Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     7513 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Fatih Sultan Mehmet (3)
Mustafa Büyükgüner

  Sayı: 53 - Temmuz / Eylül 2006

Maalesef ülkemizde şanlı tarihimizin iyi bir şekilde tahlil edilip kamuoyuna sunulduğunu söyleyemiyoruz. Arşivlerimizin araştırılmaması, resmî ve ideolojik bir tarih yazma merakı gibi sebeplerden dolayı, en çok gurur duyacağımız, çok beğendiğimiz batılının sakalından tek bir kılı için tüm medeniyetini feda edebileceği büyük devlet adamlarımız bile lâyığıyla anlatılamamakta ve anlaşılamamaktadır. Maalesef bunlardan biri ve en önemlisi de Fatih Sultan Mehmet’tir. Fatih denince hemen herkesin aklına gelen en önemli tartışmalar, saraydan Türk unsurları uzaklaştırdığı ve kardeş katline cevaz verdiği yolundakilerdir. Bu konulara kısaca değinmek öncelikle atamız Fatih’e karşı bir borçtur.

Fatih Sultan Mehmet tahtta geçinceye kadar Osmanlı Devleti tek bir etnik unsurdan, Türk milletinden oluşan bir devletçik idi. Devletin sınırları, doğuda Kastamonu, Ankara, Antalya sınırına anca ulaşmış, hatta bu sınırın güney kesimi olan Saruhan ve Teke topraklarında da lâyıkıyla bir otorite kurulamamıştı. Batıda ise bu günkü batı sınırlarımızın biraz ilerisine taşılmış ancak Balkan topraklarında da kesin bir hâkimiyet henüz tesis edilememişti. Osmanlı Sarayı Çandaroğlu sülâlesi gibi etkin Türk sülâleleri ile, ordu ise Mihailoğulları gibi etkin savaşçı sülâleler ile doluydu. Fetret devrindeki kardeş savaşları sırasında, ardından 1. Mehmet’in Osmanlı ailesinden olduğu söylenen bir şehzade ile ve 2. Murat’ın da yine Osmanlı ailesinden şehzadelerle yaşadığı kanlı savaşlar sırasında Bizans’ın kışkırtmaları olduğu gibi, Osmanlı sarayındaki ve ordusundaki etkin ailelerin de taraf tutmaları ve bir şehzadeyi diğerine yeğlemeleri şehzadelerin kaderini değiştirmiştir. Osmanlı ekonomisi savaş ganimeti üzerine kurulu bir ekonomiydi. Osmanlı savaş hukukunda, teslimi istenen kale direnirse, kalenin zaptından sonra 3 gün boyunca ganimet, askerin hakkıydı. Ele geçirilen geniş topraklar ikta sistemi ile asker ve kumandanlara dağıtılır ve bu topraklardan elde edilen gelir nispetinde araziyi işleten komutanın orduya asker yetiştirmesi beklenirdi. Bu bilgiler ışığında Çandarlı Sülalesi'ne bir göz atmak gerekir:

Osmanlı tarihinde Çandarlı ismine ilk olarak hemen Osman Gazi’nin devleti kurduğu yıllarda rastlıyoruz. Osman Gazi, beyliğini resmen kurduktan sonra, beyliği 5 parçaya bölerek ailesi ve savaş arkadaşları arasında pay etmişti. Bu paylardan biri de kayınpederi Şeyh Edebali’nin manevi liderliğine bırakılan Bilecik idi. İşte Edebali’nin manevî liderliği, maddiyatta da Edebali’nin bacanağı olan bir Çandarlı’ya veriliyordu. Bu bilgi Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dönemi ile ilgili elimizdeki en sarih tarih kitaplarından biri olan Aşıkpaşazade’nin Tevarih-i Ali Osman isimli eserinde geçmektedir. Yine aynı eserde, birkaç kuşak sonra Bursa vilâyetinin yönetiminin de Çandarlı sülâlesine geçtiği belirtilmektedir. Yani devlet büyüdükçe, hanedan büyüdükçe, Osmanlı savaş ve ganimet rejimine, toprak sistemine göre, Çandaroğlu gibi aileler de büyümekteydi. Misal Çandarlı sülâlesi hem Osmanlı Sarayında vezirlik ve diğer bürokratik işleri görmekte, hem de taşrada büyük toprakları işlemekte, yani ikta sistemi de düşünüldüğünde Osmanlı ordusunun askerî yükünü de çekmekteydi. Çandarlı ve benzer sülalelerin Osmanlı hanedanındaki bir ihtilafta tuttukları taraf, hem bürokratik olarak hem de askerî olarak diğerine üstünlük kurmaktaydı. Bu zorlukları Fatih, henüz babasının feragati ile tahta ilk çıktığında görmüş, askerle birlikte büyük ihtimal bu büyük sülâlelerin de babasını tahtta görmek istemeleri sebebiyle de Varna Savaşı'ndan sonra yeniden Manisa’ya dönmek zorunda kalmıştı. İstanbul kuşatmasında da Osmanlı sadrazamının, yani Osmanlı devletinin iki numaralı adamının, Çandarlı Halil Paşa’nın Bizans ile anlaşma yoluna gittiğine, kuşatmayı sona erdirmek için pek çok defa Bizans için Fatih’e ricacı olduğuna, bunu başaramayınca muhasaranın şiddetini azaltıcı tasarruflarda bulunduğuna dair çeşitli kaynaklarda bilgiler bulunmaktadır. Fatih’in İstanbul’un fethinden sonra, Balkanlar’da ve Doğu Karadeniz’deki fetihleri ile devletçik, imparatorluğa dönüşmüş, aynı zamanda bu ülkeyi oluşturan etnik unsurların içine Türkler’in yanında Slavlar, Rumlar ve Balkanlar’da yaşayan diğer milletler de eklenmiştir. Fatih, fethettiği ülkenin sarayında yeterli gördüğü devlet adamlarından yararlanma konusunda bir tereddüt göstermemiştir. Böylece Osmanlı bürokrasisindeki etnik yapı Fatih ile birlikte değişmeye başlamış ve Fatih’in ülke kaderinde etkili olan kimi Türk sülâlelerini saraydan uzaklaştırması ile de üst düzey Osmanlı bürokratları zaman içinde devşirilmiş Doğu Avrupa milletlerinden oluşmaya başlamıştır.

Çeşitli Türk ailelerinin saraydan uzaklaştırılması meselesine bir de bu gözle bakmak gerekmektedir. Yani Osmanlı hanedanı, muhakkak bu tür aileleri kendisine rakip görmüş ve ileride bu ailelerin tahta ortak olmalarını engellemek amacıyla onların ülke üzerindeki nüfuzunu kırma yoluna gitmiştir. Türk unsurlardan boşalan yönetici kadrosu da öncelikle fethedilen ülke saraylarında biat eden devlet adamlarında sonra da sırf saraya yönetici yetiştirmek için kurulan Enderun’dan karşılanmıştır. Maalesef Enderun’a öğrenci olmanın ilk şartı da (her ne kadar küçük istisnalar bulunsa da genel olarak) gayrimüslim (ve maalesef gayritürk) olmak olmuştur. Meseleyi toparlayacak olursak, bize göre Fatih’in (ve diğer hanedan mensuplarının) taht üzerinde mutlak otoriteyi kurmak için saraydan bazı Türk unsurlarını uzaklaştırma fikrine evet, doğan boşluğu tamamıyla yabancı unsurlarla doldurma aceleciliğine ise hayır diyoruz. Unutmayalım, Türk Devleti bunu daha önce yaşamıştı, Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Selçuk, Oğuz Yabgu Devleti’nin kumandanlarından birinin oğludur. Zaman içinde güçlenerek Oğuz Yabgu Devleti'ne son verdi. Şunu da belirtelim, Selçuk kumandanın oğlu, yani tımar sistemine göre kumandanın emri altında askerler var, tımar miras yoluyla oğula geçtiğinde bu askerlerin komutası da doğal olarak oğula geçiyor. Timur da Çağatay hanlığına bağlı bir boy beyi iken zaman içinde güçlenerek devletini kurmuştu. Tefekkür ve fikirden uzak bir millet olmamız sebebiyle arıza tespit edilmiş ancak bu arızanın giderilmesi için bir çözüm bulunamamış ve hanedan maalesef maiyetindeki Türk unsurlardan yavaş uzaklaşmaya başlamıştır. Unutulmaması gereken hususlardan biri de, saraydan sonra, haremin yani padişahın evinin de Yahudi dönmeleri ile doldurulmasıdır. Bu yanlışlık zaman içinde ordu, eğitim, ekonomi kısaca her yere hakim olmuştur. Bizim kanaatimiz, tımarın dağıtılması ve savaş ganimetinin paylaşılmasında yapılacak ufak değişiklikler ile, Osmanlı Hanedanı'nın imparatorluk tahtında mutlak otorite kurması sağlanabilir ve devleti yabancı unsurlarla doldurmaya gerek kalmazdı.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : esra    04.01.2008
Yorum : valla eline sağlık benim aradığım tüm ödevler içinde çok yardımcı oldu bana sağolllllll:)





 
Heybemden... - Sayı 116
Dünyanın En Kısa Hikayesi... - Sayı 111
on dört, otuz yedi, elli ... - Sayı 106
Taşlar dile geldi... - Sayı 97
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Sonsuz karanlıklarıma gömülüşümü anlamayıp bilmeden kendi karanlıklarına denk sayanlar tarihin karanlığında boğulmaya mahkûmdurlar.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Kasem olsun!
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Bir tufanın ardından: Filistin
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13173200
 Bugün : 2364
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 605519
 Bugün : 142
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 418
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim