Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     18400 kez okundu.     47 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Batylylar Osmanly?yy Anlatyyor
Cavid Kasımlı

  Sayı: 53 - Ekim / Aralık 2006

BİR ANEKDOT:

Ünlü Avusturyalı diplomat ve devlet adamı Metternich, 1800’lü yıllarda, bir Osmanlı devlet adamına “Yönetim işlerinizi düze- ne koyunuz ve düzeltiniz. Lâkin âdetlerinize ve yaşayış tarzlarınıza uymayan bir idare usûlü kurmak için eski idareyi yıkmayınız. Avrupa medeniyetinden, sizin kanun ve nizamınıza uymayan kanunları al- mayınız. Çünkü; Batı’nın kanunları, hükümetinizin temeli olan kanunların dayandığı usûl ve kurallara katiyen benzemeyen kaideler üzerine kurulmuştur.” diye öğüt vermiştir.


Osmanlı Devleti’nin kuruluşu dünya tarihinde önemli bir hadisedir. XIII.yüzyılda kurulan ve XVI.yüzyılda dünyanın süper gücüne çevrilen Osmanlı, Balkan Yarımadası’nın batı sınırlarından Arabistan Yarımadası’nın en ucuna kadar uzanan ve tüm Ortadoğu ile Kuzey Afrika’yı içine alan dev bir coğrafyayı kontrol ediyordu. Osmanlı bir cihan devleti olarak, 3 kıtada 600 yıldan fazla hüküm sürmüş, tarihin akışını değiştirmiş, birçok milleti asırlarca hakkaniyet prensibi ile içinde yaşatmış, kültür ve medeniyet alanında büyük gelişmeler göstererek insanlığın ve yeni medeniyetlerin gelişmesine ışık tutmuştur. Osmanlı Devleti, İslâm dünyasının liderliğini asırlarca sürdürdüğü gibi XVI. asırdan itibaren Türk-İslâm dünyasının sığınağı olmuştur.

Fakat, bu şanlı büyük devletin tarih sahnesine çıkışı maalesef lâyıkıyla anlaşılamamış ve oryantalistler tarafından Türkler (Osmanlı) “geri, barbar, ilkel bir millet” olarak, batı insanına anlatılmıştır. Dünya ve İslâm tarihinin önemli bir kesitini oluşturan Osmanlı Devleti, bir çok ciddi çalışmaya konu olmakla birlikte, hak ettiği düzeyde araştırmalara muhatap olamamıştır. Toynbee ve Braudel’e kadar, dünya tarihçilerinin Osmanlı tarihine bakışı, 19.yüzyılın “Şark Meselesi” çerçevesini aşamamıştır. Hattâ, birçok araştırmacı, Osmanlılar’ın yaptığı her şeyi sadece yakıp yıkmak olarak görüyor, fakat Devlet-i Âliye’nin altı asır hükümran olabilmiş bir toplum yapısını nasıl inşa edebildiğini görmek için hiçbir gayret göstermiyordu.

XIX.yüzyıldan başlayarak batı devletleri arasında “sömürgeleştirme” yarışı sürüyordu. Bu dönemde İngiltere, dünyanın en büyük siyasî gücüydü. Ayrıca Britanya İmparatorluğu, dünyanın en güçlü donanmasına sahipti ve Hindistan’dan Güney Afrika’ya, Mısır’dan Avustralya’ya kadar uzanan bir coğrafyada koloniler edinmişti. Fakat Britanya İmparatorluğu, fazla sömürge elde etmek çabasından el çekmemişti. İngiltere’nin sömürgecilik hedeflerinden biri de Osmanlı Devleti idi. Bu bakımdan İngiltere, 19.yüzyılın son çeyreğinden itibaren hedef aldığı ve sömürgeleştirmeye çalıştığı Osmanlı İmparatorluğu’na karşı sistemli bir propaganda savaşı uyguladı. Bu politikanın mimarlarının başında William Ewart Gladstone geliyordu. 1880-1885 yılları arasında İngiltere’nin başbakanlığını yürüten William Ewart Gladstone, Türk milletine sayısız hakaretler yöneltmiş ve tüm bunları da “Türkler, Asya’nın içlerine geri sürülmelidir.” şeklindeki emperyalist projelerine dayanak olarak kullanmaya çalışmıştı. O, bir konuşmasında: “Türkler insanlığın insan olmayan nümuneleridir. Medeniyetimizin bekâsı için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz. Türklerin yaptığı kötülükler sadece bir surette ortadan kaldırılabilir: Kendileri yok olmakla”. Gladstone, bu gibi sözlerinin yanında birtakım propaganda malzemeleri de oluşturuyordu. Londra’da Türkler’le ilgili “Bulgar Terörü ve Doğu Sorunu” isimli bir broşür yayınlamıştı. Kısa sürede birkaç baskısı yapılan broşürle İngiliz halkı Türkler’e karşı kışkırtılıyordu. Gladstone’un Osmanlı’yı alabildiğine kötüleyen broşüründe, “Türkler için en iyi yol pılı pırtılarını toplayıp, gitmeleridir.” çağrısı yapılmıştı.

Gladstone, 1880-1885 yılları arasında başbakan olarak iktidarda kalır ve onun zamanında Türk düşmanlığı politikası iyice yayılır. Özellikle basın, İngiliz kamuoyuna Türklük ve Osmanlılık kavramlarına karşı şiddetli bir beyin yıkama programı uygular. Uydurma haberler, “Türk barbarlığı”, “Türk vahşeti” gibi başlıklarla ön plâna çıkarılır.

Ancak Avrupa’da hakim olan bu ırkçı rüzgâra kapılmayan ve Türk insanını takdir edebilen sağduyulu kimseler de vardı. Onlar, Osmanlı topraklarına yaptıkları seyahatler ve araştırmalarla, Osmanlı barışını, adaletini, ahlâkını, temizliğini, yönetimi bizatihi görerek yazmış oldukları eserlerde gerçekleri anlatmışlardı. Bu makalede, yabancıların Osmanlı hakkındaki fikirlerini sizlere takdim ediyoruz.

OSMANLI BARIŞI

Fatih’in İstanbul'u fethiyle büyümeye başlayan Osmanlı Devleti, çok kısa sürede Balkanlara, Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya, Kafkasya’ya ve Avrupa’nın bir kısmına sahip olmuş ayrıca buralara komşu ülke ve coğrafyalarda da hâkim unsur haline gelmiştir. Osmanlı’yı en ilgi çekici kılan hususların başında daima, bünyesindeki farklı etnik-dinî kimliğe mensup sayısız millete ve uçsuz bucaksız bir coğrafyaya yüzyıllarca nasıl hükmettiği gelmiştir. Günümüzde, dünyaya güya nizam vermeye kalkışan batılı güçlerce dâhi bu durum “fevkalâde” olarak nitelendirilmektedir. Osmanlı yedi iklim üç kıtada, İslâmiyet’in insanlığa vaad ettiği ideal sulh ve selâmeti, çatısı altındaki topluluklar arasında herhangi bir ayrım gözetmeksizin, uzun asırlar boyunca gerçekleştirmeyi başarmıştır. Avusturyalı Türkolog Anton Cornelens Schaendinger, bu konuda şu isabetli tespitleri yapıyor: “İskender, Batı’dan Doğu’ya ve Hint’e kadar yayıldı. Cengiz Han, Avrupa ortalarına kadar at koşturdu. Lâkin hiçbirisi Osmanlı Türkleri gibi diğer insanların kültür ve din özgürlüğüne saygı göstermediler. Osmanlılar, hârikulâde bir nizam ve düzende asırlarca kendilerinden olmayan insanlarla barış içinde yaşadılar. Onun içindir ki, Avrupa’da dört asır boyunca kalabildiler.” İngiltere’nin Osmanlı büyükelçilerinden Sir Charles Elliot’un bununla alâkalı teşhisi fevkalâde yerindedir: “Uysallığın ve alçak gönüllülüğün diğer meziyetlerden daha fazla mükâfatlandırılması bir yana, eşitlik bakımından padişahların idare ettiği Osmanlı İmparatorluğu’nda, en az ABD’deki kadar eşitlik vardır.” Sicilyalı Türkolog Dr. Giovani Pampanini, bugün de geçerliliğini koruyan şu orijinal hükme varmıştır: ”Barış ve hoşgörü içinde birlikte yaşamak konusunda bugün dünya, Osmanlı’nın çok gerisindedir.”

Osmanlı, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bir denge unsuruydu. Pek çok etnik yapıları ve dinleri farklı toplum kesimlerinin taleplerinin buluştuğu ortak bir noktaydı. Kilise ile caminin yan yana durduğu bir üst kültürü tesis etmişti Osmanlı. Bu üst kültürün tesisi “ilâhî mesuliyet”e dayanıyordu. Fetihlerin zaten temel felsefeleri de bu ilâhî mesuliyete dayanan bir zihin dünyasının ürünü idi. Devletler fethetmek, yeni topraklar kazanmak, güçlü bir devlet kurmak, geniş halkalara hükmetmek gibi seküler dünyanın temel ideali olarak görülen hedefler, Osmanlı yöneticisi için bir araç olmaktan öteye gitmiyordu. Zira bütün İslâm toplumlarında hâkim zihniyet dünyalık elde etme esası üzerine değil “i’lây-ı kelimetullah” gibi üst bir ideal etrafında şekillenmişti. En azından teorik olarak böyleydi. Temel hedef, dinin yücelmesi, korunması, İslâm nimetinden bütün insanlığın istifadesi idi.

Tarihçi Gibbons, aynı mevzuda şu ifadeleri sarf etmekte: “Osmanlıların hoşgörüsü ister siyaset, ister hâlis insanlık, isterse başka bir şey olsun; şu bir gerçektir ki, Türkler yeni zaman içinde milliyetlerini tesis ederken, din hürriyeti umdelerini temel taşı olarak koymuş bir millettir. Sürekli Yahudi ve Hıristiyan tazyiklerine mukabil, Türkler'in Balkanlar’a girmesinden sonra, yerli gayrimüslimlerle yeni gelen Müslümanlar yüzyıllarca âhenk içinde yaşamışlardır.” Gibbons’un, başka bir değerlendirmesi de şöyledir: “(Osman Gazi) Ne kendisinin ne de kendisinden sonra gelenlerin müsamahakârlığına kimse bir şey diyemez. Eğer bunlar, Hristiyanlara ezâ etmeye, sıkıntı vermeye kalkmış olsa idi; Rum ve Ermeni kiliselerini yıktırmış olsaydı; Osmanoğulları’nın bu kadar gelişmesi, yerli halkın Müslüman olması mümkün olamazdı. Osman Gazi’nin eseri, daha devamlı ve neticeleri itibariyle tesiri çok daha geniş ve kapsamlı idi. O, sükûnet içinde iş görüyordu. Osman Gazi’den başka hiç kimse, 600 sene hüküm süren bir devlete adını verememiştir.” Fransız filozof Voltaire de yukarıdakilerle hemfikirdir: “Türk hükümdarı 20 ayrı dine mensup halkı, sulh ve sükûn içinde idare ediyor. Türk vakâyinâmelerinde, çeşitli din mensuplarının tevessül ettikleri herhangi bir isyana tesâdüf edilmiyor. (Filistin’e) İsrail’e, İran’a, Türkistan’a gidin, oralarda aynı sükûnet ve müsâmahaya rastlayacaksınız.” Lamartine’ye göre: “Onların yurdu, efendiler diyârıdır. Fazilet ve âlicenaplık bu milletin en büyük vasfıdır. Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında, fâtih millet ile fethedilen millet unvanından başka bir ayrılık yoktu. Müslüman Türkler’in, egemenlikleri altına aldıkları Hristiyan toplumlara, uygarca tanıdıkları dinî hoşgörünün kesin delilleri, bu yerlerdeki hayatın kendisidir. Bağdat ve Şam’dan Tuna’ya kadar, Karadeniz’den Adriyatik kıyılarına kadar her yer, İran, Suriye, Güney ve Orta Anadolu, Trakya, Bulgaristan, Sırbistan ve Arnavutluk, Hristiyan köy, kasaba ve şehirleriyle doludur.”

Osmanlı’nın, himayesindeki gayrimüslim tebaaya, hiçbir zaman müstemlekeci bir tutumla yaklaşmadığına, E. Alexander Powell tarihî misaller eşliğinde şöyle işâret ediyor: “Haçlılar, Filistin’de Müslüman esirleri keserken, İspanya’da engizisyonun dehşeti had safhada iken, bütün Avrupa ülkelerinde Musevîler hesapsız zulüm ve vahşete tâbi tutulurken, Küçük Asya’da Müslüman, Hristiyan ve Musevîler’in yan yana, tam bir dostluk içinde yaşadıklarını hatırlamak yerinde olur.” Batı âleminde yaşanan zorbalık ve barbarlık dönemlerinde, değişik din ve mezhebe mensup pek çok millet için yegâne “sığınak ve iltica cenneti” olarak Osmanlı ülkesinin tercih edildiği hakikatine ise, Felix Valyi şu şekilde temas etmektedir: “Müslüman yönetimin hoşgörüsü konusunda en mühim tanıklık, takibe uğrayan Hristiyanların ve diğer mezhep mensuplarının kendi dinlerini serbestçe icra edebildikleri Müslüman topraklarına iltica edişleridir. l5.asır sonlarında takibata uğrayan İspanya Musevîleri büyük bir topluluk olarak Türkiye’ye iltica etmiştir.” Hans Barth’a göre: “Türkler, Kur’ân-ı Kerim’e uyarak, herkesin kendi usûlünce ibadet etmesine müsaade ettiler. Hristiyan Avrupa’nın bizzat Hristiyan kanı döktüğü ve inançları değişik olanlara vahşice zulümler yapmaktan zevk duyduğu bir devirde Osmanlı İmparatorluğu, engizisyonun bulunmadığı yegâne memleket oldu. İnançları yüzünden takibe maruz kalanların tarih boyunca hep Osmanlı İmparatorluğu’nda melce bulabildiklerini görüyoruz. Türkiye’yi kendilerine yeni bir vatan yapmış Yahudilerin, Polonyalı, Macar, Alman ve İtalyan hürriyetperverlerin sayısı hesap edilemeyecek kadar çoktur.”

Konuyu daha fazla uzatmadan şunu söyleyebiliriz ki: Osmanlı Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar Müslüman olmayan tebaasının inançlarını yaşamalarına onların haklarını daha rahat bir şekilde kullanmalarına zemin hazırlıyordu. Arşiv belgeleri ile mahkemelerde verilen kararların yazıldığı ve adına “Şer’iyye Sicilleri" dediğimiz defterlere bakıldığı zaman, Osmanlı tebaası arsasında sırf dinlerinden dolayı bir ayırımın yapılmadığı görülür.


OSMANLI İNSANINDA AHLÂK, NAMUS VE HAYÂ

Osmanlılar’daki dînî yaşayış, imanı güçlendirdiğinden ve içtimâî dengeyi sağladığından hırsızlık ve gasba giden yollar vakıf müesseseleri ile kapanmış oluyordu. Maddî ve manevî zaferlerin temelindeki müessir, helâl kazanç idi. Osmanlılar, doğruluk hususunda eşsiz, namus konusunda da son derece hassas bir gönül yapısına sahiptirler. Bu halleri, pek yüksek ve müstesna bir fazilet arz eder ki, bu da, Kur’ân-ı Kerim ile sünnet ahkâmından kaynaklanır. Diğer taraftan Osmanlı’da doğruluk ve namus anlayışı, yalnız kendilerine değil, ırk ve mezhep ayırımı yapılmaksızın bütün milletlere karşı tatbik edilen umumi bir şuur halindedir. Gerek sultanların talimatları, gerekse ahali ve askerlerin tavır ve davranışlarında pek bariz bir şekilde görülen bu hassasiyet, düşmanlarımız tarafından bile itiraf ve ikrar edilmiştir. Bu yüksek faziletin yaşandığı Osmanlı’da tabiî bir netice olarak birçok ticarî ve iktisâdî antlaşmalar senetsiz yapılmıştır. Tek bir kişinin yıllarca dağlardan altınlar naklettiği halde hiçbir tecavüze uğramaması da, Osmanlı’daki eşsiz doğruluk ve namus mefhumunun başka yerlerde misli görülmemiş bir tezahürüdür. Memlekette görülen birtakım hilekârlık, sahtekârlık ve eğrilik gibi menfiliklerin, müslüman ahaliden ziyade gayrimüslimlere münhasır olduğu yabancılar tarafından da açıkça ifade ve itiraf edilmiştir. Meşhur seyyah de La Motraye “Ben Osmanlı mülkünde takriben ondört sene kaldım. Bütün şekâvetler gibi hırsızlığın da son derece nadir olduğunu gördüm. Hususiyle İstanbul’da hiçbir hırsızlık hadisesi olmadığına şahit oldum. Yol kesip haydutluk yapanların cezası ağırdı. Ondört sene içinde bu cezaya altı haydut çarptırıldı. Bunlar da hep Rum ırkından idi. Türkler’de yankesicinin olduğu malûm değildi. Bunun için ceplerin, el çabukluğundan korkusu yoktu.” diye yazıyordu.

İngiltere’nin İstanbul sefirliğinde bulunmuş olan Sir James Porter “Osmanlı’da yol kesme, ev soyma, dolandırıcılık ve yankesicilik gibi hadiseler âdeta meçhul gibidir. Harp halinde olsun, sulh halinde olsun, yollar da evler kadar emindir. Bilhassa anayolları takip ederek bütün Osmanlı mülkünü en mutlak bir emniyet içinde baştan başa dolaşabilmek her zaman mümkündür. Dâimi bir seyr-u seferle yolcu adedinin çokluğuna rağmen vukuâtın fevkalâde azlığına hayret etmemek kâbil değildir. Nice yıllar içinde ancak nadir hadiselere tesadüf edilebilir.” Fransız generallerinden Comte de Bonneval: “Haksızlık, tefecilik, tekelcilik ve hırsızlık gibi suçlara Türkler arasında rastlamak mümkün değildir. Gerek vicdânî bir akideden, gerekse ceza korkusundan dolayı olsun, Türkler o kadar dürüstlük gösterirler ki, insan ister istemez onların doğruluklarına hayran kalır.” der. Ubucini “Bu muazzam payitahtta dükkân sahipleri, herkesçe malum vakitlerde dükkânını açık bırakıp namaza gider. Geceleri evlerin kapıları alelâde bir mandalla kapatılır. Buna rağmen senede yalnız üç-dört hırsızlık vak’ası bile olmaz. Ancak ahalisi sırf Hristiyanlardan ibaret olan Galata ile Beyoğlu’nda ise hırsızlık ve cinayet vak’alarının yaşanmadığı bir gün bile geçmez. Taşralarda da iffet ve istikamet aynı derecededir.” A de la Motraye şöyle der: “Türkler’in namuslu oluşlarını ifâde etmek hususunda bir an bile tereddüt edemem. Ben dalgın bir kimseyim. Muhtelif dükkânlardan öte beri satın alırken bazen kesemi, bazen vakti anlamak için baktığım saatimi eşya yığınları arasında unuttuğum çok olmuştur. Bazen de vereceğim paranın iki mislini bıraktıktan sonra, dükkâncının fazla verdiğim parayı görmesine vakit kalmadan çekip gittiğim olur. Fakat şunu ifade edeyim ki, benim bütün bu hallerime rağmen Türk dükkânlarında hiçbir şeyim ve bir tek meteliğim bile kaybolmamıştır. Zira dükkâncılar, vaziyeti anlar anlamaz peşimden hemen adam koştururlar. Eğer dalgınlığımın neticesini anladıktan sonra dükkâna dönememişsem, o zaman da unuttuğum şeyi iade için ikâmetgâhımın bulunduğu Beyoğlu’na kadar adam gönderirler. Bu hal bir kez değil, defalarca tahakkuk etmiştir.” İsveç’in İstanbul sefirliğini yapan d’Ohsson: “Osmanlı Türkleri, diğer faziletleri kadar namusluluk, dürüstlük ve doğruluk gibi Kur’ân’ın en kıymetli ahkâmına dayanan meziyetleri itibariyle de takdire şayandırlar. Onların medh-ü senâ edilecek meziyetlerinden biri de, verdikleri söze sadık olmalarıdır. Onlar, başkalarını aldatmaktan ve emniyeti suiistimal ile bir kısım insanların saflığından istifadeye kalkışmak ve istismar etmekten büyük bir vicdan azabı duyarlar. Kendi aralarındaki bütün muamelelerine yerleşmiş bulunan bu kemali, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun, bütün yabancılara karşı da aynı şekilde gösterirler. Bu noktada müslimle gayrimüslim arasında hiçbir fark gözetmezler. Çünkü onlar, her türlü gayrimeşrû kazançları İslâmiyet bakımından haram sayarlar ve meşrû olarak kazanılmamış bir servetin ne bu dünyada, ne de ahirette hiçbir hayrı olamayacağına kat’î surette iman ederler.” demektedir. A. L. Castellan’ın Osmanlı’daki eşsiz namusa dâir anlattığı şu hadise, çok ibretlidir: “Dostlarımdan biri anlattı: İçinde bin kuruş bulunan bir torba ile İstanbul’dan Beyoğlu’na dönüyordum. Tophane iskelesine çıkarken torbam yırtıldı. İçindeki bütün paralar da dökülüp rıhtımın üstüne dağıldı, bazıları da denize yuvarlandı. Ben «Eyvah!» bile diyemeden hemen oradaki halk, paraların üstüne üşüştü. Herkes bulabildiği kadar topluyordu. Ben şaşkınlıktan donmuş bir vaziyette ne yapacağımı bilemiyor, sadece bu hareketleri büyük bir endişe içinde takip ediyordum. Ne göreyim! Herkes, topladığı paraları deniz kenarında kalan torbama koyuyordu. Bunun üzerine içim biraz ferahladı. Hattâ kayıkçılar da, suya dalıp, denizin dibine gitmiş olan kuruşları çıkarmışlardı. Bütün bunlara karşı cömertlik göstermek istedimse de vazifelerini yapmış olduklarından bahsederek her biri bir tarafa çekildi. Zaten o kadar kalabalıktılar ki, hepsine bahşiş yetişmezdi. Toplanan bütün paralar torbaya konduktan sonra bir hamal da onu yüklenip doğruca evime kadar götürdü. Eve girdikten sonra büyük bir merak içinde paramı hemen saymaya başladım. Birçok ziyana uğramış olduğumu zannediyordum ki, bin kuruşumun da tam olarak torbada olduğunu görünce hayretler içinde kaldım. Gözlerime inanamadım; bir daha saydım. Evet tek bir kuruşum bile eksik değildi. ”

Fransız şairi Lamartine de, seyahatnâmesinde İstanbul’dan ayrılırken Eyüp Sultan’da bir kahvenin önünden hareket edişini şöyle anlatır: “... Yola çıkışımızı seyretmek için halk etrafımıza toplanmıştı; fakat hiçbir hakarete uğramadığımız gibi eşyamızdan da hiçbir şey zâyi olmadı. Osmanlı’da doğruluk, sokaklarda dahi bir fazilet halindeydi. Kahvenin önündeki ağaçların altında oturanlar ve yoldan gelip geçen çocuklar, at ve arabalarımıza eşyalarımızı yüklerken bize yardım ettiler. Yere düşen öte berilerimizi ve unuttuğumuz şeyleri toplayıp kendi elleriyle bize getirdiler.”

İmandan bir şube olan hayâ ve buna bağlı olarak gönle yerleşen tevâzu, Osmanlı’nın mümtaz vasıfları arasındadır. İffet ve ismet mefhûmunun hayata tatbiki hususunda Osmanlılar, son derecede hassas davranmışlar ve bu sayede cemiyet nizâmını ayakta tutabilmişlerdir. Edep ve hayâ ile tevâzunun menbaı olan İslâm’a pek sıkı bir şekilde bağlılık göstermişler, birçok mevzuda olduğu gibi bu hususlarda da asla taviz vermemişlerdir. Öyle ki, bir kadının saçına uzanmaya yeltenen kâfir elini, bir harp sebebi saymışlardır. Onlar, hayâ esaslarına riayetle yükselmiş ve öz benliğini koruyabilmişlerdir. Bugünkü tabirle o yapının halkı, “temiz toplum” halinde tarihte tebârüz eden müstesna bir mevkii hâiz olmuşlardır. A. Brayer şöyle der: “Müslüman Türkler arasında hayânın bir neticesi olarak kibir ve gurur adetâ yok olmuştur. Çünkü kibir ve gurur, İslâm’ın pek şiddetli bir şekilde yasakladığı menfîliklerdendir. Şöyle buyurulur: “Yeryüzünde sakın azametle yürüme, insanlardan nazarlarını gururla çevirme!” “Mütekebbir ve mağrûr olandan Allah nefret eder.” “Harekâtında mütevazi ol, yavaş sesle konuş!” “Kibir cehâletten ileri gelir, âlim asla mağrûr olmaz.” “Tevâzu insana necâbet verir.” Bundan dolayıdır ki, Osmanlı’nın yürüyüşünde vakar ve ihtişam olmakla beraber asla kibir ve azamet yoktur. O, daima yavaş sesle konuşur. El ve kol hareketlerinde hiçbir zaman mütehakkimâne bir edâ sezilmez. Hizmetinde tatlılık ve kolaylık vardır.”

Türk’ün namuslu bir hayat yaşamak konusundaki kararlılığı batılı yazarların kitaplarına konu olmuştur. Örneğin, Türkiye’yi gezen Fransız yazar Aubry de la Motraye, Türk milletinin namusuna düşkünlüğünü özellikle belirterek başından geçenleri şöyle anlatmıştır: “Birçok tanıdıklarımın ve bilhassa daimî dalgınlığımdan dolayı herkesten fazla benim başıma gelmiş bir hal vardır: Muhtelif dükkânlardan öte beri satın alırken para vermek için koynumdan çıkardığım kesemi veyahut vakti anlamak için baktığım saatimi eşya yığınları arasında unuttuğum çok olmuştur. Bazen de vereceğim paranın iki mislini bıraktıktan sonra dükkâncının mallarını ortadan kaldırıp yanlışlıkla fazla verdiğim parayı görmesine vakit kalmadan çekip gittiğim olurdu. İşte bu dalgınlığıma rağmen Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek bir meteliğim kaybolmamıştır; çünkü o gibi vaziyetlerde dükkâncılar peşimden adam koşturmuşlar ve hatta eğer dalgınlığımın neticesini anladıktan sonra dükkâna dönmemişsem, unuttuğum şeyi iade için ikametgahımın bulunduğu Beyoğlu’na kadar adam gönderip bir çok defalar beni aratmışlardır. Meselâ bir gün küçük bir Türk dükkânının önünde durmuştum. Bu yelpazeci dükkanında Türk erkeklerinin yaz sıcaklarında kullandıkları yelpazeler satılıyordu. Bir çoklarına baktım; düz deriden ve en harcıâlem olanlarından birini alıp parasını verdikten sonra çekip gittim. Aradan tam üç hafta geçtikten sonra bir gün tesadüfen yelpaze aldığım dükkânın önünden geçerken, yelpazeci beni görür görmez çağırıp saatimi gösterdi. Elime teslim etti. Ben bu Türk namuskârlılığının daha yüzlerce misalini sayabilecek vaziyetteyim. Bizzat kendi başımdan geçen vak’alar otuzdan fazla olduğu halde, bunların hiçbirinde hiçbir zaman Türkler’in namuskârlılıktan ayrıldıklarını görmedim.”


OSMANLI YÖNETİMİ VE ADALET

Osmanlı idaresindeki topraklarda, tarihimize kara bir leke olarak geçecek herhangi bir sömürgeciliğe, ırkî asimilasyona, kültür emperyalizmine, din değiştirme baskısına, hele de etnik temizlik uygulamalarına rastlamak kesinlikle söz konusu olmamıştır. Osmanlı bir Türk Devleti olduğu halde, hükümet başkanlığına gelen 215 vezir-i azamın (638 yıllık dönem içinde) ancak 78’i Türk ötekiler de muhtelif milliyetlere mensupturlar. Hatta Osmanlı vezir-i azamları içinde Türkçe’yi hiç bilmeyenler de vardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde adalete öylesine saygı duyulmuştur ki, kadı, Fatih Sultan Mehmet gibi bir hükümdarın ellerinin kesilmesine karar verebilmiş, Fatih de kadı’nın kararına saygı duymuştur. Bir başka Osmanlı kadısı, Yıldırım Beyazıt’ın şahitliğini kabul etmemiştir. Başka bir olayı dikkatinize arz edelim. Sultan Süleyman bir gün Süleymaniye Camii’ni inşa ettireceği arsa üzerindeki bir Yahudi’nin evini parasıyla istimlâk etmek istedi. Yahudi, bu satışa razı olmadığından Sultan müftüye müracaat etti. Müftü şu kararı verdi: Sultan bir mukavele ile Yahudi’nin evini kiralayabilir. Kanunî, karara boyun eğdi. Tarihçi Malet’in “Orta Çağ” isimli eserinde yer alan şu enfes tahlili, mevzuyu kat’i bir sarâhatle ispatlıyor: “Osmanlı fütuhatı zamanında bir Sırp, Bulgar, Yunan Hükümetleri olmamıştır; ama Türkler milletlerin sosyal varlıklarına hiç dokunmadıkları içindir ki, bağımsızlıklarını kazanınca kolayca millî devlet haline gelebilmişlerdir.” Voltaire’in şu görüşü, mezkûr gerçeği daha da muhkemleştirmekte: “Sultanlar müstebit değildir... Türk Devleti demokrasidir... Hiçbir Hristiyan Devleti, kendi topraklarında Türkler’in bir camisi bulunmasına müsaade etmez. Oysa, Türkler bütün Rumlar’ın kiliseleri olmasını hoş görürler.” Ubicini de bunu teyid ediyor: “Avrupa’nın, sinesinden söküp attığı bedbahtlar, padişahın misafirleri olunca, kendi vatanlarında mahrum oldukları hürriyet ve emniyete kavuşuyorlardı. Aynı himaye bütün dinler ile mezheplere teşmil edilmiş ve Türkler’i barbar sayan Garp milletleri, onlardan müsâmaha ve insaniyet dersleri almaya başlamıştı.”

Osmanlı ile ilgili derin tetkikleri neticesinde, tesis ettiği düzen ve medeniyete hayran kalan Yunanlı Yazar Michel de Grece de, Osmanlı’nın yeri doldurulmaz bir denge unsuru ve emniyet sübabı vazifesi ifâ ettiğine şu çarpıcı yaklaşımıyla parmak basmıştır: “Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından çok üzüntü duyuyorum. Çünkü Osmanlı Devleti dünya dengesini ayakta tutan bir güç olmuştu.”

İngiliz Tarihçi Albert Howe Lybyer’ın “Osmanlı’nın idaresi uzun bir tecrübe devresinden geçiyor. Yeryüzünde bu kadar büyük çapta ve o nispette cesarete, atılganlığa bağlı bir teşebbüs pek o kadar görülmüş değildir. Tarihte bunun benzerlerini iki yerde görüyoruz: Biri Eflâtun’un İdeal Cumhuriyeti’nde ki bu, mefkûreci bir hüviyet taşır. Diğer hakiki olanı da Mısır Memlûklarıdır. Osmanlılar, Memlûk sistemine galebe çalmış ve ondan daha uzun ömürlü olmuştur. ABD’de, memleketin ücrâ köşelerinde kaba saba işlerle meşgul olan insanlar başkanlık sandalyesine oturmuşlardır. Fakat bu mevkilere namzet olanların Hristiyan dinine mensup olmaları gerekmektedir. Osmanlılar, bu namzetlerin çoğunu bilerek köleler arasından seçtiler. Onlardan devlet bakanları yetiştirdiler. Sığırtmaçlar, çobanlar saray memurları oldu; padişah kızlarıyla evlendiler. Babaları, anaları yüzyıllardan beri Hristiyan olan delikanlıları, vali ve general olarak terbiye ettiler. Bunlar arasında, hilâli yükseltmek, sâlibi yok etmek için savaşan ordulara kumanda edenler vardı. Modern demokrasi, Osmanlı’nın tarzıyla mukâyese edildiğinde; kifâyet, fırsat verme ve mükâfatlandırma cihetlerinden kör, şekilsiz ve müsrifâne olduğu görülür.”


OSMANLI’DA TEMİZLİK

Avrupalı seyyahların kayıtlarında Osmanlı insanının çok temiz olduğu yazılmaktadır. Bunlardan bazılarını dikkatinize arz edelim. Fransız Doğu gezgini Jean Thevento,1655-1656 yıllarında İstanbul’da kalmış ve Osmanlı insanının nasıl yaşadığını kendi sefernâmesinde kaydetmiştir. Onlardan bazıları: “Türkler sıhhatli yaşarlar ve az hasta olurlar. Bizim memleketlerdeki böbrek hastalıkları ve daha bir sürü tehlikeli hastalıkların hiçbiri onlarda yoktur. İsimlerini dahi bilmezler. Öyle zannediyorum ki, Türkler’in bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık yıkanmaları ve yiyip içmedeki itidalleridir. Onlar, gayet az yerler. Yedikleri de, Hristiyanlar gibi karmakarışık değildir. Yemeklerden evvel ve sonra elleri yıkamak, Türkler arasında vazgeçilmeyecek derecede umumi bir âdet hükmünü almıştır.” Yine aynı yazara göre: “Türkiye’de sofradan kalkılır kalkılmaz mutlaka ellerle ağızlar yıkanır. Önünüze sıcak suyla sabun getirilir. Büyüklerin konaklarında ya gül suyu ya da güzel kokulu başka bir su da ikram edilir. Bunlarla da mendilinizin bir ucunu ıslatırsınız.” Başka bir Avrupalı, Durdent: “Türkler, dînî bir vazife olarak günde beş vakit namaz kılmak ve birçok defa abdest almakla mükelleftirler. Onlar bu şekilde rûhen de temizleneceklerine inanırlar.” diye yazıyordu. Bu konuda Dr. Brayer de Durdent ile hemfikirdir. O, bu konuda şöyle yazmaktadır: “Osmanlı, yıkanıp temizlenmeyi hiçbir zaman ihmal etmez. Tâkatten düşse bile çocukları, uşakları veya hanımı vasıtasıyla yıkanıp temizlenir. Öldüğü zaman da cenazesi bile şeriat ahkâmına göre yıkanıp temizlenmeden tabutuna konulmaz. Oysa Avrupalılar, hastalandıklarında veya tâkatten düştüklerinde temizlik kaygısını umumiyetle unutuverirler. Ölünce de evinde bulunabilen en kötü beze sarılıp dikildikten sonra tabuta konulurlar. Ailesi cesedinin en sathî bir şekilde temizlenmesini aklından bile geçirmez.”


OSMANLI’DA MİSAFİRPERVERLİK

İyilikseverlik, hayırseverlik gibi faziletler Türk ahlâkının ayrılmaz parçalarıdır. Türk’ün insaniyeti, misafirperverliği, hayrat ve hasenatı asırlar boyunca dillere destan olmuştur. L.H. Delamarre bu konu hakkında şöyle yazmaktadır: ”Bütün gezilerimde Türkler’in hatırşinaslıklarıyla lütufkârlıklarını gösteren birçok olaylarla karşılaştım. Şahit olduğum deliller beni bu milletin iyi kalpli ve insanı minnettar edecek hareketlere pek meyyal olduğuna... ikna etmiş oldu. İstanbul civarındaki gezintilerimde ben hep bu milletin lütufkârlığıyla misafirperverlik aşkına şahit oldum. Rast geldiğim hangi Türk’e yol sorsam, hemen bana rehberlik etme teklifinde bulunuyor, yiyecek ve içecek şeyler hususunda elinden gelen ikramda kusur etmemek suretiyle de hep aynı kibarlığı gösteriyordu." Du Loir’in “Les voyages du sieur Du Loir “ adlı eserinde Osmanlı hakkında şöyle yazmaktadır: “Türk örf ve âdetlerinin son özelliğini de birkaç kelimeyle özetleyeyim.Yalnız insanlar değil, hayvanları bile kapsayan hayırseverlikten söz etmeğe değer. İnsanlara ait olan Türk hayırseverliği cemiyetin her kesimini içine alır.Bütün Osmanlı’da imaret denilen misafirhaneler vardır. Bunlarda hangi dinden olursa olsun bütün fakirlere ihtiyaçları oranında yardım edilir. Hiçbir ayırım yapılmaksızın bütün yolcular imaretlerde üç gün kalabilirler ve kaldıkları müddetçe her öğün birer tabak pilavla ağırlanırlar. Bu misafirhanelerde atlar için büyük ahırlardan başka çeşmeler de yer alır. Bazen bu çeşmelerin suları çok uzak yerlerden getirilir. Şehirlerdeki bu imaretlerden başka, yol boylarında herkese açık Kervansaray denilen binalar da vardır. Yakındoğu’da bunlardan başka otel yoktur. Bazı Türkler de hayrat olarak yol boylarında yolcuları susuzlukdan kurtarmak için çeşmeler yaptırırlar. Bazıları da şehirlerde sokaklardan gelip geçenler için sebiller yaptırır; bunların içinde aylıklı memurlar bulunur,vazifeleri isteyenlere su vermektir. Yine aynı iyilik ve yardımseverlik duygusu kimisinin nehirler üzerine köprüler yaptırmalarına sebep olur. Bütün bunlardan daha ilgi çekici ve takdir edilecek olanı da binaları yaptıranlar kendilerini beğenmiş kimseler olmamalıdır.”


SONUÇ

Sonuç olarak, yukarıda zikredilen, sözlerin hemen hemen hepsi, gayrimüslimlere aittir. Kendi içimizdeki gözlerle ecdadı tanımaya çalışmak taraflı bir sonuca götürebilir belki ama, kimi zaman Osmanlı’nın hasımları sayılabilecek seyyahların söylemiş oldukları sözler, ne temiz ve pak bir ecdada sahip olduğumuzun isbatı...

Kaynaklar:
1.H. A. Gibbons, "The Fondation of the Ottoman Empire", Londra, 1968
2.Vehbi Vakkasoğlu, "Osmanlı İnsanı", İstanbul 1999
3.Voltaire, "Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler"
4.Mehmet Kafkas, "Geçmişi Bilmek", I cilt, İzmir 1994
5.İsmail Parlatır, "Yabancıların Gözüyle Türkler ve Türkiye", İstanbul 1993
6.M. Turhan Tan, "Tarihte Türkler İçin Söylenen Büyük Sözler"7.İsmail Çolak, "Yeni Dünya Düzeninde Osmanlı’yı Aramak", İst. 2000
8.Cemal Kutay, "Tarihte Türkler Araplar", İst. 1970
9.İbrahim Refik, "Tarih Şuuruna Doğru", c.3, İst. 2001
10.Ömer Naci Bozkurt, "Türk ve Türklük", Ankara 1994
11.Muhammed Yahya, "Osmanlı Nizamı Çatışmaya Deva", Tarih ve Düşünce Dergisi
12.Halil İnalcık "The Ottoman Empire, The Classical Age 1300-1600", Phoenix 1994
13.Ahmed Akgündüz "Belgeler Gerçekleri Konuşuyor", İzmir 1990
14.Cemil Meriç "Umrandan Uygarlığa" İst. 1979
15.Sencer Divitçioğlu, "Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu", Eren, İst., 1996
16.Paul Wittek, "The Rise of the Ottoman Empire", Londra 1967
17.H. İnalcık, "Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Problemi", Doğu-Batı, S. 7 (Mayıs-Temmuz 1999).
18.M. F. Köprülü, "Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu",TTK, Ankara, 1984
19.Samiha Ayverdi, "Türk Tarihinde Osmanlı Asırları", cilt 1, Damla Yy, İst. 1976
20.Halil İnalcık, "Osmanlı’nın 700.Yılı" COGITO,özel sayı.
21.Feridun M.Emecen, "Cihan Devleti’nde Hukukî Yapı", Tarih ve Medeniyet Dergisi,1995
22.Dr.Baymirza Hayit, Türkistan’dan Osmanlı Devletine, (VII Uluslararası Türkoloji Kongresi’ne sunulmuş tebliğ-1999)
23.Yılmaz Öztuna "Büyük Türkiye Tarihi", Ötüken Yy1983
24.Ömer Faruk Yılmaz, "Belgelerle Osmanlı Tarihi",Osmanlı Yy 1998
25.Seyfullah Arpacı, "Osmanlı Hoşgörüsünün adı: Millet Sistemi", Sızıntı
26.Ahmet Akgündüz, "Bilinmeyen Osmanlı", Osam yayınları, İstanbul 2000
27.Rıfat Pirim, "Osmanlı Tarihini Nasıl Okumalıyız?", Sızıntı
28.Ziya Demirel, "İnsana saygı medeniyeti "Sızıntı, 2005
29.Haluk Sena Arı, "Osmanlı’da Aile Hayatı",Nesil Yy, İst. 2000
30.İbrahim Refik, "Ulu Çınarın Gölgesinde" Albatros Yy, İst. 2004
31.Yahya Kemal Beyatlı, "Kendi Gök Kubbemiz", İst. 2004
32.Norman İtzkowitz "Osmanlı İmparatorluğu ve İslamî Gelenek", İst. 1989
33.Yılmaz Öztuna, "Türkler,Araplar,Yahudiler",İst. 1998
34.Necdet Sevinç, "Osmanlılarda Sosyo-ekonomik Yapı", I cilt Kutsun Yy 1978
35.Raphaella Levis, "Osmanlı Türklerinde Gündelik Hayat" İst. 1973
36.Muzaffer Sencer, "Osmanlı Toplum Yapısı", İst. 1969
37.Paul Coles, "Avrupa’da Osmanlı Tesirleri", İst. 1975
38.Richard Peters, "Batı Gözü İle Türk Tarihi", İst. 1975
39.Ogier Ghiselm de Busbecg "Türkiye’yi Böyle Gördüm"
40.Ö.Demirel, A.Gürbüz, M. Tuş, "Osmanlı’da aile,Ev,Eşya,Giyim,Kuşam", Sızıntı
41.M.Philips Price "Türkiye Tarihi-İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Kadar", İst.1977
42. M. d’Ohsson, Tableau General de I’Empire Otoman
43. A. Ubicini, La Turquie Actuelle, Paris, 1855
44. T. Thornton, Etat Actuel de la Turquie

Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : merve 01.05.2010    01.05.2010
Yorum : osmanlı tarihi hayatın tuzu biberi




Ekleyen : lale    04.10.2008
Yorum : Osmanlı bir derya...bu deryadan kesintiler bizi mest ediyor.Çok güzel bir yazı ellerinize ,yüreğinize sağlık.




Ekleyen : MUTLU KUL?ABAY    23.06.2008
Yorum : ÇOK GÜZÜL ETKİLİ ANLATIMLI BİR MAKALE TEBRİK EDİYOR VE BÖYLE KALİTELİ YAZILARINIZIN DEVAMINI DİLİYORUM...




Ekleyen : nazly    26.05.2007
Yorum : ya bide oğuzların doğruluk ve adalet içindeki yerini yazarsanız çok sevinirim




Ekleyen : pasa ivgen    
Yorum : yaziniz cok guzel basarilarinizin devamini dilerim




Ekleyen : ilkin    
Yorum : Birce kelime ile. HELAL OLSUN




Ekleyen : Faxri Demirov    
Yorum : Yaziniz cox xoshuma geldi. Bele yazilara daha cox ehtiyac oldugunu dushunurem.




Ekleyen : Samir    
Yorum : COX BEYENDIM.. DAVAMI OLARSA COX GOZEL OLAR.... BU YAZISINA GORE CAVID QASIMOB BEYE COX TESEKKUR EDIRIZ.. SIZLERE DE BU YAZINI DERC ETDIYINIZE GORE TESEKKUR EDIREM!!!!




Ekleyen : Samir    
Yorum : Batılılar Osmanlı’yı Anlatıyor Cavid Kasımlı cox tesekkur eirem... bu yazilar seriyasinin davamini dileriz.. sizlere ve ekibinizi bu yazini eklediyiniz icin tesekkurler




Ekleyen : Yasar Sukurov    
Yorum : Cavid Beyi guzel makalesinden dolayi tebrik edirem Sayqilarimla Yasar




Ekleyen : cavanshir    
Yorum : makalenizi chok beyendim..Geleceyimiz achisindan boyle maklalelere daha chok intiyacimiz var..genc nesil tarihini iyi bilmeli ki geleceyini sa]lam kursun..ishlerinizde basharilar..




Ekleyen : Mehman Harunov    
Yorum : Yazmis oldugunuz meqalede Osmanlinin ehate etdiyi erazilerde 20 ayri dine mensup milletlerin nece birge anlayis ve sukunet icerisinde yasadigi vurgulanib. Eslinde bu Avropanin bugunku dini qutbleshmeye yonelik addimlari qarshisinda gozel bir yashayish numunesidir. Dini toleyrantligin mevcud olmadigi ve hegemonluga iddiali dovletlerin sonu her zaman qaranliqdir. Sizin bu yazinizi cox beyendim ve isterdim ki, diger ecnebi dillere de tercume edilsin ve `BATILILAR`a anlatilsin. Tesekkurler.




Ekleyen : Yadigar Ismayil    
Yorum : Cavid Beye tesekkur edirem.Simdi Osmanli tarihinin oyrenilmesine daha cok ihtiyac vardir. Sayqilarimla Yadigar Ismayil.Prof.Dr




Ekleyen : mihman    
Yorum : hakikaten de cok guzel bir yazi.




Ekleyen : Veysel Memmedov    
Yorum : Cavid beyin makalesini cok beyendim.Osmanli tarihinin Bize malum olmayan taraflari gosterilmekdedir. Sayqilarimla Prof.Dr.Veysel Memmedov




Ekleyen : Fuad Ahundzade    
Yorum : Azerbaycanda Sovyetler doneminde Osmanli tarihinin arasdirilmasi cok arka pilanda saklanilirdi.Simdi Azerbaycanda Osmanli tarihi yenice arasdirilir.Cavid beye tesekkurler edirem.PR.Dr




Ekleyen : yusuf    
Yorum : Slm.bu yazısından dolayı kıymetli hocamız Dr.Cavit Beye tesekkürlerimi iletiyorum.Devamını bekliyoruz.Azerbaycanda Osmanlı tarihi Sovyetler birliği zamanında hep kötü anlatılmış.Hocamiz bu işin şu anda Azerbaycanda ilk tohumlarını atmaktadir.BİTMEZSE TOPRAK UTANSIN!..._Yusuf Çelik.BAKÜ DEVLET ÜNİVERSİTESİ_GAZETECİLİK BÖLÜMÜ 2.SINIF ÖĞRENCİSİ.Başarılarınızın devamını dilerim.




Ekleyen : Mustafa Ozcan    
Yorum : Gunumuzde her gercekleri aciklama da cetinlik cekmektedir bunu babayigitce aciklayan Cavid beye tesekkur edioyorum




Ekleyen : Kamil Kirli    
Yorum : Cavid Beye tesekkur edirem.




Ekleyen : Vurgun Haciyev    
Yorum : Kendisine tesekkurler ediyorum.




Ekleyen : Qudret Ismayilov    
Yorum : cavid Beye guzel arasdirmalarindan otru tesekkur edirem.




Ekleyen : Elxan Usubov    
Yorum : Osmanli tarixinin oyrenilmesine cox eytiyacimiz var.Arxivler acilmali.Hak ve edalet oz yerini tapmalidir.




Ekleyen : Rauf Memmedov    
Yorum : Zaman kecdikce Osmanlinin boyukluyu ve ezemeti ortaya cixir.Cavid Beye oz tesekkurlerimi bildirirem.




Ekleyen : Vasif    
Yorum : Cox gozel ve menalidir




Ekleyen : Behmen Kerimov    
Yorum : Cavid bey! Size ugurlar.osmanlini sevmeyenlere insaf arzu edirem.




Ekleyen : xeyyem    
Yorum : Cok beyendim.




Ekleyen : Nahid    
Yorum : heyf senden Osmanli




Ekleyen : Samir Hesenov    
Yorum : Dunya sene mohtac Osmanli




Ekleyen : Asif Sirinov    
Yorum : Osmanlini yeniden oxumaliyiq




Ekleyen : Mehmet Unal    
Yorum : Cavid Beye tesekkurlerimi arz ederim




Ekleyen : Behruxz Agabalayaev    
Yorum : Cavid Bey!Deyerli dostum.Osmanli arasdirmalarinizi davam ediniz.




Ekleyen : Anar Aliyev    
Yorum : Osmanlini oyrenmek lazimdir.




Ekleyen : Arif    
Yorum : Hak ve edalet bir gun mutleq oz yerini tapacaq




Ekleyen : Elnur    
Yorum : Arxivler acilsin.Dusmenler utansin




Ekleyen : Etibar    
Yorum : Bu makale Mende boyuk tesir oyatdi




Ekleyen : Etiram    
Yorum : Sayqilarim.Ugurlar




Ekleyen : Hesen    
Yorum : Deyerlu dostum sag olunuz.




Ekleyen : Zaur    
Yorum : Dunya osmanlini anlatir.Biz hele yatmisiq




Ekleyen : Sultan    
Yorum : Deyerli arasdirmaciya hormetlerimi b'ld'r'rem.




Ekleyen : Aydin    
Yorum : Sayqilarim.Iyi calismalar




Ekleyen : Sedreddin    
Yorum : Gozle gelecek yaxsi gunler.




Ekleyen : Mehman Zeynalli    
Yorum : Cavid bey!yazinizi cox beyendim.Osmanlini yeniden arasdirmaliyiq




Ekleyen : Metin    
Yorum : Tesekkurler.Mene oyle gelir ki Osmanlinin yeniden dirilisi farz olmustur.




Ekleyen : Ulvi    
Yorum : Cavid muellim sag olunuz.maqaleniz ela




Ekleyen : Amil    
Yorum : tesekkurler




Ekleyen : murat ?apan    
Yorum : Keşke bizlerde yabancılar kadar tarihimizi bilip istifade edebilsek.Tebrik ederim.Yazılarınızın devamını bekliyoruz.




Ekleyen : cihan    
Yorum : osmanlıyı,anlatan,yazınız,guzel,clmuş,teprikler.malesef,o,buyuk,medeniyeti,batılıların,teşviki,ile,itahatçı,ırkçılar,tarafından,temellerine (ırkçılık,ve,kin)dinamit,dökülerek,yıkılıp,yok,edildi.





 
OSMANLI DEVLETY'nin kurul... - Sayı 60
XVI. ve XVII. Y?zyyl Osma... - Sayı 58
Baty kaynaklarynda Osmanl... - Sayı 57
?eyh Edeb?l?'nin ???tleri... - Sayı 56
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


40
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13192311
 Bugün : 1558
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606245
 Bugün : 64
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 178
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim