Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2542 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Olaylara bakış - Türk'ün baharı başlıyor mu?
Av. Mustafa Büyükgüner

  Sayı: 90 - Ekim / Aral?k 2016

Millet Duruma El Koydu!

15 Temmuz akşamı, Kardelen ekibinden gönüldaşlarımın da bulunduğu bir programdan döndükten sonra (tvitır)dan günün gelişmelerini takip ederken önce İstanbul’daki köprülerde askerî hareketlilikle ilgili haberler düşmeye başladı, kısa bir süre sonra da Ankara’da savaş uçaklarının alçaktan uçtuğuna dair bilgiler kullanıcılar tarafından paylaşıldı. İlk başta hareketlilik şüphe çekse de kimse bunun bir kalkışma olabileceğini düşünmemişti. Hattâ bu iki olayın birbiriyle bağlantılı olduğu yönünde bilgi dahi yoktu. Zaman ilerlemeye başladıkça işin rengi de değişti. Kısa bir süre sonra yerel kaynaklardan alınan bilgilerle birlikte başta tanınmış gazeteciler olmak üzere haber ajansları son dakika gelişmesi olarak askerî hareketliliği bildirmeye başlamışlardı. Saat henüz çok erkendi ve başbakan Binali Yıldırım’ın bir televizyona bağlanarak askerî bir kalkışmadan bahsedene kadar kimse bir darbenin gelmekte olduğuna ihtimal vermiyordu. Askerî hareketlilik uzun yaz akşamlarında vatandaşların henüz evlerine gitmediği ve sokakların henüz insanlarla dolu olduğu bir zamana denk gelmişti. Bunun üzerine, belki de sosyal medya ilk defa hayırlı bir iş için kullanıldı ve henüz başbakan ve cumhurbaşkanı açıklama yapmadan, millet sosyal medyadan örgütlenmeye başladı. İçlerinde gazeteciler, kanaat önderleri ve sanatçıların da bulunduğu bir grup vatansever, herkesi sokağa çıkmaya davet etti… Saat itibariyle dışarıda olanlar da bu örgütlenmeye katılınca, bu ihanet şebekesine karşı ilk çekirdek tepki böylece başlamış oldu. Başbakan Yıldırım’ın açıklaması, parti teşkiâtına gelen “Sokağa çıkın!” mesajları ve Erdoğan’ın milleti direnişe çağırması sonucu kendisinin de İstanbul’a geleceğinin ortaya çıkmasından sonra, bu kalkışmaya dur demek için millet duruma el koydu.

15 Temmuz gecesinden sonra gaziler ile yapılan röportajlarda bu durum çok net bir şekilde anlaşılıyor. Gözyaşları ile izlediğimiz ve milletimizle bir defa daha iftihar ettiğimiz 15 Temmuz gecesinden geriye kalan Türk milletinin bu basireti ve feraseti oldu. Siyasî iradenin kararlı tutumu ve milleti doğru yere doğru biçimde yönlendirmesi de elbette bu ihanete karşı verilen cevapta belirleyici bir faktördü. Anadolu coğrafyasını Ortadoğu’daki (veya dünyanın her hangi başka bir yerindeki) laboratuarlarda dizayn edilen topluluklarca yönetilen proje devlet zannedenler milletten “Osmanlı Tokadı”nı yedi. O günü yaşayanların anlattıklarından anlıyoruz ki, eğer direnişin sembolü olarak görülen ve hainlerin de doğrudan onu öldürmek için suikast ekipleri gönderdiği Erdoğan’a (Allah muhafaza) bir şey olsa bile milletin kararlılığı devam edecekti ve millet bu ihanete direnmeye devam edecekti. İhanetin ortaya çıkmasından hemen sonra gerek internet başında, gerekse dışarıda herkes bu ihanetin arkasında Fetö olduğunu, onun da arkasında Amerika ve İsrail bulunduğunu konuşuyordu. Verilen tepki, Türk Bayraklarının çıkması, silâhsız ama güçlü mukavemet, ikinci girişime karşı “bir dahakine böyle olmaz, silâhlarımızla çıkarız!” yollu uyarıları hep bu yönde değerlendirmeliyiz. Sonuç itibariyle millet kendine has sezgileri ile ihaneti sezdi ve en etkili karşı koyma yöntemini bularak meseleyi daha ilk saatler içerisinde halletti.

Devlet Mekanizması ve Siyasî İrade Meseleyi Doğru Değerlendirdi ve Adını Koydu

Başbakan Yıldırım, ilk açıklamalarından birinde bu kalkışmanın adını “ihanet” olarak açık bir şekilde ifade etti. Gerek polis teşkilâtı, gerekse ihanete katılmayan vatanperver Mehmetçik, bu açıklamanın ve sokakları dolduran milletin verdiği güç ile kısa bir sürede durumu lehe çevirmeyi başardı. Genç Osman’ın hakaretlere uğrayarak katledildiği ve (darbe-ihanet) kapısının açıldığı 17. yüzyıldan beri, kademe kademe ve hep milletin sevdiği liderlere yapılan darbelerde işin bir ucunda ya iktidar hırsındaki paşalar yani siyaset veya bürokrasi yani devlet mekanizması vardı. En son 80 darbesini gören, 28 Şubat’taki müdahalelerin toplumun direnç noktalarında nasıl tahribat bıraktığını gün gün izleyen millet, bu hınçla sokağa indi. Akparti’nin devlet mekanizmasında yaptığı reformların neticesi de ilk defa bu ihanet kalkışması ile görülmüş oldu. Gerek siyasetin etkili konumlarında gerekse üst düzey bürokraside millet ile aynı havayı koklayan ve aynı endişeleri paylaşan bir ekibin bulunması ile bu ihanet kalkışmasına karşı daha ilk andan itibaren doğru bir aksiyon ile hareket edilmesinde etkili oldu. Şimdiye kadar siyaset ile arasına bir mesafe koyan, 70’li yıllardan beri dünyada gelişen siyasal İslâm hareketleri ile biraz meydana çıkar gibi yapan ama devletin demir tokmağını hep ensesinde hisseden, 80’den sonra 28 Şubat ile önü kesilmeye çalışılan ama 2012 yılında Ak Parti’nin kurulması ile akacağı bir yatağa kavuşan bu kesim, bunca yıldır devlet mekanizmasındaki kanserli hücreleri de temizlemekteydi. 15 Temmuz gecesi milletin varlığından alınan büyük güçle birlikte işte bu siyasî irade ve devlet mekanizması da kendisine yakışanı yaptı ve öncelikle doğru teşhis koyarak etkili mücadele için gereğini yerine getirdi.

Bu sayfalarda pek çok defa okuduğunuz Kardelen’in bir teşhisi var: “Meselenin adını doğru koymak”. Adını koyduğunuz bir meseleyi çözme yöntemini de doğrudan doğruya söylemiş oluyorsunuz. Ayrıca hamle üstünlüğünü ve psikolojik üstünlüğü de size geçiriyor. Fetö meselesinin adı Türk milletinin engin basireti ile çok önceden konulmuştu. Bunu dile getirmek de başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Binali Yıldırım ve ekibine nasip oldu. Bu yönden Yıldırım’ın daha işin başında buna “Askerî kalkışma” dedikten hemen sonra bir soru üzerine, “Bunlar hain!” ve “Bu bir ihanettir!” demesi ve emniyetten, Mit’e, Cumhuriyet Savcılarından, askeriyeye devlet mekanizmasının da buna göre hızlı bir şekilde karşı hamleler yapması; siyasî iradenin ve devlet mekanizmasının meseleyi doğru değerlendirdiğini, adını koyduğunu gösteriyor. Bu sayede etkili bir yöntemle ihanetin büyümeden bastırıldığını söyleyebiliriz.

Kim Bu Hainler?

Kurtuluş Savaşıyla maddede kurtulan ancak mânâda ne olduğu meçhul olan milletin üzerine rejimin bir kene sürüsü gibi çöktüğü ve Osmanlı’dan ne kaldıysa âdetâ kanını emer gibi bütün izlerini sildiği rejimin biraz gerilemesi ile meydana gelen boşlukta dinî akımların öne çıktığı, bu akımlar ile milletin hemen gerçek potansiyeline yaklaştığı, bu sefer de sahte akımlar ile bunun önünün alınmaya çalışıldığı bir dönemde, bir vilâyetin bir camisinde vaaz kürsüsünden Müslüman Türk’ün samimi kalbine hitap etmeye başlayan, döktüğü gözyaşları ile herkesi aldatan, nereden geldiği belli olmayan bir destek ile siyasî ortamın boşluklarından yararlanarak öncelikle öğrenci yurtları kuran, dershane ve okulları ile insan yetiştirme gibi ulvî bir düşünceyi kullanarak milleti aldatan, sahip olduğu onca medya organına rağmen 28 Şubat’a karşı itirazda bulunmayan, dönemin en etkili gazetesinden “Bu hükümet gitmelidir” diyebilen ve sonra kendisi memleketini bırakıp Amerika’nın kucağına oturan, ehlisünnet kaidesine zarar vermek için en sinsi plânları yapan, dinler arası diyalog gibi belki 15 Temmuz’a nazaran Türk ruh köküne kezzap dökücü daha büyük bir ihanetin içerisinde olan, daha sonra sahip olduğu maddî imkânlar ile devletin kılcal damarlarına kadar sızan, buralardan aldığı mahrem bilgileri beraber iş tuttuğu ağa babaları ile paylaşmaktan çekinmeyen bu ihanet örgütüne, 7 Şubat Mit krizi ile birlikte gerek siyasilerce gerekse kamuoyunca eleştiriler başlamıştı. 17-25 Aralık hadiseleri memleketin iç siyasî rekabetine ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine meze yapılmasa, belki ihanetinin ölçüsü farkına varılabilecek olan bu örgüt kendisini 15 Temmuz akşamı bütün çıplaklığı ile gün yüzüne çıkardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok doğru teşhisi ile Hasan Sabbah’ın haşhaşilerine benzetilen ve onlar gibi sorgusuz sualsiz verilen her emri yerine getirmek için hiçbir şeyi feda etmekten çekinmeyen, hiçbir değer yargısı bulunmayan bu hainlerin memlekete vermiş oldukları maddî zarar 15 Temmuz’un etkilerinin ortadan kalktığı şu günlerde gün yüzüne çıkmakta. Ancak manevî zararın miktarı ve ölçüsü hâlâ belli değil. En masum tespit ile ülkenin iyi yetişen ve gelecek yıllarda memlekete her alanda hizmet edecek genç nesli üzerine zehrini akıtan bu örgütün sebep olduğu zararı Çanakkale Savaşı’nda şehit olan yetişmiş genç nüfus sonrası ülkenin 50’li yıllara kadar içinden çıkamadığı fakirlik ve buhrandan dolayı Çanakkale Savaşlarında üzerimize gelen yedi düvelin verdiği zarara benzetebiliriz. 

Devlet Örgütünün Yeniden Kurulması

İhanetin tamamıyla engellendiği ortaya çıktıktan sonra devlet büyüklerince, bu türden ihanetlerin bir daha yaşanmaması için devlet örgütünün yeniden kurulması gerektiği defalarca dillendirildi. Bununla ilgili olarak harekete geçen hükümet, kanun hükmünde kararnameler ile işleyişe yönelik pratik tedbirler almaya başladı. Ancak bu hadisenin meydana geldiği günden bu yana yaklaşık 3 ay gibi bir süre geçmesine rağmen bir daha devlet örgütünün yeniden kurulmasından bahsedilmedi. Asıl ve mutlak kurtuluşa ermenin temel yolu olarak gördüğümüz bu hadisenin bu kadar çabuk kamuoyu gündeminden düşmesini anlayamadığımızı söylemek isteriz.

Bu isteksizliğe yoksa ne yapılacağının bilinmemesinden kaynaklı bir zaaf mı yol açıyor?

Geçmişten bu yana devlet tecrübelerimize baktığımızda Türk Devlet geleneğinin her dönüşüm yaşadığında, bu işi yapan güçlü hükümdarın (liderin) yanında, bir de işi temellendirici, şubelere ayırıcı ve doğru teşhis ile tedavi yolunu gösterici bir taktisyenin (fikir adamının, mütefekkirin) ve buna bağlı nizamlar manzumesinin bulunduğunu görürüz. “Bilge Tonyukuk”tan bu yana kimi zaman Nizamülmülk’ler ile kimi zaman kanaat önderleri ile bu hep böyle olagelmiştir. Türk Devleti’nin ilk sınırlarını zorladığı Göktürkler’den, İslâmiyet ile ilk tanıştıkları Karahanlılar’a, ilk defa cihanşümul bir devlet olma istidadı görülen Selçuklulardan, bunu başaran Osmanlılar’a kadar bu hep böyle olagelmiştir.

Devletin yapılandırılması ile ilgili istekli olmasına rağmen hükümete bu yönde yol gösterici bir mütefekkir ve bir nizam sistemi yok mu?

Yoksa var da, hükümet bu sistemin farkında mı değil?..

15 Temmuz Pratikte Milât Olabilir, Ya Teori...

Bizce bütün meselelerin başı ve bu çözülmezse gerçek anlamda hiçbir meselenin çözülmeyeceği düğüm işte burası. Dünya çapında devletler kurmakla övündüğümüz, “İki Türk bir araya gelse devlet kurar” diye darbı mesel olan ve tarihimizden gördüğümüz kadarıyla bunu kendimize mesele edindiğimiz bu iş nasıl yapılacak? Bunun teorisini kim kuracak? İmamı Rabbanî veya İmamı Gazâlî çapında bir mütefekkirin ele alıp her boşluğu dolduracak ve geriye hiçbir soru işareti bırakmayacak bir manzume ile devletin yeniden nizamlanması gerekmez mi?

Üstad Necip Fazıl’ın tespiti ile hep-hiç noktasında hepçi olmak boynumuzun borcu olduğuna göre doğuyu ve batıyı tahlil eden, buna göre kendimizi değerlendiren, zaaflarımızı söyleyen, tarihimizi sahte kahramanlardan temizleyen ve tarih içerisindeki kaderimizi ilmek ilmek gösteren bir teorisyene ve teoriye ihtiyacımız yok mu?

Medyada, konferanslarda tartışılan konuları gördükçe hükümetin bu yapısal reformları yapmak için sırtını yaslayacağı (derin kafa)dan ne kadar uzak olduğunu bir kere daha görüyoruz. Gerek cumhurbaşkanının gerekse hükümet üyelerinin bunun ızdırabını duyduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. O halde bir an önce aslımıza dönmeli ve kaybettiğimiz bu nizamı bulmalıyız. Yoksa pratikte kazandığımızı teoride kaybedeceğiz ve 15 Temmuz ihanetinden gerekli dersleri çıkarmadığımız için bu tür ihanetlere açık halde yaşamaya devam edeceğiz.

Millî İrade’nin İz Düşümü: Suriye

Bir düşünün; 15 Temmuz ihaneti ortaya çıkmış, devletin en güçlü kurumlarından ordu perişan halde, istihbarat kurumlarına büyük bir şüphe ile bakılıyor, üst düzey bürokratlardan en alt kademeye kadar bu ihanet şebekesi devletin bütün kılcal damarlarına erişmiş ve bundan dolayı herkes birbirine şüpheli gözlerle bakıyor. Buna rağmen hiçbir şey olmamış gibi, Türk Ordusu Cerablus’tan Suriye’ye girdi ve herkesin gözü önünde çok büyük bir hızla güney sınırını terör örgütlerinden temizleme faaliyetine girişti.

Türkiye’nin içeride dev gibi sorunlarla uğraşırken, dışarıda bu kadar kolay hareket etmesini ve hedeflerine kısa zamanda ve kayıpsız ulaşmasını batı neyle açıklayacağını şaşırdı. Onlara biz yardımcı olalım. 15 Temmuz ihaneti ile duruma el koyan Türk Milleti, hem hükümetine hem de ordusuna öyle bir özgüven aşıladı ki; olmaz denilen oldu ve bu özgüven ile Türk Ordusu Suriye’de hareket alanı kazandı. Millet 15 Temmuzda meydana inmeseydi ve bu ihanete bu kadar kuvvetli bir şekilde dur demeseydi, terör örgütlerinden bölge ülkelerine ve dünyanın jandarması denilen esasında kuduz köpeğinden başka bir şey olmayan büyük devletlerine kadar kimse sus pus olmaz ve ordumuzun bu harekâtının önüne set çekmeye çalışırlardı. Muhtemel bu harekât içeride de büyük bir tepki görür ve Suriye’den gelecek her kötü haber ile hükümet düşürülmeye çalışılırdı.

Buna engel olabilecek tek şey milletin kararlı duruşması ve bu duruş Suriye operasyonları sırasında da hiç değişmedi. 15 Temmuz ihaneti ile millet kararın kendisinde olduğunun basit bir slogan olmadığını dosta düşmana göstermiştir. Hattâ bu öyle bir baskı oluşturdu ki, iktidar ve ordu Suriye’ye girmeyi kendilerine bir vazife olarak gördüler. Millet duruşuyla, tavrıyla, söyledikleri ve söylemedikleri ile Almanlar’ın “halk ruhu” dedikleri bu dip şuuru harekete geçirdi ve Suriye meselesine de el atılmasını sağladı.

Bataklığın Kurutulması

Suriye topraklarındaki iç savaşın başladığı tarihten bu yana Suriye'nin bir bataklık olduğu iddiası dillendirip duruyor. Türk ordusunun yaptığı operasyonla bunun doğru olduğu bir kez daha anlaşıldı. Gün içerisinde üç dört defa el değiştiren topraklar, nereden çıkacağı belli olmayan düşman, ne şekilde sahip olduklarının herkes tarafından bilindiği gelişmiş silâh teknolojileri ile sadece bizim için değil bu coğrafyada askerî birlikleri olan bütün ülkeler için bir bataklık Suriye…

Ancak süreç gözümüzün önünde yaşandı. Suriye’yi bataklık haline getirenler bizzat şu anda bundan şikâyet eden dış güçler değil mi? Arap baharı ile birlikte Suriyeli vatandaşlardan haklı eleştiriler yükselmeye başladığında tıpkı Türkiye’nin yaptığı gibi Esad üzerinde siyasî bir baskı kurulsaydı ve haklı taleplerin yerine getirilmesi sağlansaydı iş buraya gelir miydi? Ardından müdahale için kendi koyduğu kırmızı çizgilerin aşıldığını göre göre ve bile bile müdahale etmeyen Amerika, diğer yabancı unsurların da bölgeye iştahlanmasına sebep oldu. Böylece kısa bir süre içerisinde Amerika’nın öncülüğünde koalisyon güçleri, İran, Irak, Rusya hattâ Çin Suriye’yi bir ameliyathane masasına çevirdiler. Kimin kimi desteklediğinin ve kimin kimi vuracağının belli olmadığı bir yer haline getirdiler. Yerden mantar biter gibi ortaya çıkan örgütler de işin cabası…

Bataklığın kuruması için öncelikle bataklığa sebep olan etkenlerin ortadan kaldırılması gerekmez mi?.. Yerel örgütleri kimlerin beslediği ortada… Suriye rejimine destek verenler herkesin malûmu… Pek çok ülke havadan ve karadan Suriye’yi bombalamasına rağmen bölgede Türkiye’nin kısa sürede elde ettiği başarıya ulaşamadı. Çünkü amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Böyle olunca Suriye’nin bataklık halinde kalması herkesin işine yarıyor. Bizce çözüm öncelikle bölge ülkelerinin anlaşarak temel kurallar oluşturması ve bu kurallar çerçevesinde başta Suriye olmak üzere Ortadoğu coğrafyasındaki bütün sancıların giderilmesi olmalı. İslâm ülkelerinin kendi aralarındaki güç ve çıkar çatışmasından kaynaklı bu zulmün giderilmesi için bir İslâm birliğinin oluşması gerektiği nasıl görülmez.

Stratejik Akıl Devreye Giriyor

Türkiye’nin Suriye hamlesi ile birlikte Ekim ayı içerisinde Türkiye’de düzenlenen enerji yolları konferansı kapsamında Rusya ile Türk Akımı projesi için imzalar atıldı. Bir yandan Azerbaycan ile Tanap projesi devam ederken Türk Akımı’nın da Anadolu coğrafyasından Avrupa’ya ulaşması çok stratejik bir karar. Buna İsrail’in Mavi Marmara hadisesinden sonra Türkiye’nin şartlarını kabul ederek anlaşma yoluna gitmesini de ekleyebiliriz. Zira İsrail’in Doğu Akdeniz’den çıkarttığı doğalgaz ve petrolün en güvenli ve az maliyetle Anadolu’dan geçecek olması bir gerçek. Önceki projeleri de saydığımızda Türkiye’nin doğu ile batı arasında bir enerji koridoru olduğu ve enerji yollarının güvenliğinin sağlanmasının herkesin yaranına olduğunu unutmayalım. Hammaddeyi üretmek kadar bunu dağıtmanın da çok önemli olduğu Ortadoğu’da son yaşanan olaylarda bir kere daha ortaya çıktı.

Bu bakımdan Türkiye’nin stratejisinin doğru olduğunun altını çizmeliyiz. Tıpkı bir asır önce Cennet Mekân Sultan Abdülhamid Han’ın demiryolu inşaaları ile dönemin güçlü devletleri arasındaki çıkar çatışmalarını kontrol altında tuttuğu gibi, enerji nakil hatları ile Türkiye de bütün devletlerin çıkarlarını elinde tutabilir. Böyle bir imkân ile de daha bağımsız politikalar üretmenin yolu açılabilir.

15 Temmuz’un içeride yakalanan millî birlik ile birlikte dışarıda da Türkiye’nin önünü açıcı bir etkisi olduğunu kabul etmemiz gerekir. 15 Temmuz hadisesinden gerekli dersler alınırsa günün moda deyişiyle Türk baharının da başlayacağını söylemek mümkün.

Türk’ün Ayranı Kabardı!..

Başta iktidar olmak üzere, muhalefet ve sivil toplum kuruluşları tarafından hiç nazara alınmayan, hattâ düşmanlarımızın bile önemsemediği milletimiz 15 Temmuz ihanetinde saf ve duru haliyle meydana çıktı. Eline sadece bayrak alıp başka bir ülkede olsa yıllarca filmleri çekilecek bir cesaret örneği ile vücudunu tank paletlerinin altına attı. İlk andan beri tehdidi fark etmesi, anlaması, bu tehdidin kime ve neye karşı yapıldığını algılaması, feraseti ile âdetâ çelik bir yumruk gibi duruma müdahale etti ve yumruğunu masaya vurdu. Hükümet bu iradeden aldığı güç ile içeride ihanet şebekesini temizlerken dışarıda da varlığını tehlike altında tutan maşalara karşı kararlı operasyonlara girişti.

Çok sevdiğim bir söz vardır: “Türk'ün ayranı kabarmasın!”

Kendi yöneticilerinin bile dikkate almadığı, yapılan plânlarda kendisine hiç hisse verilmeyen, kuş uçmaz kervan geçmez memleketlerdeki küçük kabileler kadar bile etkisi olmadığı düşünülen Türk Milleti bir kere harekete geçmeye karar verdi mi, neler yapabileceğini dosta düşmana göstermiş oldu.

Ümit edelim ki, bu cevher en mahir sanatkârın elinde işlensin ve devletimiz de dünyanın bütün mazlum ülkelerinin gözünde ve gönlündeki hak ettiği yerini alsın.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Ehl-i kubur ... - Sayı 118
Heybemden... - Sayı 118
Heybemden... - Sayı 117
Kanayan Yara... - Sayı 115
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Marksizm’in, her şeyin cevabını veremediği, “ilk insanı ve tabiatı kim yarattı” sorusuna “bunu ortaya atmakla tabiatı ve insanı yok farz etmiş oluyorsun. Bundan vazgeçersen, bu soruyu sormaktan da vazgeçersin” demesinden(diye karşılık vermesinden) anlaşılmaktadır. Ancak her şeyin cevabını verebilecek bir kriteryuma sahip olan “benim düzenimi kabul et, kurtulursun!” deme hakkına sahiptir.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş
Fatih Sultan Mehmet (4)


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13171007
 Bugün : 171
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 605391
 Bugün : 14
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 418
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim