Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2104 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Eyüp Sultanda sabah namazı kılıp Kur'ân okuyan bir Cumhurbaşkanı
Kubilây Ertekin

  Sayı: 87 - Ocak / Mart 2016

“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AKP’nin tek başına iktidar olmasının ardından, Eyüpsultan camiine giderek cemaatle sabah namazı kılıp, Kur'ân okudu ve şükür secdesinde bulundu.” (3.11.2015 Basından)

Ne hikmettir bilinmez. Bu olay bana, merhum Yahyâ Kemâl’in “Süleymâniye’de Sabah Namazı” isimli o muhteşem şiirini hatırlattı… Bir asır gerilere giderek -hayâlen de olsa- o demleri tekrar yaşadım ve çok duygulandım. Bu günleri mazlum, mağdur milletimize bahşeden cenâbu Hakka hamdolsun diyerek o şiiri hüzün ve sevinç gözyaşları içinde bir kez daha okudum.

Ülkedeki bozguncu inanç düşmanı müfsitleri, muhâlif muârız, tüm şer güçlerini kahrından, gayzından çatlatan ve mazlum halkımızın ise yıllardan beri özlediği ulvî bir manzaradır bu… CHP öncülüğünde Millî irâde düşmanı lâik, Marksist-Leninist anarşistlerin ayaklanarak; “Atatürk’ün köşkü olan Çankaya’da hanımı türbanlı dinci bir başbakan ve cumhurbaşkanı aslâ istemiyoruz!  Buna geçit vermemek için, tüm lâik devrimciler yolları tutar,  ülkeyi kana bularız.” ve  “% 90 oy aslalar da gerici bir zihniyeti bu ülkede iktidar yapmayız!” diyerek, “Ordu göreve!” şeklindeki o iğrenç yürüyüşlerle onca kin, nefret ve hezeyan çığlıklarına rağmen milletin ve mevcut iktidârın kararlı tutumu, demokratik tavrı ve tercihi, sonuca ulaşmış, bu günleri göstermiştir. Özellikle ülkeyi karıştırmak için tertiplenen o mâlûm cumhursuz “Cumhûriyet mitingleri” ile bağnaz, devrimbaz, ateist-lâik bir zihniyet ve sistemde bugünkü durumları hayâl edebilir miydiniz!? Ama bütün bunlar cenâbu HAK’kın (CC) nelere kâdir olduğunun canlı bir göstergesidir. Sonuçta ne Cumhuriyet yıkılmış, ne de şeriat gelmiştir. Ama HAK yerini bulmuş, millî irâde ve demokrasi gelmiştir. Onun için;

“HAK, tecellî eyleyince, her işi âsân eder.

Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsân eder”

Denilmiştir. İşte güzel ülkemizdeki millî irâde ve devlet millet düşmanlığın temeli buna, bu güzel manzaraya tahammül edemeyen bozguncuların çıkardığı hıyânet ve dalâlete dayanmaktadır...

Bir şeye inanıyorsan, yalpa yapmayıp dik duracak ve dâvânı hayâtın pahasına da olsa savunacaksın! İşte bütün bunlar; Îmânın, azmin, gayretin, sabrın ve samimiyetin eseridir. Onun için İlâhî kelâmda; “Eğer İnanıyorsanız, üstünsünüz!” buyrulmaktadır. Fakat günümüzde tüm şer cephesinin ayağa kalkıp, milletimize hayat hakkı tanımadığı bir dönemde, bâzı (İslâmî kesim) denenlerdeki bu sorumsuzluk, lâübâlilik ve gayri ciddîliği anlamakta zorlanıyoruz. Bu yetmezmiş gibi, başta “paralel” tesmiye edilenler olmak üzere, bir takım pasif Müslümanlar arasında ve özellikle son dönemde bir hayli enfilâsyona uğrayan nevzuhûr (ehli tarik)nezdinde son derece istismâr edilip, yanlış kullanılan bir kelime var. Onlara göre muârız, muhâlif, muhâsım ve muannitlere karşı; “Çok yumuşak davranılmalıymış.” Bu kelime gerçek mânâsının dışında ve aslına çok aykırı olarak kullanılmakta ve “tebliğ” ifâdesiyle karıştırılmaktadır. Tebliğ; “Bir şeyi ulaştırma, götürme, taşıma ve bildirme olarak kullanılan bir kelimedir.” Aslâ münkeri kötülüğü, inanç düşmanlığını hoş görmek değildir. (Kâmûs-i Türkî sh. 1322)                          

Istılahta ise; Allah tarafından Cebrâil (as )vâsıtasıyla peygambere (SA) vahyedilen bir dînin insanlara tebliğ edilip, ulaştırılması ve onları bu konularda uyarıp, irşât edilmesi demektir. Bundan anlaşılan; her hangi bir şeyden haberi ve bilgisi olmayana o hâdiseyi anlatmak, ulaştırmak ve bilgilendirmektir. Elbette burada sertlik söz konusu olamaz! Çünkü muhâtabın o konuda bir şey bilmiyor. Olayın câhili ve anlatanla, anlatılmak istenen şeye karşı bir düşmanlığı, kastı, kini ve nefreti yok. Eğer cehâletinden dolayı ret ve inkâr ediyorsa iknâ etmeye çalışır, suhûletle anlatmaya devam eder veya kendi hâline bırakırsın. Şâyet sana bir saldırıda bulunuyorsa, o takdirde kendini ve savunduğun ve inandığın şeyi müdâfaa eder, sâhip çıkarsın. Ama günümüzdekiler öyle mi?

Adam bir İslâm ülkesinde yaşıyor ve sözde Müslüman olduğunu iddia ediyor fakat tüm İslâmî mefhumlara ve Müslümanlara kuduzca saldırıyor. Üstelik bu saldırganlığını ve hakâretlerini aslî bir görev, meslek, meşrep ve sâhip olduğu ideolojinin bir gereği olarak görüp, sana ve bu ülkede kendisi gibi düşünmeyen, onun gibi inanmayan ve yaşamayan herkese ölümüne düşman ve onlara hayat hakkı bile tanımak istemiyor. Geçmişte ve tek parti dönemi olan Millî Şef zamânındaki CHP zihniyetinin uyguladığı mezâlimi bırakın...  Yakın zamana, yâni AK Parti dönemine kadar ve kısmen de hâlâ yaşanan bir; “Kat sayı, kamusal alan ve başörtüsü” zulmü ve ayırımcılığı vardı... Sâde vatandaşı geçin! Onun lâfı bile edilmezdi. Sıradan bir memur ve bürokrat,  milletvekili, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı bile olsa, hanımı başörtülü ise dışlanıyor, hakârete uğruyor ve o makama getirilmiyor, eğer gelmiş ise derhal kovuluyor ve işinden atılıyordu… Bu ülkede yaşayan, kendini Müslüman ve insan sayanlardan; bu zulümleri bilmeyen, görmeyen, duymayan ve yaşamayan, yaşananların ıstırabını vicdânında hissetmeyen biri varsa o, insan değil, hayvan oğlu hayvandır. Bırakın onun gibilerin Müslümanlığını ve tarikatçılığını (!)… Böyle bir durumda gerçek bir Müslüman’ın yapacağı tek şey; eliyle, diliyle CİHAT ve mücâdeledir. Öylesi bir saldırganlığa ve mütecâvize karşı yumuşak davranmak ise; onu şımartıp küstahlaştırmak, edepsizliğine cür’et ve cesâret vermektir. Veya âcizlik, korkaklık, pısırıklık ve mukaddes tanıdığı, inandığı o yüce değerlere karşı yapılan bunca hakâ ret ve tecâvüzlere önem verememektir. Öylesi tahkirleri hak ettiğini kabul etmek, onlara boyun eğmek ve inançlarına yapılanları hoş görmektir. Oysa bu konuda merhum büyük şâirimiz bakınız ne diyor:

“Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!”...

Adamlar ecdâdına değil, resmen dînine, imânına saldırıyor ve sen hâlâ maval okuyorsun. Bırak yamulup yaltaklanmayı da biraz dik dur ve yerini, safını belirle. Kimse sana; “Git onların kellesini kes ve derisinden tulum çıkar.” demiyor. Sâdece o bozguncu ve inanç düşmanlarını tanı ve onlara destek olma gafletinde ve hamâkatinde bulunma! O küfür kusan paçavralarını alıp okuma zilletine düşme ve aynı zihniyetteki ideolojiyi savunan siyâsî madrabazların peşinden giderek onların kirli emellerine, inanç düşmanlıklarına sermâye ve malzeme olma yeter!  Buna da mı gücün yetmiyor? Müslüman bir ülkede; câmi, ezan, Kur’ân, başörtü ve din düşmanlığı yapan, oraya dönük yaşayan insanlara; “koyun, öküz ve beyinsiz!” diyerek hakâret edenleri fiilî ve fikrî olarak destekleyenler; Moskova’dan ve Bulgarya’dan mı geliyorlar? Bunları bilmemek hamâkat, bilerek yapmak ise tam bir dalâlettir. O zaman sen nesin ve inandığını söylediğin değerlerine nasıl sahip çıkacak ve koruyacaksın!? Oysa gerek şahsına, gerekse âilene, yapılan en basit bir hakâret ve tecâvüze tahammül edemeyip, ânında parlar, kavgaya girer, belki de cinâyet bile işlersin… Bu durumda en aziz kabul ettiğin mukaddes değerlerine karşı her an, her yerde ve her vâsıta ile yapılan en ağır, en galiz küfür ve hakârette bulunan hayâsız ve iffetsizlere nasıl  sessiz kalır ve hoş görebilirsin!? Nefsin, şahsiyetin ve âilevî gurûrun, sâhip olduğun (!)ve inandığını söylediğin dininden daha mı az saygıya ve hürmete lâyıktır?  O takdirde dinin en önemli emri olan “Cihâdın” ne hükmü kalır? Aslında öylesi bir müfsit, münkir ve bozgunculara karşı “Elinle, dilinle, malınla ve canınla mücâdeleyi emreden” bir dînin var. Yâni, bilinen ifâdesiyle; “Emr-i bil mârûf, nehy-i anil münker”.  İyiliği emretmek ve kötülüğü, dîne tecâvüzü men etmek, senin hem İslâmî, hem de insânî görevindir. O görevi böyle zamanlarda değilse, ne zaman yapacaksın?  Bu durumdakilere merhum M. Âkif bakın ne diyor:

Ey bütün dünyâ ve mâfia, ayakta  iken yatan

Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bâri gülmekten utan!

Bütün bu gerekçelere rağmen kendini sofî sanan veyâ bu hakâretlerden haberi olmayan bir takım eblehler, bu saldırgan ve azılı İslâm düşmanlarına karşı “hoş ve yumuşak dav ranılması gerektiğini” söylüyorlar ve aksi harekette bulunanları suçluyorlar. Bir örnek olarak; O habislere, küfür ve devrim yobazlarına karşı,  lâyık oldukları dozda, sertlikte ve onların anladıkları bir dilde cevap verilmesini aslâ doğru ve uygun görmüyorlar… Yâni, Kur’ân-ı Kerîme göre “Kâfir ve fâsıklara karşı şedît, Müslüman’a karşı müşfik” davranılmasının tam tersinin yapılmasını istiyorlar. Bu ise gaflet, dalâlet ve hıyânetten başka bir şeyle ifâde edilemez. Böyle kimselere en güzel cevâbı Merhum M. Âkif veriyor:

Mukaddesâtı için çırpınan, yürekten olur.

İçinde leş taşıyan sîneden, ne hayır umulur? (Devamı gelecek sayıda)


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Kurtuluş... - Sayı 92
Eyüp Sultanda sabah namaz... - Sayı 87
Şekli Müslümanlık ve Alla... - Sayı 86
Şeklî Müslümanlık ve Alla... - Sayı 85
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Türkçe’nin kırpıla kırpıla ne hale getirildiğine bakmadan kalkmışız, “eser vermeli, eser vermeli” diyoruz.
Halbuki “Güneş Dil Teorileri”nin temel yapılmak istendiği bir dili kullanarak karşımızdakilerle konuşup, anlaşabildiğimize şükretmeliyiz.
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13188769
 Bugün : 2784
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606055
 Bugün : 52
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 100
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim