Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     3065 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

OLAYLARA BAKIŞ
Av. Kadir Bayrak

  Sayı: 66 - Ekim / Aralık 2010

Mevcut anayasamızın 26 maddesinde değişiklik yapılmasını öngören paket, 1980 ihtilâlinin yapıldığı günün 30. seneyi devriyesinde halkın oyuna sunuldu ve tartışmaya mahal bırakmayan bir oranla kabul edildi. Öncesi ve sonrasıyla tozu dumana katan referandum süreci, genel seçim atmosferini aratmadı. Az sonra ayrıntılarına girip her birini tek tek ele alacağımız siyasî partiler var güçleriyle tercihlerini savundular, halkı ikna etmeye çalıştılar. Çalışmaların en yoğun olduğu zaman diliminin Ramazan ayına denk gelmesi bile siyasîlerin hızını kesmedi, meydanlardan yükselen seslerin haddi aşmasına engel olamadı. Parti tabanları arasında vuku bulan ve hafızalarda yer etmeyecek ufak tefek atışmalar dışında büyük hadiselerin yaşanmaması ise işin sevindirici yanı.

 

AK PARTİ

Artıları;

1980 darbesi sonrası % 93'ü aşan bir oy oranıyla kabul edilmesine rağmen, o günden bugüne kadar bütün iktidar ve muhalefet partilerinin rahatsızlık duyduğu, değiştirilmesi gerektiğini parti programlarına, seçim beyannamelerine yazdıkları 1982 Anayasası'nda kapsamlı bir değişikliği yapmayı başardı.

Anayasanın tamamını değiştiremese de tamamının değişmesi gerektiğine dair yaptığı vurgu millet vicdanında yankı buldu.

Meclisteki çoğunluğu tek başına değişiklik yapmaya elvermediği için ve anayasa gereği paket halkoyuna sunulmuş olsa da milletin hakemliği gücüne güç kattı.

2011 yılında yapılması plânlanan genel seçimlerden önce güven tazeledi, iktidar olması sebebiyle en çok yıpranması beklenen parti olmasına rağmen seçimlere en rahat giren parti olacağını tahmin etmek zor değil.

Referandum sürecinde izlediği politika diğer partilerle kıyaslandığında millet üzerinde daha etkili oldu. Değişikliklerin neler getireceği, kazanımları, işin özü başta başbakan olmak üzere bütün kabine üyeleri, milletvekilleri, teşkilâtlar tarafından her fırsatta anlatıldı. Bu amaçla hazırlanan kitap ve broşürler yurdun dört bir yanına dağıtıldı, bilbordlar kullanıldı. Uzun bir müddet gazetelerin arka sayfalarına ilânlar verildi. Muhalefet partilerinin aksine vatandaşın neye oy vereceğinin üzerine ısrarla basıldı.

Ak parti çizgisinde olmadığı düşünülen pek çok sanatçı, sporcu, aydın, kanaat önderini kendi safına çekmeyi ve kamuoyu tarafından tanınan bu kişiler üzerinden süreci yönlendirmeyi iyi bildi.

Bunların yanında;

Referandum süreci tamamen başbakan merkezli yürütüldü. Onun kişiliği, karizması muhalefet partilerinin de gayretiyle (!) ön plana çıktı. Paketin içeriğinden çok onun söyledikleri, yaptıkları konuşuldu, tartışıldı. Dolayısıyla referandum, bizzat kendisinin “bu bir güven oylaması değildir” açıklamasına rağmen Ak Parti'den çok başbakanın güven oylamasına dönüştü. Partisinde yapılacak ilk genel kurulda son kez aday olacağını açıklayan başbakandan sonra Ak Parti'yi nelerin beklediği merak konusu.

Kampanya esnasında özellikle bütün gazetelere verilen tam sayfa ilânlar, şehir merkezlerindeki bilbordlara asılan afişler, basılı envantere harcanan paralar milletin dikkatinden kaçmadı.

 

CHP

Kamuoyunda yeterince tartışıldığına inanmadığımız genel başkan değişikliğinin hemen akabinde girilen seçim, başbakan gibi yeni genel başkan için de bir güven oylamasına dönüştü.

Kampanyayı tek başına yeni genel başkanları yürüttü, bütün yükü kendisi çekti. Kampanya süresince 72 il gezmesi ve bu illerin arasına bugüne kadar partisinin yöneticileri tarafından gidilmeyen doğu ve güneydoğu illerini de katması kendisi ve partisi adına olumlu bir gelişme olarak değerlendirildi. Buralarda beklenilen oy oranı sağlanamasa da en azından partisine hâkim olmaya başlayan yanlış bir anlayışı yıkmış oldu.

Elinden düşürmediği klâsörlerle yolsuzlukların üzerine giden dürüst lider olarak kamuoyunda meydana getirdiği imajını meydanlara da taşımaya gayret etti. Son zamanlarda partisinin genel başkanlarının dilinden düşürmemeye özel gayret sarfettiği, kaynağını dinden alan tabirleri konuşmalarında sık sık kullandı… (yetim hakkı, kul hakkı, başörtüsüne özgürlük gibi)

Bunların yanında;

Anayasa değişikliği paketinin Meclis'te yapılan oylamalarına CHP grubunun katılmamasını, katılıp aleyhte oy kullanmadıkları paketi Anayasa Mahkemesi'ne götürmeyi, katılıp aleyhte oy kullanmadıkları buna rağmen iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne götürdükleri paketin, küçük değişikliklerle Anayasa Mahkemesi'nden geçmesinden sonra bu kez değişikliklere topyekûn hayır demelerini ne genel başkan ne de ekibi kamuoyuna izah edemedi.

Kabul edilip yürürlüğe girdiği günden beri kendi siyasî anlayışları da dâhil sürekli şikâyet edilen, her fırsatta üzerinde değişiklik yapma ihtiyacı hissedilen (yürürlüğe girdiği 1982 yılından bugüne kadar 17 kez değişiklik yapıldı) anayasa metninde yapılması düşünülen en kapsamlı değişikliğe niye hayır dendiği de kamuoyuna yeterince anlatılamadı.

Temel hak ve özgürlüklerin alanını genişleten, demokrasimizin çıtasını yükselten, askerî vesayeti azaltan, sendika ve grev hakkının sınırlarını genişleten bir değişikliğe sadece iktidar partisi hazırladı diye karşı çıkmak siyasî yelpazenin solunda yer aldığını iddia eden bir partiye yakışmadı.

Yeni genel başkanın kendisine biçilen rol, imaj gereği değişiklik paketinde yer alan maddelerin halkın anlayacağı bir dille ne gibi tehlikeler arz ettiğini anlatması beklenirdi. Oysa o, “recep bey” söylemiyle başlattığı mitinglerini kendisinin de yara aldığı “havuzlu villa” polemiğiyle sürdürmeyi tercih etti. Esastan uzak, tamamen başbakan merkezli ve onu hedef alan, geçmişte kaldığına inandığımız propaganda tarzının fayda getirmeyeceğinin anlaşılmış olması tek tesellimiz.

Referandum sonrası çıkması beklenen parti içindeki huzursuzluk eski genel başkan ve ekibinin kampanya sürecinde ön plana çıkarılmaması yönünde teşkilatlara verilen talimatla ilk sinyalini verdi.

Ege ve Akdeniz bölgesinin kıyı kesimlerine sıkışmış bir parti izlenimini aşamadı.

 

MHP

1980 ihtilâlinden en fazla mağdur olan insanların kurduğu ve oy verdiği bir partinin, o ihtilâlin mahsulü olan anayasada yapılan en kapsamlı değişikliğe, sırf iktidar partisine prim kazandırmamak adına muhalif kalmasını kamuoyuna izah edemediler.

Kolay olan yolu, eleştiriyi tercih ettiler, kendilerinin hazırladığı bir taslağı milletin önüne getirmediler.

Siyasî yelpazenin solunda yer alan hemen bütün parti, örgüt, sivil toplum örgütüyle aynı safta yer aldı.

Anamuhalefet partisi gibi paketin içeriğine, esasına niye karşı olduklarına dair hafızalarda yer edecek gerekçeler gösteremediler. Söylenenler slogandan öteye geçemedi. Böyle olunca partilerine mensup pek çok belediye başkanı istifa ederek saf değiştirdi ve geçmişte partinin üst kademelerinde görev almış yöneticilerinin tepkisiyle karşılaştılar.

Başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliğine verdikleri destekle millet nezdinde kazandıkları krediyi kaybettiler.

Güçlü oldukları Anadolu şehirlerinden gelen sonuçlar tabanın da tavan gibi düşünmediğini gösterdi.

 

BDP

Seçmeni olarak nitelediği insanları, bölgenin malûm şartlarını istismar ederek, korkutarak sandığa göndermemeyi marifet bildi. Sandığa gitmeyenlerin demokratik bir hakkını kullandığı lânse edilse de, devlet gücüne rağmen vatandaşa oy kullandırmayarak hedefledikleri amaca ulaştılar. Buna rağmen sandığa gidenler, ezici bir çoğunlukla değişiklikten yana tercihlerini yaptı.

Dış etkenlerden arınmış, tamamen vicdanıyla hareket edilecek bir ortamın meydana gelmesi halinde oy oranlarının bugün için çok yüksek olduğu yerlerde bile vatandaşın tek tercihi olmayacağını tahmin etmek zor değil.

(Ali Erdal’ın, Sakarya gazetesi ve edebaliyurdu.com’da yayınlanan iki değerlendirmesini, halkoylaması sürecinin nabzını tutmuş olması bakımından takdim ediyoruz)

Hayal edelim!..

Diyelim ki!.. Amblemi, güzelim ÜÇ HİLÂL olan “MİLLİYETÇİ HAREKET”in Genel Başkanı Devlet Bahçeli, anayasadaki bazı maddelerin değiştirilmesi teklifinin halkoyuna sunulması kesinleşince bir basın toplantısı yapar… Bağırmadan, sakin ve ciddî bir sesle der ki:

“Anayasada değiştirilmesi teklif edilen ve halkoyuna sunulan maddelerin, iyi veya kötü olması hiç mühim değil… Çünkü anayasalar, birbiri ile rabıtalı maddeler vasıtasıyla millî ruhun tezahürü bir bütündür. Değişiklikler, o ruha aykırı ise bütünlük bozulur. Aslında değişiklik yapma mecburiyetinin doğması, o anayasanın iyi hazırlanmadığını gösterir. Millî ruha, millî vicdana, milletin ruh köküne uygun olmayan anayasalarla millet ve devlet idare edilemez. Dayatmayla kabul ettirilmiş olanları millet, bir şekilde hayatından atar. Mevcut anayasada 16 defa değişiklik yapılması, millî ruha uygun olmadığının 16 defa ispatıdır. Buna rağmen 17'inci defa böyle bir işe kalkışmak, en yumuşak ifadeyle abestir. Zaten millî ruha uygun olmayan mevcut anayasayı, bir de değişikliklerle daha beter hale getirme gülünçlüğüne son vermek lâzım.

İşte bunun için; milletimizin evlâtlarını birbirine kırdıran, fikirsizliklerini ve adaletsizliklerini 'bir sağdan, bir soldan astık' diye övünerek ifşa eden zihniyetin yaptığı anayasaya yeni bir yama yaparak yola devam etmeye HAYIR diyoruz!..

Acilen, milletimizin ruh köküne uygun bir anayasaya ekmek gibi, su gibi, hava gibi ihtiyaç var. Milletimiz, millî iradeyi temsil imkânı verirse, Milliyetçi Hareket'in ilk işi, TBMM'nin, Türk ruh köküne uygun bir anayasa hazırlamasını sağlamak ve onu halkoyuna sunmaktır.”

Hayal diye ifade ettim ama aslında milletin MHP'den beklediği bu... MHP'ye yakışan bu... Eğer Bahçeli, hırçın bir eda ve söylemle statükonun yanında olmak yerine, ÜÇ HİLÂLİN dalgalanışına uygun hareket etseydi, MHP rotasını ona göre çizseydi… 12 Eylül darbesinden önce ve darbe sırasında çile çekmiş (Bahçeli'nin bugünkü politikasına azimle karşı çıkan) ülkücüler başta olmak üzere millet, canla başla onun yanında yer almaz mıydı? Millet için, memleket için, MHP için ve Devlet Bahçeli'nin kendisi için; milletin anasını ağlatanların hazırladığı anayasayı, anlaşılamaz bir öfke ve hırçınlıkla müdafaa yerine, Türk Milleti'ne ÜÇ HİLÂLİ kazandıran ruha uygun yeni bir anayasa vaat etseydi, hayırlı olmaz mıydı?

Bahçeli MHP'yi, tabanına rağmen yokuşa sürmeyi izah etmekte çok zorlanacaktır… Allah, millet, tarih ve parti tabanı önünde… (31.08.2010)

 

Bizim başkan, sizinkini döver

CHP kurmayları, halkoylaması konusunda, partililerinin bile anlamakta, dolayısıyla da müdafaa etmekte güçlük çektiği bir politika izliyorlar.

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun, önce bazı şeyler söyleyip sonra vazgeçtiğinden, bunları tevilde sıkıntı çektiğinden, parti açılımlarından ve saçılımlarından söz edecek değilim… Cuntanın hazırladığı baskı anayasasına nasıl taraftar olursunuz falan da diyecek değilim… Basit zannedilen ama aslında derinlerden ipucu veren birkaç hususa işaret edeceğim.

Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi hususunda bir halkoylaması yapılacak… Evet veya hayır denecek… CHP hayır denmesini istiyor. Ama ne var ki, her şey söyleniyor; kayısıdan, Recep bey çık karşıma demeye kadar her şey söyleniyor, sadece niçin hayır denmesi gerektiği söylenmiyor…

Fıkrayı bilirsiniz… Politikacı basın toplantısı yapmış. İki saat konuşmuş. Sıra sorulara gelmiş. Bir gazeteci sormuş… Siz Demirel'in akrabası mısınız? Adam şaşkınlıkla yo demiş… Niye sordunuz… Muhatabı cevabı yapıştırmış…

İki saat konuştunuz, hiçbir şey söylemediniz de…

Bizim politikacılar, Demirel'in akrabası…

Hayır demenin ne kazandıracağını, evet demenin ne kaybettireceğini söylemek yerine Sayın Kılıçdaroğlu kalabalıklara haykırıyor… “Bir kahvenin kırk yıl hatırı var!” Ne olacakmış varsa… İşte bunun için hayır demeliymişiz… Ne alâka?... “Hayır” pusulası kahverengi ya… Öyleyse kahvenin hatırına hayır demeliymişiz… Bu kadar basit ve meseleyle uzaktan yakından alâkası olmayan bir mantık, daha doğrusu mantıksızlık bir genel başkana yakıştı mı? Kahvede dostlar arasında bile böyle bir mantık, şaka olsun diye bile söylenmez. Mavi olsaydı, haydi “ille mavili, mavili” derdiniz, ya oy pusulasının rengi külrengi olsaydı ne diyecektiniz? Oy pusulasının rengi ile bu iş izah edilecekse, yüzümüz ak olsun diye beyaz oy pusulasını tercih edin, yani evet deyin demek daha mantıklı olurdu… Kendi diliyle rakibi güçlendiriyor, haberi yok... Böyle basitlik bir parti genel başkanına yakışmıyor. Böyle bir basitlik topluma karşı da ayıp... Nitekim birkaç yerde bunu söyledikten sonra, ikaz edilmiş olmalı ki, bir daha kahveden de renginden de söz etmedi.

Siyasete atılırken bir söz verdim diyor, yeni genel başkan… Ne sözü vermiş? Dürüst olacağım diye söz vermiş… İyi güzel de kardeşim dürüst olmak için söz vermek mi gerekir? Dürüstlük her insanın uyması gereken bir ahlâk… Söz versen de vermesen de bu ahlâkta olacaksın… Dürüst olmak için diyelim ki söz vermek şart… Söz vermeyenler dürüst olmama hakkı (!) mı kazanacak? Dürüst olmak herkes için o kadar gerekli ki, bunu ayrıca dürüstüm diye belirtmek bile gerekmez. Nefes almak gibi tabiî… Nefes alıyoruz diye bangır bangır bağırılır mı? Zaten dürüstlüğü zedeleyecek bir hali ortaya çıkmayan herkes dürüsttür, bunu ayrıca belirtmek gerekmez. O kadar gerekmez ki, dürüst olmanın alternatifi yoktur. Yakalanan suçlu işte bunun için yüzünü kapatır. Ben dürüstüm diye meydanlarda bangır bangır bağırmak, dürüst olmamayı da bir alternatif olarak görmek demektir. Farkında olmadan diğer alternatifi de, yani dürüst olmamayı da meşru görmektir. İki alternatiften dürüst olma yolunu seçmeye söz verdim demenin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü söz versen de vermesen de seçeceğin dürüst olmaktır. En azından dürüst görünmektir.

Sayın Başkan'ın mahalle kabadayısı gibi çık karşıma diye bağırması da eşi bulunmaz bir komedi… Yahu zaten siz meydanlardasınız. Birbirinizden ayrı yerlerde, kilometrelerce uzakta da olsanız, yan yana gibisiniz. Birbirinizin zaten karşısındasınız… Zaten yaptığınız iş bu… Siz sadece bunu yapıyorsunuz hattâ… Memleket kocaman bir arena… Meydanlarda sizler de gladyatörlersiniz… Zaten karşındaki adama, karşıma çık demek gülünç değil mi?

Bütün bunlar bir ruh halidir ve “yeni” genel başkan, farkında olarak veya olmayarak kendini ispat gayreti içindedir ve yaptığı tek şey de budur.

Kayısıdan, kahveden, dürüstüm diye böbürlenmeden… Çık karşıma diye efelenmeden… Niçin hayır demek gerektiğini anlatmaya sıra mı geliyor… (07.09.2010)

Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Cennetmekân Hemşehrimiz I... - Sayı 91
Türk milleti... - Sayı 90
Müslüman, müslümanın kurd... - Sayı 89
Şeyh'im Edebâli... - Sayı 84
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


ACIYORUM

Millet, Meclis’i seçiyor...

Meclis, millet namına kanun yapıyor...

Anayasa Mahkemesi de bu kanunları bozabiliyor...

 

Şimdi söyleyin:

Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla mı milletin?

Hâkimiyet kayıtsız şartsız Anayasa Mahkemesi’nin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla Anayasa Mahkemesi’nin mi?..

(Kardelen; 13; Mart 1997)

 

ACIYORUM

Bir takım kimselerin, yetkilerini aşarak, kanun dışı teşkilâtlar kurduğu ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu artık kimsenin yok diyemeyeceği bir gerçek halinde ortaya çıktı.

Bunlar, başlangıçta en azından, kanunların kötülerle ve kötülükle mücadelede yetersiz kaldığını düşünüyor.

Böyle örgütlere karşı çıkanlar da, gizli ve kanun dışı teşkilât kurulacağına falan falan kanunlara ve filân filân mekanizmalara dayanarak şöyle şöyle mücadele mümkündür, demiyorlar...

 

Öyleyse...

Ya bu ülkede kanunlar ve işleyen mekanizma yetersizdir... Ya devleti idare edenler...

Bu işin (ya)sı, (ma)sı yok... Hem kanunlar ve işleyen mekanizma, hem idareciler yetersiz...

(Kardelen; 13; Mart 1997)
66
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş
Fatih Sultan Mehmet (4)


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13169692
 Bugün : 3700
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 605260
 Bugün : 301
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 398
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim