Röportaj - Abdullah AKIN Yavuz Sert
Sayı konumuz olan Anadolu İrfanını ve bu irfanın en başta gelen mayalarından Hazreti Mevlânâ’yı, ŞİAR DERGİSİ YAYIN KOORDİNATÖRÜ Abdullah AKIN Bey ile görüştük.
–İrfan kavramı ile başlayalım, irfan ne demektir, ilimden farkı nedir?
–Lügat açısından baktığımız zaman her iki kelimenin kökü olan “aleme” ve “arefe” fiilleri bilmek anlamına geliyor ama nasıl bilmek, nasıl tanımak? Arapça'nın çeşitli nüansları vardır. İlim daha çok belgelere ve kanıtlara dayalıdır. Arefe ise somut ya da soyut herhangi bir şeyi her ciheti ile tanımak, vakıf olmak demektir. Meselâ Kur'ân-ı Kerîm'de âyet ile sabit, Allah Teâlâ Hz. Âdem’e eşyanın isimlerini talim ettirmiştir, öğretmiştir. Burada alleme fiili kullanılır, allemel esma... Devamı iıin tıklayın | Hazreti Mevlânâ okumaları Yavuz Sert
Konu okumalarında birden fazla tür ve sayıda kaynak takip etmek çok önemlidir. Bu sayı ne kadar az ise o kişi veya konu hakkında yanlış bir kanaat sahibi olma riskiniz o kadar fazladır. Hazreti Mevlânâ sultanımız hakkındaki okumalar sırasında bunun önemini çok daha iyi anladım.
Bu okumalarda takip edilecek türler farklı olabilir. Doktora tezleri, biyografiler, romanlar… Bu türler arasında en çok dikkat edilmesi gerekenler kanaatimce romanlardır. Romanlar, akıcı olabilecekleri için konu okumalarında daha çok tercih edilebilir ancak içeriklerindeki kurgu kısımlarını gerçeklerden ayıramadığınız zaman işin ucu kaçabilir.
Muhammed Celâleddin-î Rumî Hazretleri hakkında çeşitli dönemlerde farklı türde kitaplar okudum. Bu yazıda hepsi ile ilgili kısa bilgiler paylaşmak istiyorum sizlerle. İlk olarak romanlarla başlayalım. Hz. Mevlânâ hakkında okuduğum üç roman şunlar: Bâb-ı Esrar - Ahmet Ümit, Aşk - Elif Şafak ve Aşkın Gözyaşları - Sinan Yağmur. Devamı iıin tıklayın | Bir bürokrat şârih: Abidin Paşa Yavuz Sert
Hz. Pîr Mevlâna Muhammed Celâleddin-i Rumî sultanımızın Mesnevîsi yeryüzünde kaleme alınan diğer kitaplardan oldukça farklı özelliklere sahiptir. Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en çok okunan kitap… Hakkında onlarca şerh yazılmış. Sadece Türkçe’de kırkın üzerinde şerh yazılmış, bu sayıya tercümeler dahil değil. Mesnevî’nin okunması ve üzerinden ders verilmesi Mesnevîhânlık diye bir kuruma dönüşmüş, icazetsiz Mesnevîhân olunamıyor.
Molla Camî’nin Hz. Mevlâna için söylediği şu söz Mesnevî’nin ne kadar özel bir eser olduğunu ortaya koyuyor: “Peygamber değil ama kitabı var.” Devamı iıin tıklayın | Türk kimliğini nerede arayalım? Ali Erdal
Millet kimliği, en bâriz şekilde milletin hangi kesiminde ve ne tür faaliyetlerinde görülür ve anlaşılır?
Bir milletin kimliği, apaçık olaylar ve yetişmiş meşhur kişileri kadar, hattâ bazan onlardan çok, halkta tezahür eder. İşinde gücünde sıradan kişilerde… Mesele malûmlarda mı, meçhullerde mi meselesi değil… Hangisinin daha değerli olduğu da değil. Hangisinde kimliğin, millet şahsiyetinin, millî hüviyetin daha bâriz görüldüğünde. Millî müesseselere ve remzlere; meselelere ve olaylara; sevinçlere ve üzüntülere halkın alâkasında, onlara ne kadar sahip çıktığında… En çok da gizli bir hazine olarak yığınların içinde saklı, zamanı gelince beklenmedik şekilde ortaya çıkan ve bütün plânları altüst eden halk duruşunda ve hamlelerinde tebarüz eder. Nam, nişan, mevki, menfaat, para beklentisi olmayanlarda aramalı daha çok bir milletin kimliğini… Toplum nabzı; toplum hissiyatı… Efkâr-ı umumiye… İrfan… Fertlerden söz etmek gerekince de, bilinen kahramanlardan çok, bilinmeyen kişilerde aranmalı…
Kendine göre haklı sebeplerle farklı görüşler olabilir. Fatihlere, Battal Gazilere, Yunuslara, Sinanlara ve benzerlerine; teknik, sağlık ve benzeri çeşitli meslek dallarındaki kahramanlarına göre de ele alınabilir Türk kimliği. Hayalî kahramanları yönünden incelenebilir (Keloğlan, Temel…). Gerçek kişilerden hareketle halkın tamamladığı ve yeni bir şahsiyetle tekrar cemiyete sunduğu kahramanlar üzerinden de tefekkür edilebilir (Köroğlu, Nasrettin Hoca…). Sembol hayvan ve bitkilere dikkat çekilebilir (Bozkurt, kartal, lâle, gül…). Zamana ve geniş coğrafyaya yayılmış köklü müesseseleri incelenebilir (Mimarî eserler, vakıflar, ihtifaller). Yaşadığı coğrafyalara, oralara tesirlerine ve oralardan aldıkları tesirlere bakılarak millet kimliği üzerinde düşünülebilir. Her türlü kalem verimleri üzerine tefekkür edilebilir. Başka milletlerden farklı hatıraları üzerinde durulabilir (Fetret devri, Kırkpınar, Ertuğrul Gazi İhtifali…). Devamı iıin tıklayın | Anadolu deyince... Ali Erdal
Otobüsten inen yolcu, uzakta yeşillikler arasında pek şirin görünen köye baktı:
“Marsilya kiremitle” örtülü, beyaz sıvalı cami ve şehadet parmağı gibi gökleri işaret eden incecik minare… Ve çevresinde evler… Dünya üzerinde güneş sistemi… Sanki sihirli bir el, rüya âlemlerinden getirmiş bu sistemi… Minarenin ucundan tutup, dünyamıza konduruvermiş… Ucundaki (alem) de o âlemden nişane…
Yolcu çantalarını alıp köyün yolunu tuttu. Düşünüyor: Devamı iıin tıklayın | Anadolu; Âb-ı hayat Kadir Bayrak
Uzun zamandır, cemiyete ümitsizlik hali pompalanıyor. Kasıtla ve bir plân dâhilinde. İçinden geçtiğimiz hastalık sürecinin de bu amaca hizmet ettiğinden şüphem yok. Ne acı ki iki gününü birbirine eş geçirenin aldanacağı prensibine baş kesmiş ve sırf bu sebeple en dinamik olması beklenen kesim, bu algıya diğerlerinden fazla kapılıyor. Şahit olduğum dost meclislerindeki sohbetler, ne zamandır “biz adam olmayız”, “bu cemiyetten bir şey olmaz” cümlesiyle bitiyor. Küllerinden doğma, basiret, feraset, Anadolu irfanı gibi tabirlere, bir daha asla kök bulmaz, yeşillenmez, asılları tarihin derinliğinde kalmış nostaljik hislenmeler olarak bakılıyor. Devamı iıin tıklayın | Bizi tutan harç ve mayalandıran cevher Sinan Ayhan
Hiçbir sırrı ifşa edip hafifletmek, ona zarar getirmek gibi bir niyetim yok… Düşünceme göre anlatmak istediğimi ne kadar anlatabilsem bile, üzerindeki hikmet, sır halini koruyacak, onun etrafındaki her şey yine sır kalacak… Bazı hakîkatler böyledir, ser verir, sır vermez…
Benim ser veren hakîkatim ne… Bazıları bu soruyu şöyle sorardı: “Senin İsmail’in kim…” Hakîkat uğruna kaybetmeyi göze alabileceğin “en sevdiğin”…
Bizim servetimiz atalarımızdan kalan tarla, bağ, bahçe veya evler mi; hiç sanmıyorum, bana göre ataların üzerimizde pırıldattıkları ve bize bir vebal hükmünde miras bıraktıkları ahlâk, irfan ve ilim; asıl servetimiz bu… O toprağa bu hallerin cevheri damlamasaydı, biz “biz” olamazdık… Tabi ne kadar olabildiysek; o da başka mesele…
Dinlediğim geçmişe dair hikâyelerden şöyle bir kanıya vardım; Anadolu coğrafyasında biz kökten gelen halimizle Anadolu’ya çakılmış bir hüviyetteyiz, üstelik bu hüviyetimiz de, “yerden sökülemez olmak” anlamında bir sonuç ihtiva ediyor… Bizi sökmek isteyen bâtıl bazı mihraklar ortaya çıkacak olsa bile, onlar bu hamleleri ile zaten yok hükmünde. Neden… Devamı iıin tıklayın | İrfan işinde plân Necip Fazıl Kısakürek
En anlayamadığımız, kabuğunu bir türlü kıramadığımız, duvağını aslâ kaldıramadığımız mefhumlardan birisi de (irfan)... Şu (kültür) diye anlatmaya çalıştığımız nesne...
İrfan, arşın veya okka hesabıyla, bir şahsın yüklendiği kuru malûmat değil; sahibinde fikir ve ruh bünyesi hâline gelmiş bilgidir. Gıdanın, döne dolaşa damarlarımızda kan hâline gelişi gibi... Kimse bize, kilerindeki erzakı gösterip o mikyasta kan sahibi olduğunu iddia edemez. Kimse de kamûs ezberlemekle irfan sahibi olamaz.
Evet, evet; irfan, bilgi sahibi olmaktan ziyade, bilinen şeyler vasıtasıyla bilme hassasına ermektir. Bilme hassasına eren, bilmediği şeylerin de bir nevi âlimi olur. Nasıl ki parası olan, satın almadığı şeylerin de bir nevi mâliki sayılır. Demek ki, şu veya bu bilgi malından ziyade, mallar arasında müşterek kıymet vâhidi olan manevî paraya, yâni ruh ve akıl kıvamına irfan demek lâzım...
Bütün bilgilerin kaynağı idrak çilesini çekmiş ve gerçek bir dünya görüşüne varmış her insan irfanlıdır. Bunun içindir ki, (üniversite)lerde ve bilhassa mücerred ilim şubelerinde, talebe, bir şey öğrenmekten ziyade, nasıl öğrenileceğini öğrenir. (Üniversite), öğrenme usûlleri öğreten ocak olmak gerek... Bir de bizimkini düşün!
- Bir şey bilmek hüneriyle elmas takma san’atı arasında ince bir yakınlık var. Elmas, mahfazasını zengin etmez. Onunla, çizgilerindeki asaleti ifade eden bir vücudu kıymetlendirir. Bu yüzden, Karamanlı bakkalın pırlantaya boğulmuş parmakları gibi, irfana sadece ve kabaca mahfazalık etmek, üstelik servet cakası yapmak, hakikî irfansızlıktır. İrfandan gaye, en sade ve en zarif kılık içinde bizzat mücevher olmaktır. Devamı iıin tıklayın | Parkta bir bayram sabahı Fatma Pekşen
–Eyi ki geldik; gurbet yerde zordur bayram etmek. Bir de acılılar ki... dedi, orta yaşlı, kırmızı suratlı tombul adam.
–He ya, dedi ufak tefek karısı yeşil atkısının gerisinden. Her zaman tohtura gelecek değiliz ya; emmimin ilk bayramı, yürekleri yanıktır. Acılı olur yas bayramları... Ben anamınkini hatırlıyom da iki lokma bir şey yiyememiştim. Eyi ki eş dost vardı da ferahlandırdılar. Yoksa anam upuzun uzanmıştı yeniden gözümün önüne. Devamı iıin tıklayın | Zincirli kaya Dergi Editörü
Kardelen’e can suyunu veren Bilecik ve civarında, içinde olağan dışı hadiseler barındıran, yaşanmış hayat hikâyeleri anlatılır. İçindeki fevkalâdeliklere rağmen kimse bu hikâyeleri yadırgamaz, can kulağı ile dinler, anlatılanlara kalpten inanır. “Yanmayan tahta kaşıklar” bunlardan sadece biridir. Bu hikâyeyi, dergimizin sahibi Ali Hocamdan daha önce dinlemiştim. Geçen sene iştirak ettiğimiz bir organizasyonda, Bilecik’in Bozüyük ilçesinde yaşayan yazar Kurulay Yılmaz, “Flamingo Yolu-Yaşanmış Hikâyeler” kitabını hediye etti. O kitapta bu hikâyenin kâğıda döküldüğünü gördüm ve mutlu oldum. Zira kaleme alınan metin, artık hikâye olmaktan çıkmış, anlatanın büyük dedesinden nakledilen bir hatıra haline gelmişti. Buyurun okuyalım; Devamı iıin tıklayın | İlim ve irfan Site Editörü
Yüz beşinci sayımızın kapağında bir kanadında “irfan” bir kanadında “ilim” yazan bir kuş figürü vardı. Tek figür ve iki kelime ile okuruna vermek istediği mesajı gayet açık şekilde veren en güzel kapaklarımızdan biriydi bu kapak.
Bu sayımızın konusu o iki kanattan birinde yazan irfan kavramı ile ilgili: Anadolu İrfanı.
O güzel kuşun bize gösterdiği gibi, ilim ve irfanı ayrı olarak değerlendirmek pek mümkün değil. Anlamlarına baktığımız zaman da birbirine çok yakın olduklarını görüyoruz. Sözlük anlamları neredeyse aynı: bilme, anlama, biliş. Ancak kökleri itibari ile çok farklı olan bu kelimeler arasında önemli nüanslar var. Devamı iıin tıklayın | Ana sütü gibi helâl Mehmet Hasret
Örtünsem tohum yüzleriyle ve taşları dökülse pirinç dakikaların, sonra üzüldüm, neden üzüldüğümü bilmeden; dedim, evet, ben bir kürsüyüm; en büyük iddiam şu, beni ya bir çiçek ağlatır, ya bir hakikat; örneğin hakikatli bir çiçek verir bana hüznümü, kaç tür çiçek kokusu sakladım gönlümde bilmiyorum; elimde kır çiçekleri tuttum, papatya topladım, cebime beyazlıklar doldurdum; gülü uzaktan gördüm, gül rengini mücevher, gül dikenlerini kuğu boynuna konan kelebek zincirlerinden bir doku sandım; orkideyi gördüğümde daha yirmimdeydim; Devamı iıin tıklayın | Üst akıl Altan Atan
Yine böyle bir Eylül günlerinde gittiğimiz Arapgir’de bir gece kaldıktan sonra Kemaliye’ye geçerek unutulmaz birkaç gün yaşamıştık. Eylül hazırlık ayıdır; zorlu günler için kendi kaynaklarıyla yapılan bir hazırlık… Eylül hüzünlüdür, bunu her yer için herkes söyler ancak bazı yerler için bu hüzün tarifsiz bir duyguya dönüşür. Anadolu’da hasatların ve kış hazırlıklarının başladığı zamanlarda insanı saran bu duygu Arapgir ve Fırat boyundaki Kemaliye gibi yerlerimizde bizi derinden etkilemeye devam eden Anadolu irfanından kuvvetli işaretler gösterir. Devamı iıin tıklayın | on dört, otuz yedi, elli beş, on bir… Mustafa Büyükgüner
Küçük mavi dolmuş, büyük şehrin ara yollarında, sabah mesaisine yetişmek için acele edenlerin kullandığı arabaların arasından tıslaya tıslaya kendine bir hareket alanı açarak yol kenarında durdu. Açılan kapıdan orta yaşlarında bir kadın ile yedeğinde küçük bir oğlan çocuğu indi. Mavi dolmuş yeniden bu araç deryasının arasına katılarak yoluna devam etti. Kadın önündeki dik rampada yorgun adımlarla yürürken bir yandan da oğluna elini bırakmamasını ve dikkatli olmasını tembihliyordu. Devamı iıin tıklayın | Kardelenden haberler Kardelen Dergisi
DERGİMİZDEN İKİ ZİYARET
YAZARLAR BULUŞMASI KİTAPLAŞTI
KARDELEN; DÜNYA BİZİM' SİTESİNDE
27. KARDELEN TOPLANTISI YAPILDI
Kardelen'in 27. Toplantısının başkanı Sinan AYHAN'ın konuşması Devamı iıin tıklayın | Gelecek sayı konusu hakkında Kardelen Dergisi
Gelecek sayı (107 konusu, 09.11.2020 tarihinde sitemizden (kardelendergisi.com) ilân edilecek. Eser gönderecekler; sitemizden gelecek sayı konusunu, kalem erbabına mesajı ve düşünen adama hitabı okumalı. Devamı iıin tıklayın | Erdem Beyazıta mektup Hızır İrfan Önder
Selâm sana ey direniş şairi, selâm sana!
Şair denince aklıma ilk düşen isimlerden birisisin. Bunu sağlayan, İz Yayıncılıktan çıkan ve üç şiir kitabını da içeren, “Şiirler” adlı “bütün şiirlerini” kapsayan kitabını okumamdır. Bu kitap, sanki beni büyüledi. Şiire susayınca hep okurum. Çünkü estetikten ödün vermeden, biçimi dışlamadan içeriği öne çıkardın. Devamı iıin tıklayın | Olaylara bakış - 106 Muhsin Hamdi Alkış
Doğu Akdeniz'de Satranç mı Oyun Teorisi mi?
Eskiden bu yana yapılan basit bir benzetmede uluslararası alandaki mücadele büyük bir satranç oyunu gibi hattâ bazen arena tabiriyle ifade edilir. Devletler ve milletler uluslararası güç mücadelelerinde istihbaratı diplomasi ve silâhlı kuvvetleri, kamu iletişimini, medyayı, sivil toplum örgütlerini, ticareti, hukuku bir araç olarak kullanır. Kendi kazançlarını en büyük muhataplarınınkini de en küçük hale getirmek için çabalar. Kısacası sıfır toplamlı bir oyun olarak görür. Devamı iıin tıklayın | Kin ve nefretten beslenen müfteri müfsitler! Kubilay Ertekin
Bu hastalıklı zihniyetin medyası, siyâsetçisi, hukukçusu, bürokratı ve onların kirli ve zehirli propagandası ile beyinleri yıkanan şirret bir zümre, sürekli aynı haltı yiyor ve başta sayın cumhurbaşkanı olmak üzere, büyük halk kitlesine ve onların en kutsal, en aziz değerlerine sonu gelmez bir kin ve nefret kusarak sürekli zifos sıçratıyor ve pislik atıyorlar. Bu yıkıcı ve bozguncu kesimin lağım kusan kanallarına ve medyasına bakın. Şom ağızlarından çıkan hiç bir müspet ve yapıcı ifâde göremezsiniz. İsimlerini zikretmekten tiksinti duyduğum bu yapıların hepsi aynı terâne, aynı tahkir, tahrik, kışkırtıcı ve bozgunculuğun zehirli zakkumlarıdır. Devamı iıin tıklayın | Gurur ve hüzün Halis Arlıoğlu
Buna ‘şükür’ ve hüzün mü demek gerekirdi bilmiyorum. Ama kalem öyle yazdı... Yaklaşık iki aydan sonra milletimizin mâbetlere, câmilere koşarak büyük bir aşk ve muhabbetle ilk Cuma namazını huzûru İlâhide saf tutup secde-i Rahmâna kapanmaları, sokak ve caddeleri, spor sahalarını, yeşil alanları doldurmaları ve ülke sathını secde hâline getirmeleri kelimenin tam mânâsı ile muhteşem ve muazzam bir manzaraydı…
Merhum büyük ve mustarip şâirimiz Mehmet Âkif’in tâbiriyle
“Fezâyı dolduran eller ki Hakk’a yalvarıyor..
Yarıp da loşluğu, bir müttekâyı nûr arıyor…
Bütün şu kubbelerin, mevce mevce silsilesi..
Huzûr-i Hak’ta kapanmış sücût kâfilesi!.” (Safahat, sh. 214-315) Devamı iıin tıklayın | Haydi sil gözyaşlarını artık Ayasofya Erdal Kozankaya
Ayasofya! Ey Ayasofya! Sen bize Fatih’in emaneti ve vasiyetiydin. Sen fethin sembolüydün. Sana sahip çıkamadık. Seni mahzun bırakanlar, sana zincir vuranlar utansın ey Ayasofya!
Sen yıllarca içimizde kanayan bir yara idin. Aynı Kudüs’teki Mescid-i Aksa gibiydin. Artık hasret bitti, hadi gözyaşlarını sil Ayasofya. İnşallah bir gün yine bir Selahaddin Eyyübi gelecek, Mescid-i Aksa’yı Siyonistlerin çizmesi altında çiğnenmekten kurtaracak. O günler de yakındır… Devamı iıin tıklayın | Dubalı dünya düzeni -III- Mehmet izzet Gülenler
Görüntülere devam edelim:
• Kırmızı Duba
Kırmızı ışıklarda insanların arabalarının camlarına, kapılarına asılan ve bunu kendilerinde bir hak görerek, 'madem o arabada, ben de buradayım, ona istediğim gibi davranabilirim. Her tür hareketi yapıp, vicdanıyla rahatça, dilediğimce oynayabilirim ve onun vicdanını sonuna kadar sömürerek sonunda o parayı ondan bir şekilde mutlaka alırım' tavrıyla para isteyen veya bir şeyler satmaya çalışan çocuklar, kişiler… Devamı iıin tıklayın | Yazı renginde melodiler Gülşen Ayhan
Yaşlanmak kimi tedirgin etmez, kimi korkutmaz ki? Güzelliklerini üzerlerinde asalak bir böcek gibi taşıyıp, her gün çok sesli böbürlenmelerle böceklerini doyuran insanların sayısı o kadar çok ki; aynada kendilerine hayran hayran bakıp dünyanın sırf kendileri için döndüğünü zanneden insan kalabalığı. Ne kadar üzüntü verici, boş insanlar kafilesi. Bunlar için yaşlanmak gerçekten felaket olacak. Devamı iıin tıklayın | Mesnevî bağlamında fabl İlkay Coşkun
Hayvan hikâyeleri üzerinden bir şeyler anlatma isteği tasavvuf anlayışında, medeniyetimizde bolca yer bulmuştur. Bugünün belgesellerinin, filmlerinin, çocuk kitaplarının, hikâyelerinin önemli bir bölümünü kapsayan özellikle evcil hayvanlar, av hayvanları, kuşlar eski zamanlarda da kullanılagelmiştir. Tabiata, toprağa yakınlık, avcılık daha çok yaygındır. Göçebe hayatlar, tarım, et ihtiyacının önemli bir kısmını avcılıktan karşılama, yolculuk, taşıma, savaşlar hayvanlarla yakın teması daha çok zorunlu kılmaktaydı. Bu yakın temas, sözlü ve yazılı kültürlerdeki hikâyelerde yerini almıştır. Özellikle krallık, padişahlık dönemlerinde ricale verilmek istenen mesajlar kapalı bir anlatımla hayvanların diliyle hikâyeleştirilerek verilmekteydi. Ancak bu şekliyle iktidarın gazabından korunabilecekleri düşüncesindeydiler. Devamı iıin tıklayın | Modern dünya rüya mı, kâbus mu? Erdal Kurtuldu
Derviş rüya görür ve şu sahte, kurgu olan modern dünyada onun karşılığını izler. Bu onun için ilâhî bir teyiddir. Düşünce boyutunu aştığı anda, yani kendi kendine kendinden geçtiği anda (rüya âlemi, mükaşefe, murakabe), aklın zincirlerinden kurtulduğu vakit, aşkınlık peçesini kaldırır ve ona yüz gösterir. Peygamberlik mesleğinin 46 cüzünden biri olan rüyalar, hayatı sadece görüntüden ibaret sanan ve metafizik boyuta safsata ve saçmalık gözüyle bakanlar için bir şuuraltı boşalmasından ibarettir. Devamı iıin tıklayın | Mühür; iyi günlerde kullan Zafer Nefer
Mevzuata uygun olsun, isterse uygunsuz olsun… Bugün git yarın gel. İstersen hiç gelme. Yeterki her şey yolunda gözüksün. Günü kurtaralım. Bas gitsin MÜHRÜ. Kime ne? Belge mi belge. Mühür basılsın. Al belgeni iyi günlerde kullan. Yan gelip yat. Mühür, devlet eliyle ve güvencesiyle bir yerlere kapak atmak, yerini olabildiğince vakıf ve hür teşebbüse terk etmedikçe aynı hamam aynı tas. Kalitesizliğin temel nedeni bu. Devamı iıin tıklayın | |
|