Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2447 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Güzellik
Kürsü Kainatın Efendisi

  Sayı: 86 - Ekim / Aralık 2015

Yaradan, Resûlü’nün mübarek cisimlerini, güzellikte, bütün insanlardan üstün hâlketmiştir. Buna inanmak, O’na iman getirmenin tamamlayıcı şartlarındandır.

Bir gün Halid İbn-i Velid Hazretleri Arap kabilelerinden birine uğramış ve kabile reisi kendisine:

–Yâ Halid, demişti; bize Allah’ın Resûlü’nü tasvir et!.. Şekli ve biçimi nasıl?..

Halid demişti ki:

–İmkânsız… Kelimeler yetişmez!..

–Şöyle, kabataslak anlat, hülâsa et!

–Gönderileni gönderenin kadrince olur. Gönderen Allah olduğuna göre gönderdiğinin şânını hayâl edebilirsin…

Halid İbn-i Velid Hazretleri’nin bu ifâdelerinden de anlaşılıyor ki, Allah Resûlü’nün güzelliklerini hakkiyle anlatmak mümkün değildir.

İmâm-ı Kurtubî:

–Allah Resûlü’nün güzellikleri bize tamamiyle gösterilmemiştir. Gösterilmiş olsaydı, gözlerimiz ona bakmaya tâkat getiremezdi.

Gözün görebildiği ve alabildiği kadarını, bâzı Hadîs alimlerinden ve İmâm-ı Müslim ve Buharî’den nakledelim:

Mübarek çehreleri hakkında, iki büyük Hadîs âliminin nakilleri:

–Allah’ın Resûlü, çehre ve ahlâk bakımından insanların en güzeliydi.

 

Ebu Hüreyre:

–Ben Allah Resûlü’nden daha güzel bir şey görmedim. Yüzünden güneş nuru akardı.

Hazret-i Ali nakline göre, yüzleri fazla değirmi ve enli değildi. Mâlûmdur ki, güzellik fazla değirmi ve enli olmayan yüzlerdedir.

Sahabi âlimlerin bu mukaddes yüz hakkındaki teşbihleri, kâh güneş ve kâh ay olmuştur. Muradlarının anlatılmaz bir güzelliğe işâret olduğu bellidir.

İmâm-ı Müslim yoliyle Ebu Tufeyl:

–Allah’ın Resûlü ak benizli ve latif yüzlüydü.

Kâab bin Malik:

–Allah’ın Resûlü, sevinçli oldukları zaman, çehreleri ay gibi parlardı. Sevinçleri de mübârek alınlarından belli olurdu.

Mübârek gözlerinin vasfında Allah, “görmeye memur olduğu esrâra nazar etmekten ne geri kaldı, ne de ileriye gitti.” buyurmuştur.

İbn-i Abbas:

–Allah’ın Resûlü aydınlıkta nasıl görürlerse karanlıkta da öyle görürlerdi.

Aynı husûsiliği Hazret-i Âyişe de bildirmiştir.

Ebu Hüreyre nakil olarak İmâm-ı Buharî ve Müslim’den Hadîs:

Allah’ın Resûlü sahabilerine buyurdular:

–Vallahi, sizin rükû ve sücudunuz bana gizli değildir. Ben sizi önümden ve ardımdan görürüm.

Dediler:

–Hiç bir şey işitmeyiz ey, Allah’ın Resûlü!

Allah’ın Resûlü buyurdu:

–Ben feleğin sesini işitirim. Onda bir karış yer yoktur ki, üzerinde bir melek secde hâlinde olmasın…

Alınları açık ve aydınlıktı… Kaşları çatık ve ince… Kaşları arasında damar, gazap ettikleri zaman kabarır ve dolardı. Ucu ince ve orta yeri hafif yüksek… Burun güzelliğinin en zarif ve asîl şekli…

Mukaddes başları büyük… Ağızları da büyükçe ve gâyet vezinli… Dişleri beyaz ve hafif aralıklı… Söz söylerken sanki dişlerinden bir nur süzülürdü. Dudaklarını kapattıkları zaman görünen ahenkli şekil, insanlardan hiçbirine nasib olmamıştı. Bir sahabi:

–Ben, annem ve halam, Allah’ın Resûlü’ne gidip biy’at ettik… Dönüşümüzde bana dediler: Oğul, hiç bu zat gibi, yüzü güzel, libası pak ve sözü tatlı kimse görmedik biz… Ağzından nur fışkırdığını gördük.

Ağızlarının yaşı bütün bir kerâmet ve mucize mevzuuydu. Hayber Gazası’nda Hazret-i Ali’nin ağrıyan gözleri o temasla iyi oldu. Bir defa da kendilerine bir kova su getirdiler, içti ve ondan sonra bir kuyunun içine döktü. Kuyudan misk rahiyası gelmeye başladı. Enes bin Malik Hazretleri’nin evindeki kuyu, aynı temasla, Medine’nin en tatlı suyuna depo olmuştu. Süt emen kendi çocukları ve torunlarına ağızlarının yaşından tattırmaları, çocuklara bütün gün süt emmek derecesinde yeterdi. Utbe’nin hastalığı da aynı şekilde geçmişti.

Parmakları iriydi. Kolları etli ve avuç içleri genişti.

Bir İmâm-ı Müslim hadîsine göre; Allah’ın Resûlü Cabir Hazretleri’nin yanağını elleriyle okşamışlar ve Cabir Hazretleri bu temastan, dünyânın en güzel kokuları bir çanakta karıştırılmış gibi, gaşyedici bir rayiha duymuştu.

Vail Bin Hacer:

–Ben Allah Resûlü’nün ellerini tutardım. Yahut mübarek vücudunun cildi benimkine değerdi. Bu temaslardan aldığım güzel kokuyu hayâl etmeye imkân olmadığını anlardım.

Yezid Bin Esved:

–Allah’ın Resûlü bana mübarek ellerini uzattılar. Gördüm ve hissettim; bu el, kardan daha soğuk ve miskten daha güzel kokuluydu.

İmâm-ı Taberani rivâyetine göre, Varlık Nuru’nun eli ipekten yumuşak ve kardan soğuktu.

Mekke’de Saad Bin Ebi Vakkas hastalandı. Allah’ın Resûlü onu ziyârete gittiler. Hastayı gördüler ve mübârek ellerini onun alnına koydular; yüzünü, göğsünü ve karnını meshettiler.

Saad diyor ki:

–Bu âna gelinceye kadar mübârek elinin soğuğunu ciğerimin üzerinde hissetmekteyim. Bu his benden hiç ayrılmadı.

Enes Bin Malik:

–Ben, ipekten ve ona benzer şeylerden hiçbir maddeye el değdirmedim ki, Allah Resûlü’nün avuç içleri kadar yumuşak olsun…

Allah Resûlü’nün ellerinin sert olduğuna dâir rivâyetler, yumuşak olduğu rivâyetleriyle şu tarzda birleştirilmelidir ki, kemikleri kalın, ciltleri yumuşaktı.

 

Elleri, ayakları ve parmakları da, rivâyetlere rağmen kısa değil, uzundu.

Huneyn Gazâsı’nda Âziz Bin Amr Hazretleri’nin yüzü yaralanmış ve kanı göğsüne akmıştı. Allah Resûlü mübarek elleriyle Âziz’in yüzünden ve göğsünden kanlarını sildiler ve dua ettiler. Sonradan, mukaddes elinin değdiği yerler bembeyaz kaldı.

Mukaddes elin değdiği her nokta illetten kurtulur ve şifâyla erirdi. Yine İmâm-ı Buharî’den öğrendiğimize göre, bir gün mübarek elleriyle Ebu Süfyan’ın başını sığamışlardı. Ellerinin değdiği yerler simsiyah kaldı ve öbür tarafı ağardı. Aynı hâl, sahabilerden Şaib Hazretleri’ne de vâki oldu. Ebu Yezid Ensari Hazretleri’nin de başını ve sakalını sığadılar ve dua buyurdular. Ebu Yezid yüz yıldan fazla ömür sürdü, saçı ve sakalı ağarmadı, yüzü de daima berrak kaldı. Yine büyük ilim adamlarının nakillerine göre Allah’ın Resûlü, Hanzala bin Huzeym’in başını mübarek elleriyle sığadılar. Hanzala, kendisine bir hasta getirilince, elini, mükaddes elin değdiği yere sürer ve “Allah’ın ismi ve Resûlü’nün elindeki tesir bereketiyle’’ deyip hastayı meshederdi. Ondan sonra, şiş veya yara gibi, hasta noktanın iyileştiği görülürdü.

Mübârek ayaklarının parmakları da iriydi. Ayak başparmağının yanındaki parmakları ise, öbürlerinden uzun… Tabanlarının altı ârızasız ve yumuşak… Son derece zaif ve ahenkli çizgiler… Hadîs âlimleri Allah Resûlü’nün mübarek ayaklarını insanda en güzel örnek kabul ederler.

Mübârek koltuk altlarının beyaz ve gölgesiz olduğunda ittifak vardır. Enes Bin Malik Hazretleri, Kâinatın Efendisi’nin koltuk altlarının her defa ak pak bulunduğunu söyler.

Hazret-i Ali, Allah Resûlü’nü vasfederken, göğüslerinden göbeklerine doğru, iplik çekilmiş gibi ince bir kıl hattının indiğini bildirir. Göğüslerinde ve karınlarında o ince hattan başka kıl yoktu. Mübârek sakalları ne tam kıvırcık, ne de dümdüzdü. Hafif dalgalı ve ahenkli… Karınları geniş ve göğüsleriyle bir hizada… Omuz başlarının kemikleri iri…

Allah’ın Resûlü’nü bir gece “Umre-Kâbe ziyâreti’’ esnasında gören bir sahabi anlatıyor:

–Mübârek sıfatlarına nazar ettim: Gümüş gibi beyaz ve parlaktı.

İmâm-ı Buharî rivâyeti:

–Göğüsleri yassıydı. Yani çıkıntılı ve kabarık değil…

Ebu Hureyre’den İbn-i Saad rivâyeti:

–Göğüsleri genişti.

Mübârek, muazzam ve mükerrem, tek kelimeyle mukaddes kalbleri üzerinde de pek çok haber rivâyet ve işâret…

İmâm-ı Vâhidi’ye göre kalb, yürekte bir noktadır ki, bir damarla bağlıdır. ‘’Kalb’’ kelimesinin veriliş sebebi de ‘’değişme’’ mânâsına bâzı duygu ve hâtıralarla onun “takallüb’’ etmesi, halden hâle geçmesidir.

Zemahşeri demiştir ki:

–Kalb, (takallüb-değişme)den dallanmış bir kelimedir. Kalb, aslında ifratla değişmeye müsteit olduğu için bu mefhumla isimlendirilmiş oluyor.

Ebu Musa Eş’ari Hazretleri’nin naklettiği bir Hadîs’e göre kalb sahraya düşmüş öyle bir kuş tüyüne benzer ki, rüzgârlar onu her yöne çeker, çevirir.

Kalb ile yürek arasındaki fark (mekân ve zaman gibi) kalbin yürekte bir merkez olmasıdır.

Cevherî, kalb ile yüreği aynı mânâda görür. (Nitekim kalbi madde mânâsiyle ele alınca, elbette ki, yürekle arasında bir fark kalmaz.)

Ama Zerkeşi’nin ifâdesine göre, yürek kalbin perdesi (kalıbı, zarfı mahfazası) kabul edilebilir. Allah Resûlü’nün, kalbi yumuşaklık ve yüreği yufkalıkla vasıflandıran bir Hadîs’i, birinin mânâ ve öbürünün madde hususiyetini belirtmek bakımından, maddî kalbi, mânevî kalbten ayıranlarca senettir.

Bâzı din büyüklerine göre, ilim ve şecaat gibi mânâlardan ne varsa, hepsi kalbi terkip ve teşkil ederler. Allah’ın kalbi andığı yerlerde dâima akla ve ilme işâret olunmuştur.

Bâzı âlimler de demişlerdir ki:

–Allah insanı yarattı ve ona nefsini idrak etmesi için kalbi verdi. Kalb insan vücûdunun özü ve aslıdır. O, selâhta ise bütün vücûd öyle olur. O, fesatta olunca da uzuvların geriye kalanları aynı vaziyettedir.

Allah, kalbi vücûdun sır noktası olarak halketmiştir. Aynı zamanda ihlâs noktası… İhlâs, öyle bir İlâhî sırdır ki, Allah dilediği kulunun kalbine verir. Bu sırra ilk nâil olan Allah’ın Resûlü’dür. Zira bütün insanlardan ve nebîlerden önce yaratılmıştır. Sûreti ise, Resûl suretleri içinde en son vücûda gelendir.

Allah, kişinin ahlâkını, kalb esrarının alâmeti kılmıştır. Kalbinde İlâhi esrardan eser bulunanın ahlâkı güzel olur. Böylesi, Allah’ın bütün mahlûklarına karşı en iyi ahlâkla hareket eder.

Böylece, Peygamberler Peygamberinin mukaddes cisimlerine, Allah, öbür mahlûklarına göre öyle sıfatlar bahşetmiştir ki, bunlar, nefis olan nefslerinin hallerine ve müstesna ahlâklarına delil mevkiindedir.

Allah Resûlü’nün kalbi, kalbler içinde en genişi, derini ve İlâhi nazara karşı olanıdır. Bunun içindir ki, Allah:

–Yeryüzüne ve göklere sığmadım, fakat mü’min kulumun kalbine sığdım!

Buyurdu. İşaret edilen mü’min kul, başta Kâinatın Efendisi’dir.

Allah Resûlü’nün kalbi, Miraç gecesinden evvel öbür Peygamberlerin kalbi gibiydi. Bazen mübarek göğüsleri daralırdı. Sonra, kalbine genişlik, hak ve halk yolunda işlerinde kendilerine takat ve tahammül verilir oldu. Nitekim “İnşirah’’ sûresinin tefsirinde ve Hadîste görüldüğü gibi, Cebraîl, Allah Resûlü’nün kalbini yarıp içinden bir parça uyuşuk kan çıkarmış ve:

–Senden şeytanın nasibi bu kadardır!

Buyurmuştur. Yani, bu uyuşuk kan alındıktan sonra Şeytan O’na artık zafer bulamaz. Cebrâil, ondan sonra, mukaddes kalbi bir altın tas içinde Zemzemle yıkamış ve yerine koymuştur. Enes Hazretleri yemin ederek diyor ki:

–Mübarek göğüslerinde iğne yerlerini açıkça görürdüm.

Bazı Hadîslerde de, sadrlarının şakkolunup (göğüslerinin yarılıp) kalblerinin çıkarıldığı, su ve karla yıkandığı belirtilmiştir.

Kalbin şakkedilmesi hâdisesi, Allah’ın Resûlü’ne bir defa da çocukluklarında vâki olmuştu. Nübüvvetten evvel mucize vâki olması, din büyüklerince caiz görülen hallerdendir. ‘’İnşirah’’ sûresinin ilk âyetinden murad, bu haldir.

Kâinatın Efendisi, bütün insanlara ve cinlere mebus olduktan sonra, bütün vehim ve ıstıraplar kalblerinden çıkarıldı ve Resullük vazifesi için gereken kalb genişliği kendilerine verildi. O andan başlayarak daralmak ve acı duymaktan kurtuldular, sevinç ve keder zamanlarında da hep aynı oldular. Daima, kalbten inşirah halinde kalıp nübüvvet ve risalet vazifeleriyle uğraştılar.

Tirmizî der ki:

–Kalb, akıl ve marifet mahallidir. Şeytanın zafer bulmaya çalıştığı nokta, kalbdir. Telkinler evvela sadra, yani yüreğe gelir. Zira yürek kalbin hisarıdır. Şeytanî telkin yüreğe yol bulup girecek olursa türlü fâsit vehimler ve fikirlerle orayı doldurur ve kalbi daraltır. İnsan ibâdet lezzetini bulamaz olur. Ama iş başından tutulup hisara yol verilmeyince içindekine de bir sıkıntı gelmez ve yürek rahat kalır. Kulluk vazifeleri de kolaylıkla eda edilir. Âyette olduğu gibi “Sadrın şerh edilmesi’’ndeki mâna şeytani vehimlerin ve fâsit fikirlerin yürekten çıkarılıp yerine hayırlı duyguların konulmasıdır.

Bazı âlimler, kalbe ait bu nokta üzerinde bir incelik tesbit edip demişlerdir ki:

–Allah, Musa Peygamberden “Rabbim, benim yüreğimi vesvese ve vehimlerden temizle!’’ duasını bildirmiş ve büyük Resul için de, “İnşirah’’ sûresinde “Biz senin sadrını şerhetmedik mi?’’ buyurmuştur. Allah Sevgilisinin dileği olmadan O’nun sinesini pak eylemiştir. Musa Peygamberdeyse, bu hal onun isteğinden sonra olmuştur.

Yine, Allah, Sevgilisi hakkında “nurlu çırağ’’ tabirini kullanmıştır. Başkaları nuru ondan alırlar. “Sadrın şerhi’’, yani yüreğin pak hale getirilmesi, nura kabiliyet mertebesidir. Bu bakımdan Hazret-i Musa ile Peygamberler Peygamberi arasındaki farka dikkat edilmesi lazımdır. Musa Peygamberi yüreğinin temizlenmesini istemekle, nura talip bulunuyordu; Kâinatın Efendisi ise, doğrudan doğruya temizlenmiş olarak matlup makamındaydı. Biri isteyen ve öbürü istenen…


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Hususilik... - Sayı 114
Hususilik... - Sayı 113
Hususilik... - Sayı 112
Hususilik... - Sayı 111
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Hislerin hissizleştiği noktada, onlarda kalan aklın varlığını sürdürebilmek için o noktaya varışın yaratıcısını bile inkâr edebilecek kadar “bencil”leşmesine kılıflar uydurarak (bunu) üstünlükmüş gibi gösterenleri iyi tanımak gerekir.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13195582
 Bugün : 513
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606326
 Bugün : 11
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 134
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim