve herkese dert olan yaşını da göstermeyen biriydi erkeği, sadece önlerden açılmıştı saçları biraz. Kültürlü ve bakımlıydı da üstelik hem işi de vardı; daha ne olsundu?

Derken ikna etti kız ailesini ve karar verildi evlenmelerine. Yazın tam ortasına denk geldiği için o Ramazan, hemen bayram ertesine nikâhlanacaklardı ve nitekim küçük kırgınlıklar içindeki nikâh arifesi sonlandı ve evlendiler nihayet.

Fakat ‘herkese olan kendilerinin de başına geldi.’ diye düşündü adam; mutsuzdu…

Yalnız mutlu olunamayacağını, mutluluğun dışarıdaki bir şey ya da kimseye bağlı olmaması gerektiğini bilecek kadar da çok okumuştu aslında.

Velhasıl daha çok okumaya ve yeni bulaştığı yazma belasına daha çok kaptırmaya başladı kendini, zira çok sonra rastlayacağı bir kitapta öyle söylüyordu evlilik üzerine soran bir öğrencisine Sokrates;  ‘’Kesinlikle evleniniz. Karınız iyiyse mutlu, değilse filozof olusunuz…’’

Farkındaydı aslında… Kendini bulmak, hatalarını görebilmek ve tek taraflı olsun düzeltmek adına yazıyordu sabahlar boyu ve hem de ‘ayakaltında dolaşmamış oluyordu’ kadının deyimiyle. Böylece her an göz göze gelip artık taraf olmak istemediği kavgalara karışmamak adına da ayrı bir dünya yaratmıştı kendine…

Suçlunun kim olduğunu aramıyor olsak da belirtmeli ki erkek kadar kadın da hatalı görünüyordu dışarıdan...

Gençliğinin verdiği acemilik ve istenilen düzeyde olmayan ama halinden memnun entelektüel alt yapı, aynı şeylerden bahsediyor olsalar de erkeğin kabuğuna sinip uzun süreler boyu iletişime girmediği sessiz protestolara dönüşüyor ve bu kısır döngü kadını, ‘erkeğin kendisini her an terk etmeye hazırlandığına’ dair asılsız ve onu daha saldırgan yapan, yıpratıcı sanrılara sevk ediyordu.

Çok şey okumuş ve kendince pek çok şey biliyordu erkek. ‘Bir kadını değil bir hayatı seçersin’ demişti kitapları başlarda ve yine çok özendiği mutlu bir yuva hayali üzerine yaşayamadığı her ne varsa günden güne, hasreti artmış ve o da evlenmeye karar vermişti nihayet.

Ama rast gele bir seçim değildi yaptığı; kısa zaman olsa da tanışalı, bu kızı sevmiş ve aradığı huzuru onda bulacağını hissetmişti.

Genç kadın, enerjisini almıştı adının. Tüm dünyayı kedere boğacak kadar duygusaldı Duygu. Adamın en nefret ettiği şeydi ağlaması ve artık bir şey ifade etmemeye de başladığından aralarındaki son tolerans köprüsü de lime lime çürümeye terk edilmişti.

Belki de en kötüsü birbirlerine ‘iyi geceler bile demeden uyumalarıydı’ artık.

Sihirli bir değnekti bekledikleri ama böyle değildi hayat; Kaygısız bir soğukkanlılık içinde zayıf olan bağları koparmaktan yanaydı o.

Tahminlerinden uzun süre bir arada kalabilmelerinin sebebine gelince… Anlayamayacaksınız belki ama onlar tamamen farkındaydılar. Aralarında kalan tek bağ oydu; uzun tüylü, grili siyahlı ve yüzü bembeyaz…

İlk zamanlar ‘o soğuk Aralık ayının karlı günlerinde sokakta kalmasın, iyi havalarda dışarıda yatmaya devam eder’ mantığıyla içeri aldıkları tüy yumağı Boncuk, daha sonra bir stres savma ve aralarında birbirlerine aktarmayı beceremedikleri sevginin bir nevi yansıtıcısı olmuştu.

Onu gerçekten seviyorlardı ve aslında sevmeyi beceremeyen insanlar olmadıklarının, aslında tüm suçun karşıdakinde olduğunun ve yine aslında Boncuk gibi insanı boğmadan insana sokulabilen uysal, anlayışlı bir varlığa karşı gerçekten sevgi ile yaklaşabileceklerinin ispatıydı kedileri.

Erkek için yazmak yaşanmamış anlardan intikam aracı haline dönüşmüştü ve sürekli odasına kapanıp öykü ya da roman kahramanları ile beceremediği insani meziyetleri deneyimlemeye çalıştığı, mutlu kişisel gelişim paradoksları yaratıyordu kendine ve tabi Boncuk bu zamanlarda yanı başındaki sandalyede oluyordu hep.

Kadın ise doldurmayı başaramadığı bom boş dünyasında başından ayrılmadığı sinemanın o hep güzel ve o hep yakışıklı insanlarının sunduğu romantik hayallerin sadece sessiz bir izleyicisi olabildiği için isyan ediyordu, ailesini dinlemeyip onunla birlikte yaşamayı seçmiş olan kendine.

Neyse ki boncuk vardı da gönlünü alıyordu her defasında. Hem sevmekten anlayan bir varlık bulunması delirmesini önlüyordu belki de; ‘nasıl yaşanabilirdi ki bu kadar ilgisiz?’

Anlaşılan hayatlarında bulunan tek güzel şeydi Boncuk. Her ikisi de sevginin kuruyan çatlaklardan sızıp yok olduğu evlerinde kalan tek diyalogun kediyle olduğunu ve o olmasa nasıl bir buhrana düşüp nasıl birbirleriyle karşı karşıya kalacaklarını hayal bile edemiyorlardı doğrusu ve hattâ tek korkuları artık, evlerinin hemen önünden geçen nispeten işlek o uğursuz caddeydi…

Bin bir zahmet evlerinin arka bahçeye açılan bodrum katından dışarı çıkarıyorlardı boncuğu ve o dışarıdayken neredeyse her on dakikada bir yolunu gözleyip çağırıyorlardı başına bir şey gelmesin ya da kuşların peşine takılıp yolun karşısına geçmesin diye.

Boncuk da akıllıydı elbet hem de ne akıl, hiçbir kediye benzemezdi nazı, zarafeti... Çok nadirdi caddeden karşıyı geçişi. Eğer ki içi giden o kuş sesine artık karşı koyamamışsa veya mahallede sürekli artan kedi nüfusuna yeni ve oyuncu bir ufaklık katılıp da aklını çelmemişse o gün karşıya geçmiyordu hiç.

Boncuğun tek kusuruydu kuşlar. Hayvanları her ikisi de çok sevmesine rağmen onun bu huyuna alışamamışlardı bir türlü; her çeşit maması, hazır sosisi, kaynatılmış tavuk ciğeri vardı. Hâlâ niye kuş avlamaya çalışıyordu ki?

İlişkilerinde ise, düzeleceğini düşünüyordu her şeye rağmen aslında erkek ve belki Duygu da her şeyin. Ve ‘Ilık bir bahar yağmuru gibiydi belki de onlar için aşk, ıslanmalarına rağmen yine de durmasını istemedikleri.’

Ama nafile, olmuyordu işte kabul edilmeli, alışamıyorlardı bir türlü birbirlerine ve bu yüzden bir çocuk da getiremiyorlardı akıllarına ama neyse ki Boncuk vardı.

Komşuları anlayamıyordu bir hayvanın bu kadar sevilebileceğini ve içten içe gülüyorlardı onlara; ‘insanlar nasıl bir çocuk gibi kendilerini bir kediye bu kadar kaptırır ve onu bu kadar sevebilirdi ki? Hele ki erkek? Normal değildi bu. Normal değildi bunların psikolojisi, bitmeye mahkûmdu kısa süre sonra evlilikleri. Besbelli sevgisizlik ya da inat bir çocuğa döndürmüştü hayvanı onlar için paylaşamadıkları, birbirlerinden bile kıskandıkları…’

Adamın kediyi sevmesi normal olmayan hayatının en normal şeyiydi oysa. İlk olarak Boncuğu kısırlaştırmış olması, hiç yavrulamamış ve asla yavruları olmayacak bu hayvana karşı vicdan azabı ile karışık yoğun bir sevgi ve hayvanın başka her türlü mutlu olabilmesini sağlamaya çalıştığı yoğun bir takıntıya dönüşmüştü sonradan.

Diğer yandan küçük yaşta ailesini kaybetmiş ve adamakıllı bir aile düzeni görmemişti ömrü boyunca. Onu yetiştiren teyzesi ile kendisini büyütürken pek çok kediye sahip olmuşlardı hep ve o da çok alışmıştı bu yüzden kedilere. Sokaklardan eli yüzü çapaklı, viyaklayan ve hastalıklı kedileri eve getirip onlara bakacak yer ararken ya da dışarıda kalanların başlarına neler gelebileceğine üzülerek az uykusuz kalmamıştı geceler boyu.

Sonuçta kendisinin de açıkta kalmasına ramak kalmamış mıydı? Bir teyzesi olmasa ne yapardı?

Tam olarak itiraf edemiyordu belki ama Duygu ile olamamaktan fazlasıyla korku duyuyor olmasına rağmen Allahtan Boncuk vardı yanında. Bir gün terk edilirse eğer kedisi terk etmeyecekti onu ve beraber paylaşacaklardı hayatı.

O artık kavgasız ve daha huzurlu yazarken kitaplarını Boncuk kucağına uzanıp yatacak ve soğuk kış gecelerinde belki o komk bir film seyrederken kedisi evin içinde ona aldığı oyuncak fare ile oynayacaktı mutlu, mesut...

Derman olur muydu bilemiyordu ölesiye korktuğu yalnızlığına ama hiç yoktan nefes alan ona yarenlik eden ve konuşabileceği bir can olurdu yanında, kim bilir yeniden birini fark edene ya da biri onu artık hiç çıkmayacağı evinde bulana kadar.

Derken zaman döndü ve olmasından kaçınılamayacak olan, kader denilen, beklenilen güne taşıdı onları sessiz sedasız ve birbirinin tıpkısı günlerin ardından.

Kız bir iş bulmuştu bir süre evvel kendine ve sevgisiz yaşayamayacağına karar vermişti artık, sonuçta çok gençti; Ayrılacaklardı.

Adam her zaman yaptığı gibi kırgın karşıladı haberi ve daha kalın ördü içeriden bağırıp gitmemesi için yalvarmak istediği, yapamadığı, kıvrandığı küskün kozasını. Bir gün dönebileceğini düşündü sonra. ‘Sonuçta bir anlık kızgınlıktı ve sabretse her şey düzelecekti yakında. Alışmak üzereydiler birbirlerine.’

Fakat kadınların ‘ayrılık kararını çok zor verip karar verdiklerinde de asla vazgeçmeyeceklerini’ okumamıştı henüz hiçbir kitapta; hemen o akşam gideceğini bildirdi Duygu, bavulu hazırdı...

‘Daha sonra kalanları, birini yollayıp aldıracağını’ söyleyen Duygu son kez veda etmek istedi ona ve tabi Boncuğuna da fakat Boncuk sabahtan beri dönmemişti eve. Çaresiz vitrindeki resmini alıp çantasına koydu görünmemesine özen gösterdiği bir damla gözyaşını koluyla silerken.

Uzanıp öpmek istedi adamı ama küskündü adam. Her zaman böyle değil miydi: Koca bir çocuk…

Konuşmak ve dokunmak istemedi adam. Nasıl terk ederdi ki kendisini? Bu düpedüz suçlanmaktı. Oysa uzlaşmak adına hiçbir şey yapmamıştı kadın ve örneğin iyi kötü bir yazar olarak hiç yardımcı olmamıştı kendisine ve bir tek yazdığını bile okumaya yanaşmamıştı kendi isteğince.

Onu desteklememişti evet... En acısı da buydu onun algı dünyasında, umursanmadığını buradan biliyordu zaten.

O gece kapıdan çıkarken son kez ‘’Çok iyi bak,’’ dedi Duygu, ‘’kendine ve Boncuğuma. Çok sonra bir gün görmek isterim onu…’’  ve kapadı kapıyı sessiz odaya, ardından.

Boncuğu son kez sevememiş olmasına sevindi sanki adam. Bu sadistçe bir duygu değildi elbet, belki de onun sayesinde geri dönecekti bir gün hem. Çocukları gibi olmuştu kedi, bir yere gidecek olduğunda bile ‘Boncuğumu eve almayı ve mamasını vermeyi unutma’ diyerek merakla aramıyordu? Sigortasıydı ilişkilerinin Boncuk. Özlemine dayamayarak ve kararından pişman mutlaka dönecekti evine kısa zamanda. ‘Kendisi yalnız değildi ama yanında bir kedisi bile olmayan o, bu yüzden dayanamayacak’ diye düşündü penceren, ardından bakarken.

Duvara çarpmış bir kırlangıç gibi bilinçsiz kalakaldı sonra odanın ortasında ve saniyeler içinde sonsuz bir yalnızlık dalgası ile titremeye başladı her yanı, tıpkı ölüm korkusu gibi...

Neyse ki az sonra eve gelir ve kıvrılıverirdi kucağına. Biraz konuşurlar ve sonra o mırıldamaya devam ederken, birkaç sayfa okurdu bitirmeye az kalan romanından.

Ne yapacağını bilmez bir halde içeri, çay yapmak üzere mutfağa gittiğinde adam, iki apartman ötede, tüm gün neredeyse hiç müşterinin uğramadığı duraktaki taksiye henüz binmişti kadın. Annesinin evine gitmek üzereydi. ‘’Cebeci...’’ dedi şoföre, ‘’Siyasal’ın arkasındaki cadde.’’

Ve henüz yağmur yağmış sokakta hareket ettiğinde, küçük bir kuşun bu sabah yuva yaptığını kimsenin fark etmediği büyük ağacın altına park etmiş araba, bir şeyin üzerinden geçti ya da öyle geldi kadına, bir an için karanlık sokakta…

Sorduğunda arabanın radyosuyla uğraşan taksiciye, ‘’Bir kediydi galiba abla.’’ Diyerek umarsız gülümsedi radyodan aradığı kanalı bulduğuna memnun genç adam. “Arabanın altında yatmış her halde.’’

Uzun tüylü, grili siyahlı bir kedi, yüzü de kırmızıya bulanmış ama bembeyaz…

 

 

 

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Kedi... - Sayı 83
Prens... - Sayı 81
Kalp... - Sayı 80
Yelkovan... - Sayı 78
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Marksizm’in, her şeyin cevabını veremediği, “ilk insanı ve tabiatı kim yarattı” sorusuna “bunu ortaya atmakla tabiatı ve insanı yok farz etmiş oluyorsun. Bundan vazgeçersen, bu soruyu sormaktan da vazgeçersin” demesinden(diye karşılık vermesinden) anlaşılmaktadır. Ancak her şeyin cevabını verebilecek bir kriteryuma sahip olan “benim düzenimi kabul et, kurtulursun!” deme hakkına sahiptir.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13187239
 Bugün : 1254
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606036
 Bugün : 33
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 100
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim