Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     987 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Çoklu birlik, çoklukta birlik, Türk birliği
Muhsin Hamdi Alkış

  Sayı: 107 -

Siyasî tarihimizde ünlü ve saygıdeğer bilim adamı Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesi kadar derin izler bırakanı pek azdır. Bu husus makalenin ilmî kalitesinden bağımsız olarak, “üzerine oturduğu siyasî, kültürel şartlarla sağladığı uyumda” gizlidir.

Osmanlı Devleti’nin son dönemi, dünyadaki emsallerinde de olduğu gibi hangi yönde bir dönüşüme uğrayacağının tartışıldığı bir dönemdi. Türkçülük, Osmanlıcılık, İslâmcılık fikriyatının ateşli taraftarları, devleti ve milleti bu fikirlerden birisinin kurtaracağını ileri sürmekle kalmadılar bu amaçla, devletin bekâsını ve milyonların da hayatını derinden etkileyen aksiyonlar aldılar.

Ülkemiz ve hattâ dünya ölçeğinde bu akımlara daha sonra aidiyeti bakımından tasnifle Batıcılık, Atlantikçilik, Çincilik, Sovyetçilik vs gibi marjinal dış güdümlü akımları, ideolojisi bakımından tasnifle de Liberalizma, Sosyalizma, Komünizma, Kapitalizmayı da ilâve edebilirsiniz.

Peki, Yusuf Akçura Bey’in 3 hareket tarzı olarak saydığı bu fikriyatı birbiriyle uyuşmaz saymak ve ideoloji kabul etmek de bir bağnazlık olmaz mı? Yusuf Akçura’nın bir medeniyet mücadelesi olarak gördüğü ve medeniyet sistemlerinden Türkçülük fikriyatının kurtuluşa vardırıcı olacağını öngördüğü açıktır. Ancak Muhterem Akçura’nın batılı mânâda bir ırk taassubuna düştüğünü sanmak haksızlıktır. Akçura Türkçülüğü, hareket nokta-î nazarından bir aksiyon stratejisidir.

Türk milletinin kurtuluş savaşının, esir tüm milletlere ilham olması gibi önce Türkiye’nin sonra Türk halklarının müstakil devletlerine kavuşması, sonra Osmanlı’dan bağımsız kalmış 36 devletin İngiliz “common wealth” benzeri bir medeniyet birliği kurması sonra her İslâm milletinin müstakil kurtuluşu ve sonra işbirliği imkânlarını araması bu medeniyet tasavvuruna dördüncü bir yol olamaz mıydı? Türkistan bozkırlarında mitralyöz ateşi altında fedaice şehid düşen Enver Paşa, aşağıdaki sözlerin söylendiği anda her köşesi işgal altında olan İslâm coğrafyası hakkında şu kanaati ifade ediyor:

“Esir İslâm âlemi içün biricik kurtuluş yolu bu âlemi teşkil eden her milletin kendi gücü ile üzerine çökmüş olan ecnebi tahakkümünü atmaya yürümesidir. Eğer küçüğünden büyüğüne kadar bu yolda kurtuluş mücadelesine girmeye azmetmez ve vakit kaybetmeksizin buna hazırlanmazsak, kıyamete kadar esaret zinciri altında inleriz. Böyle umumî bir hareket teşebbüsünün zalimlerin nazar-ı dikkatlerini daha ziyade celbedeceğini, dolayısıyla bunların zulümlerini arttıracağını ve belki de yarı müstakil kalmış olan Türkiye, İran ve Afganistan’ı da mahva yürüyeceklerini söyleyenlerimiz bulunur. Fakat maziye ve hâle şöyle bir bakacak olursak, bu yoldaki düşüncelerin boş olduğunu pek âlâ anlarız. İslâm âleminin ekseriyetinin esarette kalması akvam-ı İslâmiyeden henüz müstakil olanlarından, hangisine temin-i hürriyet ve istiklâl etti? Şu halde bize kalan yegâne yol, esir kardeşlerimizi de kurtarmaya savaşarak hep birlikte hakkımızı, hürriyetimizi istirdad ve muhafaza etmek içün ölümü göze alarak, el birliğiyle çalışmaktır. Zaten mukadder olan ölümden korkarak köpek gibi yaşarsak hem geçmişlerimizin, hem de geleceklerimizin lâ’netlerine müstehak oluruz. Hâlbuki kurtuluş içün ölmeyi göze alırsak hem biz, hem de bizden sonrakilerin hür ve bahtiyar olmasını temin etmiş oluruz.”

Enver Bey de Türkistan’ın kurtuluşu uğrunda verdiği canını esasen Türkistan’ın da dâhil olduğu büyük İslâm ümmetinin kurtuluşundan ayrı görmüyor lâkin ne acıdır ki önce kendi ülkesinde birlik fikrinin şahıslaştığı Abdülhamit Han’a da darbe yapmaktan geri durmuyor… Evet, tarihin her devrinde mahvımızın sebebi Türklük içi mücadele.

Evvelden beri yüreğimizi yakan bir yaradır. Eğer Türklük içi mücadeleler olmasaydı bugün dünyanın hâkimi Türk milleti olup, dünyaya adalet vaz edebilirdi. Türkistan coğrafyasında zaten ana unsur. Doğu Türkistan’da Uygur, kuzeyde Saka, Sibir, Yakut, kuzey Asya’da Tatar, İtil Bulgarları, Avrupa içlerinde ve kesif olarak Balkanlarda Avar, Bulgar, Kuman, Peçenek, Tatar, Uz ve Oğuzlar, Mısır’da Et-devletül Türkiyye yani Memlükler - Kölemenler. İran’da bugünkü Azerbaycan Türklerinin öncüleri Selçuklu bakiyesi kardeşlerimiz, Anadolu’da Anadolu Selçukluları, diğer Oğuz boyları, nihayet Oğuzlar Osmanlı… Türk devletleri dışarıdan değil içeriden yıprandı ve yıkıldı. Devletin dayandığı Türkmen unsurların göçebeliği bir kütle halinde imhasını imkânsız kılıyordu. Fakat neredeyse tüm Türk devletleri dışarıdan değil hâkimiyet mücadelesi yüzünden bir diğerince yıkıldılar. Farz edelim ki Emir Timur, Osmanlı üzerine sefere çıkmak yerine anlaşma olsa ve doğuya yönelse Osmanlı da gücünü batıya teksif etse hal ne olurdu?

Yirminci yüzyıl ideolojiler çağıydı. İdeolojiler fertlerin her sorusuna kendi hazır şablonlarından bir cevap verme, her soruna da bir şablon bulma iddiasındaydı. Ekonomik sorunlar da, siyasal sorunlar da ahlâkî sorunlar kapılarının çözümün de aynı anahtarla açıldığı iddiasının temel sakatlığı şudur ki: Bir anahtar her kapıyı açıyorsa aslında kilit de kapı da yok demektir.

İdeolojiler ontolojik olarak esasen zihinlerindeki “Tanrı” kavramına meydan okuma, onu taklit etme çabasıydı. Gerçekte olmayan her kilidi açan anahtarlar… Tarihin çöplüğüne değilse bile müzesine kaldırılmalarına az kaldı.

Modern anlamda sol siyasal teoriler, sınıfsal ekonomik temelde varoluş okuması ve çözüm önermesinde bulunur iken yukarıda saydığımız görüşler ise temelinde dünya üzerinde ittifak ve medeniyet sistemleri üzerinde bir bakış açısı sunar. Bu bakış açısı farklılığı tarihe bakışta da görülür. Tarih, milletler mücadelesi midir? Sınıflar mücadelesi midir? Sorusunun cevabı sağ ve sol pek çok münazaranın konusu olmuştur.

Yukarıda izah ettiğimiz, ideolojilerin bitişi ne demektir? Etkisi ne olacaktır? İdeolojilerin bitişi dramatik olmuştur. Bu süreç esasen -izmler yerine ona karakterini veren kavramların aslını ikamesi sürecidir. Rasyonalizm yani akılcılık değil akıllılık, pozitivizm değil pozitiflik, sosyalizm değil toplumlaşma-ortaklaşma, İslâmizm değil, İslâmlılık yani Müslümanlık vs…

2020 yılında yaşadığımız pandemi gerçeği daha keskin biçimde göstermiştir ki yenidünyada sınıfsal teoriler bitmekte kapitalizm de komünizm de çöküş yaşamaktadır. Bu çöküşün neticesi olarak millî kimliklerin ve medeniyetlerin ayırdedici olacağı bir çağ bizleri beklemektedir.

Bir ilâç nasıl herkese şifa olmuyor her fert için ayrı ilaç geliştirilmesi yeni keşfediliyor, fizik kaidelerinin de mikro kosmosta farklı makro kosmosta farklı olduğu Einstein fiziğiyle Kuantum fiziğinin çelişir göründüğünden her şeyin teorisinde birleştirilmeye çalışıldığı, doğu toplumları için geçerli olan bir siyasî analizin batı toplumları için işlevsiz olduğu gibi... O halde çoklu birlikler, çoklu çözümler her kapıya farklı anahtarların olduğu gerçek dünyaya hoş geldiniz denebilir aslında…

İnsan birey olarak bir yaradılış programıyla deyim yerindeyse “firmware” ile doğar. Önce kendi varlığı ve bekâsı, ailesi, geniş ailesi akrabası, kabilesi, onun da dâhil olduğu boyu, kavmi yani ulusu… İslâm da bu fıtrî esası kaideleştirmiş ve birbirine zarar veren değil birbiriyle büyüyen bir medeniyet vaz etmiştir. Hucurat suresi 13. Âyette “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” buyurulmaktadır. Peygamber Efendimizin Hadisi şerifleri de aynı minvaldedir:

Vâsile b. El-Eska’ anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.m)’e “Kişinin kavmini sevmesi asabiyet/ırkçılık sayılır mı?” diye sordum. “Hayır, asabiyet/ ırkçılık, kişinin kavminin yaptığı zulmüne yardımcı olmasıdır.” diye buyurdu. (bk. Ahmed b. Hanbel, 4/107; Mecmau’z-zevaid, 6/244).

Sadaka bile en yakından başlayarak dalga dalga dış çeperlere doğru verilir. Kişi kavmini sevmekle kınanamaz ancak bir ırkın diğerine üstünlüğü yoktur. Kavmini sev ama zalim olma haktan ayrılma, din kardeşine üstünlük taslama, kardeşliği de zedeleme.

Türk kavmi tarih sahnesine doğduğu eski çağlardan bu yana Allah’ın kendisine biçtiği fıtrî özellikleri taşıyor... En başında ana kütlesinin hep tek Tengriye iman etmesi, devlet, nizam kurma, teşkilâtlanmanın ve askerî disipline bağlılığın karakter özelliği haline gelmiş olması gibi… Milletimize atı ilk evcilleştirip demiri ilk bulan ve işleyenlerden olmakla da her coğrafyada diğerlerine üstünlük bahşedilmiş.

Milletimizin karakter özelliklerini ve üstün yanlarını bilmeli ancak eksikliklerimizin de farkında olup bunların giderilmesi için tedbirleri almalıyız. Misal: Mücerret meselelerde, derin düşüncede, tahlilde eksikliğimiz gibi… Dilimizin de bolca iş, emir bildiren fiil zengini ama sıfat fakiri yapısı da bunu göstermesi, yahut yukarıda değindiğimiz Türk devletlerinin aralarındaki ihtilafları veya taht mücadelesini çözecek akıllı bir mekanizma geliştirmemiş olmaları gibi...

Devletler bir birlik fikrinden doğar toplum rızası temelinde inşa olur, güçle korunur ve adaletle daim olur. Adalet ki devletlerin ahlâkıdır. Küfürle bile devlet kaim olur da adaletsizlikle zulümle devamı mümkün değildir.

Dünya üzerinde tarihin her devrinde devletler birbirleriyle ittifaklar ve işbirlikleri kurarak sahip oldukları güç çarpanını katlamaya çalışmışlardır. Bunların bazıları sadece “ortak düşman” temelinde geçici işbirlikleri yani ittifaklar iken bazıları birleşmeye bütünleşmeye doğru evrilen birliklerdir. Devletlerin işbirlikleri ve birlikleri de örtüşen menfaatler, hukuk ve birlik fikri temelinde vücut bulur. Menfaat ve fikriyat birliğini sağlamış işbirlikleridir ki ancak birliğe dönüşebilsin.

Avrupa Birliği, birinci ve ikinci dünya savaşından sonra, milyonlarca insan ölüp taş taş üstünde kalmadıktan sonra “bir daha asla” denilerek savaş ekonomisinin ve de ekonominin belkemiği olan kömür çelik kontrol edilirse birliğin daim olabileceği düşüncesiyle, Avrupa içi Batı medeniyeti içinde bir daha savaş olmaması fikriyle ortaya çıkmış, 1951 yılında, Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda'dan oluşan 6 üye ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) kurulmuştur. Altı üye devlet, 1957’de, işgücü ile mal ve hizmetlerin serbest dolaşımına dayanan bir ekonomik topluluk kurmaya karar verdiler. Böylece, kömür ve çeliğin yanı sıra diğer sektörlerde de ekonomik birliği kurmak amacıyla, 1957’de Roma Antlaşması imzalanarak Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurulmuştur. Entegrasyon sürecinin siyasî birliğe evrilmesiyle Maastricht Antlaşması, diğer adıyla Avrupa Birliği Antlaşması, 1 Kasım 1993 tarihinden sonra da Avrupa Birliği olarak yoluna devam etmektedir. Hâlihazırda, siyasî birlik fikrine karşı çıkışlar ve ayrılma fikri de anti tez olarak her Avrupa devletinde ileri sürülmüş ve ilk önce Birleşik Krallık ayrılmıştır. Birleşik Kırallığın tek olmadığını ve başka devletlerin onları izleyebileceğini öngörebiliriz. Siyasî birlik için salt fikriyat duygudaşlık yetmediği, menfaatlerin uyumlaştırılması, hukukî, diplomatik, askerî alanlarda siyasî birliğin icabı olan tüm adımların atılmış olmasının gerekir olduğu dersini çıkarabiliriz.

Milletimizin yüceltilmesi refahı ve dünya üzerinde hak ve söz sahibi olması hangi siyaset tarzıyla mümkündür? Yüz yıl sonra bugün de geçerliliğini koruyan soruyla: Üç Tarz-ı Siyasetten hangisi? Hepsinden unsurları havi yeni dördüncü bir siyaset tarzı mı? Akabinde ileri sürülen Batıcılık, Asyacılık, Şangaycılık vs mi? Biri mi hepsinin bileşkesi mi?

     Dergimizde evvelce neşredilen yazılarımızda da(Quo Vadis, Medeniyet Bulaşması, Kemal Zevale Dalalet Eder, İstiklâlin Bedeli vd) değindiğimiz gibi Batıcılık ve Batı medeniyeti Türklük bakımından bir ihtimal değildir çünkü Batı Medeniyeti, Roma nizamı, Hristiyan ahlâkı ve Yunan aklı üzerine kuruludur. Bu temeli siyasî birliğe dönüştürmek üzere Avrupa Topluluğu ve akabinde Avrupa Birliği kurulmuştur. Türk ve Türklük de bu 3 unsurla mücadele ederek dünya sahnesinde var olmuş, Batı da kendisini buna karşı konumlandırarak tarif etmiştir. Batıcı olmamak, Batıyla ilişki kurmamak değil karşılıklı saygı ve insanlığın refah ve huzuru esasında onurlu işbirliklerine de açık olmaktır.

     Osmanlıcılık da hanedan fikrinin bugünün dünyasında yürütülmesinin muhal olması, karşısında tartışma dışı olmakla birlikte, Osmanlı coğrafyasında kurulmuş ve tarihî bağlarımız olan bunca devletle ticarî, kültürel, diplomatik ilişki kurulabileceği ve işbirliği imkânları da çıkabileceği ve çıkması gerektiği açıktır.

     İslâmcılık da İslâm’dan bir ideoloji devşirme iddiası ve metod olarak da batıdan ithal olması sebebiyle ve de ideolojilere dair yukarıdaki tespitlerimiz muvacehesinde Türk milletinin aradığı devâ olmadığı onu yerine başımızın tacı İslâm ise vaz ettiği ahlâkın her zerremize ve ruhumuza nüfuz etmesi gerekliliği ve de -izmi değil kendisine talip olduğumuz bir nur... Türkçemizdeki –cı ekinin eş kullanım şeklinin de esasen meseleyi başlı başına izah da ettiği de güzel bir tevafuk. İslâmcılık değil amma, Müslümanların işbirliği, devletlerinin birlikler kurması, huzuru ve refahı yaygınlaştırması her Müslümanın şiarıdır.

     Türkçülük ise ırk taassubuna düşmüş ve kafatası ölçen bir ideoloji olarak yaşaması mümkün olmayan ancak bunun tam aksine milletimizin huzur refahı ve yüceltilmesi için tüm Türk halk ve akraba millet ve topluluklarının işbirliği, birlik kurması mânâsında anlaşıldığı ve hem kavim adına hem de bir adalet fikrine bağlanan ve tüm etnisiteleri potasında eriten bir kavim üstü birliğe de işaret etmesi sebebiyle coşku ile kucaklanan bir ülküdür... Türklük bu vasfı dolayısıyla boy ve kabileleri ve hattâ etnisiteleri geçmişte etrafında toplamış, bugün de BİRLİK fikrinin aksiyona dönüşebilmesi için en temel şart olan ülkü birliğini sağlamaya tek aday fikirdir. Evet, Bosna’dan Libya’ya ve Malezya’ya kadar müşahede edebileceğiniz üzere:

     Türklük aynı zamanda bir fikirdir! Ve öyle fikirdir ki aksiyona dönüştüğünde Türk ve akraba topluluklarla birlikte tüm İslâm ümmetini kurtarmaya namzettir!

     İşte dördüncü tarz-ı siyaset de budur.

Aksiyon:

Türk birliği fikriyat ve duygudaşlık gerekli hattâ zorunludur ancak yeterli değildir. Hattâ buna hiç kalkışmama eksik bir kalkışmadan yeğdir; zira eksik, güçsüz ve dünyada hemen ezilecek bir kalkışma bu fikriyatın hayalini bile bitirecek ve gelecekteki daha kayı ve yetenekli nesillerin ihtimalini çalmamış olacaktır. O halde Yeni Türk Devletler birliği strateji ülkü ve ilkelerine dair teklifimiz şudur:

1-    TÜRK DEVLETLER BİRLİĞİ (TDB) KURUCU ANLAŞMASI – Anlaşma metni Türk Birliğini oluşturacak devletlerin temel iradesini ortaya koyup ileride evrileceği birliğin ilk özünü teşkil edecek ve geleceğe dair niyetleri de içerisinde barındıracaktır. Strateji Anlaşmasıdır. Türk Devletler Birliği anlaşmasında, birliğin organları, bunların çalışma yöntem ve kuralları yer almalıdır. Bu organlar için öneriler:

     TDB- Başkanlık Konseyi, (yürütme organı ) başlangıçta yasamaya ilişkin bazı görevleri de yüklenmekle birlikte, nihai aşamada salt yürütme organı görevine sahip olacaktır. Bu konseyin, üye devlet bakanlar kurulundaki bakanının karar ve düzenleyici işlem yetkisini kullanmak üzere asaleten yer alacağı, ancak daimi olarak kendi teşkilâtının olacağı eğitim, ekonomi, kültür, imar ve inşa, silâhlı kuvvetler, kolluk, alt organları olmalıdır.

     TDB- Parlamentosu (Yasama organı). Başlangıçta tespit ve tavsiye niteliğinde kararlar alacak ise de zamanla gerçek bir yasama organına dönüşmelidir.

     TDB- Adalet Divanı Yargı Organı: Bir daha asla Türklük içi mücadele ve savaş olmamalıdır. Bu amaçla Türk Adalet Divanı (Kurultayı) kurulmalıdır. Bu divan, Türk devletleri ve topluluklarının kendi iç meselelerinde son sözü söylemesi ve hüküm vermesidir. TDB Adalet Divanı önce devletlerarası ihtilaflarda hüküm verecek iken sonra da aşama aşama Türk birliği kurucu anlaşması çerçevesinde bireyler de en üst yargı organına dönüşecek bu mahkemeye müracaat ederek kurucu anlaşmadan doğan haklarını arayabilecektir. Kararları tenfiz gerekmeden uygulanmalıdır.

     Bilge Aksakallılar Konseyi: Tecrübe ve sahasında temayüz etmiş bilim, sanat, edebiyat, ilim insanlarından oluşacak başkanlık konseyi için istişarî organ olmalıdır.

2-    İLKELER:

     Öncelikle, Türk Devletler Birliği, Türklerin birliğinin üzerine inşa edilebilir. Türkler işte, fikirde, dilde birlik olamazlar ise devletlerinin de birlik olması hayal olur. Birlik olmak demek diğer Türk boylarının topluluklarının biz gibi olması demek değildir. Onların müstakilliğine, yüzlerce yılda edindikleri kendilerine has yöresel değerlere hürmetsizlik ve kibirli bir tepeden bakış hali birlik fikrini daha doğmadan öldürecektir. Çoklukta birlik ana ilkemiz olmalıdır.

     Konstruktif yani yapıcı milliyetçilik, insanlığın huzur ve refahı için devletler camiasının onurlu bir üyesi olarak kendi milletinin hak ve menfaatlerini korumak ve bu amaçla yapıcı işbirlikleri geliştirmektir. Dünyaya Türk Devletler Birliğinin başka hiç kimsenin aleyhine veya onların zararına değil öncelikle üye ülkelerin sonra da işbirliği içerisinde olacağı diğer örgütlenmelere üye devletlerin de ortak menfaatine çaba göstereceği ve yapıcı milliyetçilik tarzını benimsediği arz edilmelidir.

     Ekonomik birlik için plânlama: TDB başkanlık konseyi alt organında yapılacak çalışmada, üye devletlerin ortak menfaatleri temelinde ekonomik stratejilerin hazırlanması, mevzuat uyumu, gümrük birliği için gereken yol haritasının çıkarılması ve takvim çerçevesinde aşama aşama gerekli desteklerle gümrük birliğine geçilmesi ve sonrasında ortak ekonomi politikalarının oluşturulup idamesi sağlanmalıdır.

     Eğitim birliği için plânlama: TDB Eğitim Öğretim kurulunun meşgul olacağı öncelikli mesele Ortak Dildir. Azerbaycan Türkçesi de makbul Kırgız Türkçesi de ve her topluluğun kendi lehçeleri de… Lâkin lingua franca gibi dialecta francaya sahip olmak TDB hayalinin fikre sonrasında projeye ve işe dönüşebilmesi için zorunludur. Türk dilinin geliştirilmesi ve ortak anlaşılabilirlik yüzdesi arttırılmalıdır. İstanbul Türkçesi, Türk dünyasının ortak lehçesi olmalıdır. Tüm Türk dünyasında önce seçmeli sonra zorunlu ders olarak okutulmalıdır. Öğretmenleri ve tüm masraflarını Türkiye sağlamalı ve görevli giden öğretmenler milletimizin en nadide temsilcisi idealist insanlardan seçilmeli ve vazifeli oldukları mahallin Türk lehçelerini de öğrenmiş olarak gitmelidir. Dil birliği sağlanmasıyla eş zamanlı olarak müfredat birliği ve Ortak Türk Tarihi kitabının tedrisatı da hayata geçirilebilir.

     Hukuk birliği için plânlama: TDB Hukuk kurulu tarafından ortak kanunlar mevzuat uyumu çalışmaları yapılıp yasama ve karar organlarına arz edilmelidir (Bu maksatla AB ve diğer Birliklerin yol haritasından yararlanılması mümkündür)

     Müşterek Silâhlı Kuvvetler için plânlama: TDB- Askerî kurulu – İlk aşamada üye devletlerin genelkurmay başkanları ve milli savunma bakanlıklarının oluşturacağı daimi temsilcilikler ve hemen akabinde ortak savunma stratejileri geliştirilmesi, savunma sanayi ihtiyaçlarının plânlanması, ortak eğitim gibi hususlarla başlayıp aşama aşama TDB Silâhlı kuvvetlerinin kurulması sağlanmalıdır. 2020 yılının sonunda Azerbaycan Türkiye askerî işbirliğinin 30 yıllık sorunu çözerek kazandırdığı ivme herkesin malûmudur. Bu işbirliği ortak kuvvet prensibine dönüşür ise TDB’nin silâhlı kuvvetlerinin de ilk nüvesi oluşmuş olacaktır. İlk aşamada subay eğitiminin aynı ilkeler ve yöntemlerle aynı okullarda yapılması gelecekteki kuvvet birliği idealini kendiliğinden sağlayacaktır.

     Suçla mücadele kamu düzeninin plânlaması: TDB- İçişleri Bakanlıkları kurulu, Türk İnterpolü –Kolluk- Sınır aşan suçlarda ortak mücadele gücü kurulmalı hukuk ve ekonomi kurullarıyla da işbirliği içerisinde entegrasyonu arttırıcı unsurlardan biri olmalıdır.

     İmar ve İnşa, Kültür politikaları, Bilim Teknoloji ve Sanayi işbirliklerin plânlaması ve ihtiyaç durulan alanlarda diğer plânlamalar da TBD Başkanlık Konseyinin kurucu anlaşmayla alacağı yetkiyle ilk atamalarının içerisinde yer alabilecektir.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
İsrail-SAMİRİ-oğulları... - Sayı 119
Deprem Felâketi: Âyetlere... - Sayı 116
Türk Mizahı Hikmettir!... - Sayı 113
Güzel Ahlâk ve Liyakat... - Sayı 112
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


ACIYORUM

Millet, Meclis’i seçiyor...

Meclis, millet namına kanun yapıyor...

Anayasa Mahkemesi de bu kanunları bozabiliyor...

 

Şimdi söyleyin:

Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla mı milletin?

Hâkimiyet kayıtsız şartsız Anayasa Mahkemesi’nin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla Anayasa Mahkemesi’nin mi?..

(Kardelen; 13; Mart 1997)

 

ACIYORUM

Bir takım kimselerin, yetkilerini aşarak, kanun dışı teşkilâtlar kurduğu ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu artık kimsenin yok diyemeyeceği bir gerçek halinde ortaya çıktı.

Bunlar, başlangıçta en azından, kanunların kötülerle ve kötülükle mücadelede yetersiz kaldığını düşünüyor.

Böyle örgütlere karşı çıkanlar da, gizli ve kanun dışı teşkilât kurulacağına falan falan kanunlara ve filân filân mekanizmalara dayanarak şöyle şöyle mücadele mümkündür, demiyorlar...

 

Öyleyse...

Ya bu ülkede kanunlar ve işleyen mekanizma yetersizdir... Ya devleti idare edenler...

Bu işin (ya)sı, (ma)sı yok... Hem kanunlar ve işleyen mekanizma, hem idareciler yetersiz...

(Kardelen; 13; Mart 1997)
66
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş
Fatih Sultan Mehmet (4)


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13170109
 Bugün : 4117
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 605303
 Bugün : 344
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 398
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim