Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     7071 kez okundu.     2 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Y?zle?me Vakti
Ali Erdal

  Sayı: 61 - Temmuz / Eylül 2008

Namaz için Kıble'ye döndünüz... Şöyle hafifçe bir omzunuz öne veya geriye kaysa... Sizin açınızdan ehemmiyetsiz bir hareket... Ama bu hafif kımıldanış, mesafe uzadıkça açıklık artacağı için hedeften sapmanıza sebep olur ve siz Kâbe'ye dönmüş olamazsınız. Sabit bir direk gibi duramayacağımıza göre; hastalık, kusur, zaaf ve hatalarla malul aciz bir varlık olarak halimiz ne olacak?

Evet ama hiç endişe etmiyoruz. Biliyoruz ki, niyetimizle kurtuluruz. Yönelmeyi başardığımız için değil, niyetimiz sayesinde “istikamet” üzere oluruz. Allah emretti, biz de o mübarek yere döndük… Niyetimiz bu!.. Çocukluğumdan hatırlıyorum:

“Can ü gönülden niyet:

Kâbedir istikamet!..”

Niyetimiz halisse istikamet doğrudur... Kırda araştırmadan namaza duran, doğru yöne dursa bile Kâbe'ye dönmüş olmaz da, araştırdıktan sonra yanlış yöne duran Kâbe'yi bulmuştur. Mesafe, yanılma, şaşırma, hata, kusur, zaaf bizi istikametten saptıramaz… Niyetimiz sağlam olsun yeter ki… İnişli yokuşlu, yılan gibi kıvrılıp bükülen yollarda namaza nasıl durulacağını düşünürsek, niyetin önemi daha iyi anlaşılır… Abdestli olmadığı halde, öyle olduğuna inanan kişi namaza hazırdır, ama abdest aldığını unutan değildir. Sadece ibadetlerde değil, hayatın her sahasında böyle...

Önce inanmak; şeksiz şüphesiz inanmak! Aşkla inanmak, aşkla!.. Ve inandığını uygulamaya niyet... Aşk, imanı sağlamlaştırıyor, iman niyeti doğuruyor; niyet, istikameti bulduruyor. İstikameti bulan güven içinde oluyor ve kurtuluyor… Yani kurtuluşu aşkla iman sağlıyor...

“Ameller, niyetlere göredir!”... Bunu, ancak bir peygamber söyleyebilir... Sadece bu hadis-i şerif, mucize isteyene yeter... Ameller, sonuca göre değil, niyete göre... Niyet bu kadar mühim... “İnsan”: Niyet eden varlık!.. Düşünen ve niyet eden... Hayvan içgüdüleriyle, nefsine uyarak anlık yaşarken; “insan”, niyetiyle yarınlara hazırlanıyor; yarınlar için plân ve proje yapıyor. Niyeti, “eşref-i mahlûkat” veya “belhüm adal” istikametini çiziyor.

Bir sahabî, Peygamber Efendimiz'e (sav) gelir ve yolunda hicret etmek niyeti ile biat eder. Ona ordunun arkasından gelip yolda düşen ve kalanları gözetme vazifesi verilir. Orduya yetişince payına ayrılan ganimet kendisine verilir. Derhal huzura çıkar ve bunun ne olduğunu sorar. Kendisine ayrılan ganimet olduğunu öğrenince der ki:

–Ben sana dünya malı için tâbi olmadım, sadece şu boğazıma bir ok saplansın ve öylece ölüp cennete gideyim diye biat ettim!

Kâinatın Efendisi:

–Eğer bu niyetinde sadıksan, Allah seni tasdik eder, yalancı çıkarmaz!

Biraz sonra savaşa girilir. Savaştan sonra hakikaten tam işaret ettiği kısımdan boğazına bir ok saplanmış ve şehit düşmüş olduğu görülür.

İnsanlığın Ufku:

–Allah'a sadık oldu. Allah da onu doğruladı. Allah'ım, Senin yolunda hicret edip şehit oldu; ben de bunun şahidiyim.

Büyük velinin dediği gibi:

"Niyet hayır, akıbet hayır;

Hayır diyelim, hayır olsun!”

Toplumlar için de durum aynı...

“Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez.” (Ra'd Suresi/11)

“Bu, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, herşeyi bilendir.” (Enfal Suresi/53)

Biz Türk milleti olarak böyle bir durumu iki defa yaşadık... 1-Kızgın bir mayi gibi ülkeler, inanışlar, topluluklar arasında arayış içindeydik... Allah, arayışımızı mükâfaatlandırdı ve bizi İslâm'la şereflendirdi... 2-İslâm'a bağlılığımız gevşeyince çöküş başladı. Türk tarihini bir grafikle gösterecek olursak duraklama dönemine kadar yükseliş çizgisi, bu dönemden itibaren iniş çizgisi olduğunu görürüz.

Müslüman olduktan sonra basamak basamak nasıl yükseldiğimizi, dünya sahnesinde haşmetle, şerefle nasıl yer aldığımızı, dünyaya insanlığın, adaletin ve hâkimiyetin ne olduğunu gösterdiğimizi kim inkâr edebilir... Ne sayede? İslâm'a halis niyetle hicret sayesinde... Gülü tarife ne hacet!.. Ne zaman ki, İslâm'a olan aşkımız pörsüdü, çöküş başladı... Ne olduksa İslâm'a hicret sayesinde, ne kaybettikse İslâm dışında sığınılacak liman aramak yüzünden...

Nâbî diyor ki:

“Leb zikirde ammâ ki gönül fikr-i cihânda

Kaldı arada sübha-i mercan mütereddid”

“Dil zikrediyor ama gönül (zikirle alâkasız, o) dünyayı düşünüyor; mercan tesbih de ikisinin arasında (hangisini sayacağını) şaşırıp kalmış...”

Kanunî zamanında başlıyor bozulma... Niyet değişiyor... İstikamet de bozuluyor. İslâm dillerde övülüyor, ama eski aşk yok gönüllerde... Mercan tesbih gibi şaşkınız... Ve yavaş yavaş güneş batıyor... “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok!..” Taktik ve strateji dehası, 80'lik delikanlı Tiryaki Hasan Paşaların ve kopardığı üzümün bedelini asmanın dalına bağlayan mücahitlerin yerinde; yağma için saldıran askerler ve ganimet hesaplarına göre hücum plânlayan paşalar var... Bozgun çığırımızın ifşacısı Kara Mustafa Paşa, bunun tipik örneği... Allah davasının heybetini taşıyan mütevazi kahramanların yerinde bir gurur ve kibir heykeli:

“Yüksek ve beyaz kavuğu altında mukavves kalın kaşları, sorguçlarını parıldatan elmasları ve yakutları ile Osmanlı debdebe ve tantanasına canlı bir timsal teşkil ediyordu (Ahmet Refik Altınay; Felâket Seneleri). Viyana yolunda, ordunun arkada bırakacağı kaleleri düşürmeden Nemçe payitahtını kuşatmanın felâketini belirten tecrübeli beylerbeyine verdiği cevabına bakın:

“Bir adamın sinni (yaşı) sekseni tecavüz ettikte kendüye ateh (bunaklık) ârız olur dedikleri yerinde imiş!”

Yunus,

“Aşkı olmayan gönül misal-i taşa benzer!”

Demekte ne kadar haklıymış:

“Osmanlı ordusu, elmaslar ve altınlar içinde, azim bir ganimet hırsiyle ilerliyordu. Arpa ve buğday tarlalarını yakıyor, geçtiği yerlerde kanlı ve dumanlı harabeler bırakıyordu. Ordunun peşinde sübyan (çocuklar) ve nisvan (kadınlar) dan mürekkep, sefil ve perişan esir kafileleri sürükleniyordu.” (Altınay)

“Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?”

Yunus, “Aşk bir güneşe benzer” diyor. İşte güneşten mahrum olmanın hali:

“Viyana, içinde bulunduğu şartlara göre, imdat kuvvetleri yetişmeden düşürülebilirdi. Bunun için, daha ilk günlerde azimli bir cebrî hücum yeterdi.

Niçin mi yapılamadı?

Tarihlerimizin açıkça kaydettiği, fakat bugüne kadar tam mânâsiyle dillendirilemeyen, şuurlaştırılamayan, büyük harflerle tarihe ve okuma kitabına geçirilemeyen bir sebep yüzünden...

Bozgun çığırımızı açan Viyana hezimeti, ne askerî, ne idarî, ne siyasî, ne iktisadî bir sebebe dayatılabilir. Sebep tektir ve sadece ahlâkîdir. Kelimenin harf aralarını açalım:


AHLÂKÎ!..


(...) Muhasaranın daha ilk kademesinde, Viyana'nın umulmadık zaafını gören bazı kumandanlar, Kara Mustafa'ya şehrin cebrî hücumla zaptını teklif ediyorlar. Fakat Paşa, servet ve ganimet kaygısından başka gayesi olmayan yakınlarının, baş haris kendisi olarak telkini altındadır:

–Şehri cebri hücumla zaptedersek asker her tarafı yağma eder ve bize bir şey kalmaz! Şehrin kendi kendisine teslim olmasını ve bizzat kapılarını açmasını bekleyelim ki, intizamla girilsin ve hazineler, ganimet malı bize kalsın!..” (Necip Fazıl; Moskof)

Niyet dünya menfaati olunca istikameti “Mukaddes Dava” değil, dünya hırsı çiziyor... Ve bu bünyeye yayılıyor... Bu tesbit edilmiyor, edilemiyor; üstelik tam tersine bizi yücelten değerlere, içten içe kuşkuyla bakılıyor... Arkasından şüphe derinleşiyor... Bir yandan İslâm övülürken, fermanlarla geçmişe istihfafla, dışımızdaki dünyaya hayranlıkla bakılıyor...

“İmtisâl-i "câhidû-fi'llah" olupdur niyyetüm

Dîn-i İslâm'ın mücerred gayretidür gayretüm” (Avni/Fatih Sultan Mehmet)

(Niyetim "Allah uğrunda hakkıyle savaşınız" âyetine bağlı kalmaktır. Gayretim, İslâm dîninin gayretidir)

Diyenler tarih oldu... İslâm'a, terörün kaynağı iftirasının kökleri Tanzimat döneminde:

“Din şehit ister, gökyüzü kurban.

Her yanda durmadan kan akacak,” (Tevfik Fikret)

Aynı şair, Avrupa'ya tahsile gönderdiği oğluna, ne varsa orada; git ve her saha için ışık getir diyor. Niyet ve istikamet açık ve not olarak dışarıya:

“Bir ziyâ kervanı bul ve katıl.

...

Ne bulursan bırakma: San'at, fen

İtimat, itinâ, cesaret, ümîd;

Hepsi lâzım bu yurda, hepsi müfîd

Bize bol bol ziyâ kucakla getir”

Arkasından... İslâm'a, yanlışlarını (haşa) düzeltip, zararlarını telâfi ettikten (haşa) sonra katlanmak... Arkasından “safradan” (haşa) temelli kurtulma gayretleri... “Kâbe Arabın olsun” diyen mi ararsın, “Eskiyi unut” diyeni mi... Gittikçe artan bir ivmeyle, basamak basamak bugünlere geldik...

Dikkatinizi çekerim... Duraklama döneminden itibaren bütün düzeltme ve düzenleme hareketlerinin temelinde kıyafet var... Zannedildi ki, kıyafetimizi değiştirirsek, bizden ileri olduğu düşünülen dünyanın kıyafetine bürünürsek her şey düzelecek... Kimse demedi ki, kıyafet belli başarıları sağlayacak sebep değil, belli sebeplerin sonucudur... En basitinden işçi iseniz, ona uygun kıyafeti giyersiniz. Bir iş yerini ziyaret eden siyasî, o işyerine ait bir kıyafeti giydiği zaman işçi olmaz... Asker o elbiseyi giydiği için asker değildir, asker olduğu için o kıyafeti giyer. Hint fakirinin kıyafeti, yunan askerinin ayakkabısının burnundaki püskül, Napolyon'un kayık gibi şapkası, Pekos Bil'in pantolonundaki püskülleri, bir kültürün ürünüdür... Kıyafetini giyince onlar gibi olunacağını sanmak gülünç değil mi?.. Sünnet olurken paşa elbisesi giyen çocuk bile, elbiseyle paşa olunmayacağını bilir.

Kimse demedi ki, başımıza gelenler, İslâm'a olan aşkımızın azalmasındandır. Yapılacak olan bu yolda kendimizi yetiştirmek, kurumlarımızı yeniden düzenlemekti. Aşkımızı tazelemekti, yeni bir aşk aramak değil... Doğrusunu yapmak varken, yanlışta ısrar edildi ve derinleşildi...

Ama artık, kendimizden ve değerlerimizden kuşku ile başlayan, safra gibi değerlerimizi atıp, yerlerinin, Batı'dan alınacak şeklî değişikliklerle doldurulacağını sanma gafletinin yenilir yutulur tarafı kalmadı. Artık yüzleşme vakti... 3 asır sonunda bir arpa boyu bile yol gidilmemesi bir yana, nelerin kaybedildiğinin ayan beyan ortada olduğu şu günde artık her şeyin muhasebesinin yapmanın zamanı geldi. Bir gömleğin yanlış iliklendiğinin son düğmeye gelince anlaşılması gibi, artık bu hatamızla yüzleşme vakti geldi. Hayatı; adam gibi yaşamak yerine, tiyatro sahnesine veya kıyafet balosuna çevirme abesinin anlaşılmayacak yanı kalmadı. Hangi isim altında ve niçin olursa olsun bugünkü bütün çatışmaların, tartışmaların temelinde bu vardır ve yüzleşmeden kaçış yoktur. Herkes için, her şey için yüzleşmek bir memuriyettir, hattâ mecburiyettir.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : abdulvahap    13.09.2008
Yorum : oncelikle herkesin dilegetirmekten kactigi bu gercekleri dillendirdiginiz icin allah razi olsun ve turkiyedeki toplumlarin gozunu kor eden bati bati diye zikredilen vebanin gecmisine indiginiz icin yureginize saglik insallah bu vebayi nebinin emanetiyle islah ederiz saygilarimla




Ekleyen : erhan TOKA    22.08.2008
Yorum : Ali hocam, elinize ve yüreğinize sağlık. Yine her zamanki gibi önemli bir konuya parmak basmış ve kaleme almışsınız.Saygılarımla, Erhan TOKA





 
Deniz kabarıyor... - Sayı 119
Dünya kralı... - Sayı 118
Olayların akışı her şeyi ... - Sayı 118
Toplulukları idare etme h... - Sayı 118
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Sonsuz karanlıklarıma gömülüşümü anlamayıp bilmeden kendi karanlıklarına denk sayanlar tarihin karanlığında boğulmaya mahkûmdurlar.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13188442
 Bugün : 2457
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606048
 Bugün : 45
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 100
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim