Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2098 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Doktor anne
Erdem Özçelik

  Sayı: 97 -

Acil servis girişine yürek dağlayan sesiyle yeni bir ambulans yanaşmıştı. Yıllardır doktor olmama rağmen hâlâ alışamamıştım bu sese. Ne zaman duysam içimde hep bir yerler sızlar, hep bir şeyler kopar giderdi. Bir fobi, bir korku, bir ürkeklik duygusu haline dönüşmüştü. Sanki canımdan can koparılıyormuş gibi geliyordu. Acil tedaviye sanki ben ya da benim bir yakınım ihtiyaç duyuyormuş gibi hissederdim. Saçma belki ama öyle işte. Yaşam ile ölüm arasında farklı bir çizgiydi, farklı bir hikâyeydi. Ve yine böylesi bir hikâyeye şahit olmak üzereydim. Ekibim ve ben, eksiklerimizi gidermiş, hazırlıklarımızı tamamlamış müdahale için bekliyorduk. Ambulansın kapısı açıldığında da telâşla biri kadın, iki ağır yaralı indirdiler. Saniye ile yarışıyorlardı. Endişeliydiler, panik bir haldeydiler. Keşke dememek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Sonra hızla müşahede odasına aldılar. İşlerini bitirdiklerinde de görevi biz devraldık.

İki yaralının da durumu oldukça ağırdı. Ölümle yaşam arasında bir yerdeydiler. Nabızları varla yok arasındaydı. Kalp ritimleri ve tansiyonları düzensizdi. En önemlisi iç kanama riski vardı. Kırıkları, çıkıkları ve çatlakları daha saymıyordum bile. Öncelik hayatta kalmalarıydı. Aksi takdirde diğer tedavilerin anlamı kalmayacaktı. Sonra ekibimle birlikte gerekli ilk müdahaleleri yapmaya başladık. Kanamaları durdurmaya çalıştık. Oksijen maskesi ile solunumlarına destek olduk. Nabızlarını, tansiyonlarını kontrol altına aldık. Aynı anda da kan gruplarını öğrendik. Ve yanımdaki hasta bakıcıya dönerek “Genel cerrahi uzmanına haber verin. Ortopedi ve beyin cerrahlarını da unutmayın. Çok acil gelmelerini söyle. Zavallılar ölmek üzere. Ameliyathane hazır mı? Vakit kaybetmeden ameliyathaneye almamız gerekiyor. Ayrıca anestezi uzmanına söyle. Hemen hazırlıklarını tamamlasın. Çok ciddi ve uzun bir operasyona girilecek. Ayrıca yedi sekiz ünite kan tedarik edelim. Fazlasıyla lazım olacak’’ dedim ve hastaları ameliyathaneye yönlendirdim.

Hastane polisinden öğrendiğime göre Altunhisar İlçesi yakınlarında meydana gelen kazada yaralanmışlardı. Ankara tarafından bizim buraya, yani Niğde'ye doğru gelen bir arazi aracıyla Karapakarı kasabası çıkışında çarpışmışlardı. Yaralı olarak hastaneye getirilen adamın aniden yola dönüş yaptığı söyleniyordu. Her ne kadar bu durumun doğru olma ihtimali olsa da kazanın yaşandığı yer yaşamla ölüm arasında bir kör nokta gibidir, ölüm tuzağıdır. Bugüne kadar birçok kaza ve buna bağlı ölüm hep bu bölge ve yakınlarında gerçekleşmiştir. Birçok hastamı hep bu çevrede meydana gelen kazalarda kaybetmişimdir. Artık alışmıştım. Şaşırmıyordum. Ama üzülüyordum. Çünkü yetkililer hâlâ gerekli önlemleri almamışlardı.

Yine polislerden öğrendiğime göre ikisi de aynı ailedendi. Karı kocaydılar. Yaralı adamın ismi Hasan, kadınınki Mahire'ydi. Adam kırk, kadın otuz üç yaşındaydı. Ve bir buçuk yaşındaki oğulları Selçuk ile otuz üç günlük kızları Sude'nin araçta yanlarında olduğunu söylemişlerdi. Küçük Selçuk olay yerinde yaşamını yitirmişti. Ama Sude bebek hakkında hiç bir bilgi yoktu. Sahi küçük Sude neredeydi? Acaba yarası beresi var mıydı? Yoksa yaşamla ölüm arasında can çekişiyor muydu? Abisi Selçuk gibi son nefesini saçma sapan bir durumun içinde vermemiştir. Sonra bulunduğum yerden panik halde müşahede odasından çıktım, koridoru koşar adım geçtikten sonra çıkış kapısından sokağa çıktım. Gözlerimle karanlığın içinde yaralıları getiren arkadaşları aradım. Bulduğumda da koşarak yanlarına gittim. “Merhaba arkadaşlar. Kusura bakmayın, rahatsız ediyorum ama az önce getirilen hastaların yakınları ne oldu. Araçta kadın ve adamın dışında iki de çocuk varmış. Erkek olanı zaten olay yerinde ölmüş. Morga kaldırdılar. Diğeri, yani kız olanı hakkında bir bilginiz var mı? Yarası beresi varsa yada acil bir müdahale gerekiyorsa geç olmadan hemen harekete geçelim” diyerek durumu izah etmeye çalıştım. Bu sözlerim üzerine ambulans doktoru önce gülümsedi. Ve babacan tavrıyla “Filiz hocam, küçük Sude'de hiç bir sorun yok. Yarası, beresi, kanaması bulunmuyor. Biz ilk kontrolünü yaptık. Herhangi bir ters durum söz konusu değil. Olumsuz hiç bir şey görünmüyor. Bu kadar büyük bir kazadan burnu bile kanamadan kurtulması ne kadar güzel değil mi?” diyerek içimi rahatlatmıştı. Su içmiş kadar ferahlamıştım. Ve derin bir “Oh” çekerek ufaklığın bulunduğu yere doğru yürümeye başladım.

Sonuçta bende anneydim. Benimde iki çocuğum vardı. Burhan büyümüştü. Ama İpek hâlâ küçücüktü, minnacıktı. Hâlâ bakıma muhtaçtı. Sütten yeni yeni kesiliyordu. Tıpkı Sude gibiydi yani. Onunda İpek kadar bakıma, kontrole ve sevgiye ihtiyacı vardı. Bu düşünceyle adımlarımı daha da hızlandırdım. Koridoru geçip sola döndüğümde de çocuk servisindeki arkadaşlar onunla ilgileniyordu. Minik bebek çok tatlıydı. Ay parçası gibi parlıyordu. Ağzı,  burnu, gözü, kulağı, eli, ayağı küçücüktü. Saçları bile yeni yeni çıkıyordu. Ve çok ağlıyordu. Öyle ki neredeyse sesi kısılacaktı Ağladığından mıdır bilmiyorum ama yüzü gözü de kıpkırmızıydı. Bu halini görünce içim parçalanmıştı. Küçücük bir bebeğin, anne kuzusu bir can paresinin böylesi çığlık çığlığa kalması beni mahvetmişti. Sonra koridorun başından ona doğru ilerledim. Sanki ağlayan kendi kızımdı. Aynı anda da onun için ne yapabileceğimi düşündüm. Gözyaşlarını dindirebilecek, ailesinin yokluğunu hissettirmeyecek... Yanına ulaştığımdaysa önlüğümü düzelttim, saçlarımı topladım. Sakin bir şekilde kucağıma aldım. Korkuyordu.Elimizden geldiğince hassas davranmaya çalışıyorduk. Gerçekten hiç bir şeyi yoktu. Böyle bir kazadan yara almadan kurtulması büyük bir lütuftu. Allah'ın takdiri... Ama hâlâ niye ağladığını anlayamamıştım. Altını temizlemişlerdi. Yarası beresi yoktu. Buna rağmen yinede çığlık çığlığaydı.

Sonra ansızın aklıma “Acaba karnı mı aç” diye bir soru geldi. Vakit kaybetmeden arkadaşlarıma sordum. Kimsenin aklına Sude'nin aç olup olmadığı gelmemişti. Bunun içinde anne sütüne yada bebek mamasına ihtiyaç vardı. Annesi ameliyatta olduğundan sütün temin edilme durumu mümkün görünmüyordu. Saatin geç olması nedeniyle mama bulma durumumuzda yoktu. Ne yapacağımızı bilmeden öylece kalakalmıştık. Çaresizlik sarmıştı her yanımızı. Sonra beynimde bir ışık yandı. Sude'nin süt ihtiyacını ben karşılayabilirdim. İpek yeni yeni sütten kesiliyordu. Dolayısıyla hâlâ göğüslerim süt doluydu. Ve onu yaşadığı bu zor durumdan kurtarabilirdim. Hemen odama geçtim, vakit kaybetmeden emzirmeye başladım.

Sude sütünü içtikçe suskunlaşmıştı. Artık ağlamıyordu. Gözyaşları dinince çok daha güzel bir varlığa dönüşmüştü. Bembeyazdı, tertemizdi, yumuşacıktı her yanı. İnsanı kendine bağlayacak kadar güzeldi, pürüzsüzdü. Bir meleğin can bulmuş haline benziyordu. Cennet gibi, gül gibi harikulade kokuyordu. Hani cennetten kalma bir bahçede uçuşan rengârenk kelebekler vardır ya; huzura, iyiliğe, mutluluğa, güzele inandıran, insanı hayata bağlayan, dünyanın tüm pisliğine inat yaşamak için umut ettiren... İşte öyle bir şeydi Sude bebek. Yeni yetme çocukların içini dolduran tarifsiz bir kıpırtı gibiydi. Garipti, yalındı, sadediydi. Ve tarifi mümkün olmayacak derecede güzeldi.

Öte yanda kısa bir süre yaşadığımız sessizlik masamın diğer ucunda bulunan dâhili telefonun çalmasıyla bozulmuştu. Telefonun diğer tarafında ameliyata giren cerrah arkadaşlardan biri bulunuyordu. Sesi çok kötü geliyordu. Bir şeylerin ters gittiği ortadaydı. Sonra bir an duraksayıp suskunlaştı. Ve yıkılmış bir halde Hasan ile Mahire’nin kurtarılamadığını söyledi. O an beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Resmen canımdan can koparılmış gibi hissetmiştim. Üzülmüş, kahrolmuştum. Zira Sude, anne ve babasız kalmıştı. Artık kimsesizdi, yapayalnızdı. Hayat denilen cehennemde tek başınaydı. Tutunacak tek dalı kalmamıştı. Kimsesizlik zordu. Otuz üç günlük bir bebek için daha da zordu. Çünkü dünya kötüydü, dünya adaletsizdi, zorbaydı, kirliydi. Sude’de artık o tehlike ile karşı karşıya olanlardandı.

On beş yıllık acil servis doktoru olmama rağmen hâlâ bu tarz ölümleri kabul edemiyordum. Dikkatli, özverili ve kurallara uygun şekilde hareket edildikten sonra kesinlikle önü alınabilirdi. Ayrıca Sude de bu kazada ölenlerden biri olabilirdi. Eğer şansı yaver gitmesiydi annesi, babası, abisi gibi ölüme yelken açacaktı. Sonrasında gazetelerin üçüncü sayfasında kısa bir haber olarak yerini alacaktı. İnsanların beş saniye göz ucuyla incelediği bir haber olacaktı. Manşette “Bir aile yok oldu.” gibi bir şey olurdu herhalde. 

Hâlâ Sude’yi izliyor, gözlerimi ondan alamıyordum. Çok tatlıydı. Elleri, ayakları, yüzü, gözü, burnu, kulakları, yanakları özenle yaratılmıştı. Harikulade bir kokusu vardı. İçimden bir ses her yanını dünyanın en tatlı, en şirin öpücükleriyle mükâfatlandır diyordu. Bilmeden tüm cazibesiyle aklımı başımdan alıyor, huzur veriyordu. Kısa zamanda aramızda çok büyük ve derin bir bağ oluşmuştu. Onu kendi kanımdan, kendi canımdan bir parça gibi hissetmeye başlamıştım. Burhan ve İpek’ten sonra üçüncü evlâdım gibi olmuştu. Anne ve babasını yitirdiğini düşündükçe daha da yüreğimin derinliklerine yerleştiriyordum. Dünyanın tüm kötülüklerinden, adaletsizliklerinden, karmaşasından, olumsuzluklarından korumak için sahiplenmek istiyordum. Bir evlât gibi, canımdan kanımdan bir parça gibi...

Sonra ansızın kapımın çalınmasıyla büyü bozuldu. Emzirdiğim Sude'yi kendimden uzaklaştırarak toparlandım, ses tonumu düzeltip “Giriniz” dedim. Kapı yavaş ve ürkek bir şekilde açıldığında da yaşları yetmiş civarında olan karı-koca içeriye girdi. Yüzleri gözleri nemliydi. Adam dik durmaya çalışıyordu ama dokunsan ağlayacak kadar bitkindi. Kadın daha kötüydü. Üzerlerinde doğru düzgün kıyafetleri bile yoktu. Ani ve hazırlıksız çıktıkları belliydi. Sonra adam “Selâmun Aleykum doktor kızım. Bizim oğlan ile geline ilk sen müdahale etmişsin. Öyle dediler. Yanlış gelmedik değil mi?” diyerek konuşmaya başladı. Bende aynı içtenlikle “Aleyküm Selâm amca. Doğrudur. Buyurun, şöyle oturun lütfen, ayakta kalmayın.” diyerek karşılık verdim. Ve camın kenarında duran su damacanasından iki bardak su doldurarak nefeslenmelerini sağladım. Yaşlı adam bir yudum alarak konuşmasına devam etti. “Su gibi aziz ol kızım, ellerin dert görmesin. Biz seni bizim çocuklar için rahatsız ettik. Nasıl olmuş, neler olmuş öğrenmek istedik.” Yavaş adımlarla yerime geçtim, koltuğumu düzelterek oturdum ve söyleyeceğim sözleri toparlamaya çalıştım. Sesimi düzelterek konuşmaya başladım. “Sevgili amcacım, çocuklarınız getirildiklerinde yaşam fonksiyonları durmak üzereydi. Nabızları, tansiyonları alınmayacak derece zayıftı. Yaraları oldukça fazlaydı. Omurilikleri zarar görmüştü. İç kanama ihtimali de bulunuyordu. İlk müdahalelerini yaptık ve ameliyata aldık, ilgilileri yönlendirdik. Selçuk olay yerinde vefat etmişti. Hasan beyle Mahire hanımı da üzülerek söylüyorum ameliyat esnasında kaybettik. Başınız sağ olsun. Keşke yapabilecek daha fazla bir şeyimiz olsaydı. Tıbbın el verdiği her şeyi yaptık; ama olmadı. Allah sizlere uzun ömürler versin; bir de bu küçük kıza, Sude'ye. Burnu bile kanamadan çıkmış kazadan. Kontrollerini yaptık. Hiç bir sorunu yok. Karnı acıkmış, doyurduk.” Yaşlı adam, elindeki sudan tekrar bir yudum içti, konuşmasına devam etti. “Doğrudur kızım. Dışarıda da öyle demişlerdi. Onu almış, emzirmişsin. Doyurmuş, sakinleştirmişsin. Allah senden razı olsun. Gerçekten cennetlik insanmışsın. Yaradan seni de evlâtlarına bağışlasın. Tuttuğunu altın etsin.”

Yaşlı adamın sözleri beni utandırmıştı. Bir anda dilim tutulmuştu. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Koltuğa yaslandım, önlüğümü, saçlarımı düzelttim. Derin bir nefes alarak “Siz sağ olun amcacım. Lâfı bile olmaz. O sıra acil serviste nöbetteydim. Gelen yaralılar arasında bir de bebek vardı. Sude'ydi yani. Sürekli ağlıyordu. İçim acıdı. Anladım ki acıkmıştı. Annelik duygusu ile onu kucağıma alıp emzirdim. Sude'nin ihtiyacı vardı. Ben de bu durum için uygundum. Gerekeni yaptım. Hepsi bu.”

Sude'nin durumuna gerçekten çok üzülmüştüm. Çok küçüktü. Hiç bir şeyin farkında değildi. Bir insanın annesi ve babası olmadan koca ömrü belirsizlik içinde geçirmesi ne kadar kötüydü, acıydı. Sonra bir yudum su alarak yeniden söze girdim. “Sude bebek annesini, babasını ve kardeşini yitirdi. Allah O'nun bahtını açık etsin. Onunla benim aramda bu günden itibaren özel bir bağ kuruldu. Yaşamının her anında ilgileneceğim. Her ihtiyacını karşılamak için elimden geleni yapacağım. Burhan ve İpek'ten asla ayırmayacağım. İçiniz rahat olsun. Şimdi onu her ihtimale karşı kontrol altında tutmak için yoğun bakıma alacağız. Sadece tedbir amaçlı.” dedim. Ve küçük Sude'yi kucağıma alarak koridora çıktım. Yoğun bakım görevlisi arkadaşlarıma teslim ettim.

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Hepimiz Biraz Issızız... - Sayı 116
Damla Sakızlı Aşk... - Sayı 111
Sessiz çığlık... - Sayı 109
Aşk uğruna... - Sayı 108
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Kalem, İlahi Kelam’ın yazılmasına ve yayılmasına, yani insanın iki dünyasının da saadetle olmasına vasıta oluyor.
Kalem, insanın iki dünyasını da mahveden bâtıl fikirlerin yazılmasına ve yayılmasına alet edilebiliyor…
Kalemle kazığın şekil olarak birbirine benzemesini bir inceliğe işaret olarak göremez misiniz?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13192152
 Bugün : 1399
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606236
 Bugün : 55
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 178
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim