Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     1340 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Aliya
Yavuz Sert

  Sayı: 102 -

"Bizi toprağa gömmeye çalıştılar; fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı."

Üslûp kelimesinin kökeni, Arapça’da yol, rota, yön anlamlarına gelen bir kelimeymiş. Bu kelimenin Türkçemizdeki karşılığına “tutulan yol” diyebiliriz. Kelimeler, kökleri itibari ile çoğu zaman bizlere bir şeyler anlatırlar. Bahsi geçen kelime de bize âdetâ diyor ki: Bir amaca doğru giderken usûlünüz, yönteminiz doğru olmalı, amacınızın doğru olması yetmez, gidilen yol da doğru olmalı.

Bir kişi veya dönem hakkında değerlendirme yaparken içine düştüğümüz en büyük hatalardan birinin, ilgili dönemin dinamiklerinin değerlendirmeye alınmaması olduğunu düşünüyorum. Böyle bir hata, üslûp kelimesinin bize önemini anlatmak istediği “rotanın” yanlış çizilmesine sebep oluyor. Rotamız yanlış ise ulaştığımız nokta da büyük ihtimalle yanlış olacaktır.

Diğer bir nokta; bir kişi hakkında konuşurken yaptığımız değerlendirme onun hangi özellikleri ile ilgilidir? O kişinin bir özelliğinin iyi veya kötü olması o kişiyi mutlak olarak iyi veya kötü yapar mı? Meselâ kişi çok iyi bir baba olabilir ama cesur bir savaşçı olmayabilir. Çok iyi bir siyasetçi olabilir ama dürüst bir insan olmayabilir. Çok iyi bir asker olabilir ama iyi bir eş olmayabilir.

Bu girizgâhı, yapacağımız değerlendirmede usûl ve üslûbumuzun nasıl olduğunu ortaya koymak için yaptım. Konumuz elbette merhum Aliya.

İnsanlara isimleri ile hitap etmek edebe muğayirdir, istisnası arada çok sıkı bir muhabbet olmasıdır. Merhumla Türk halkı arasında çok büyük bir muhabbet var ki kendilerine sadece ismi ile hitap etmek hiç yadırganmıyor, biz de öyle yaptık.

Merhum Aliya’nın hayatını birkaç kaynaktan incelemeye çalıştım. Bütün hayatını göz önüne aldığımda, Bosna savaşı her ne kadar çok büyük bir kısmını kaplasa da dikkatimi ilk çeken konu onun taklit sahibi değil tahkikî bir müslüman olduğudur. Hayatını okuyanlar bilirler, merhum Aliya küçüklüğünden itibaren dinin yaşandığı bir evde büyümüş. Sabah namazlarında camiye giden bir çocuk var karşımızda. Aliya, o yaşlardan itibaren çok okumuş, öyle ki yirmili yaşlara gelmeden hem roman klâsiklerini hem temel felsefe metinlerini âdetâ yalamış, yutmuş. Yirmili yaşlarda yazılması ile beni ayrıca hayrete düşüren “Doğu Batı Arasında İslâm” adlı eserini okuyanlar bu birikimi çok net bir şekilde görebilirler. İşte bu ilk okumaların olduğu dönemde Aliya okuduklarından etkilenerek dinden bir süre uzaklaşmış. Tekrar dine dönüş yaptığı zamandan sonra da kalemi eline alarak yazılar yazmaya, eserler vermeye başlamış. Âdetâ tahkikî olarak yeniden müslüman olmuş.

Aliya’nın öne çıkan diğer bir özelliğini dâvâsı uğruna göze aldıkları ile anlayabiliriz. Müslümanların birliği için erken yaşta “Genç Müslümanlar” teşkilâtına katılmış. O dönem ve şartlarda böyle bir teşkilâtta bulunmanın ne kadar zor olduğunu daha sonra yaşananlar bize çok açık gösteriyor. İdam edilen birlik yöneticileri, yıllarca yatılan hapisler… Aliya kaderin cilvesi, idamdan kurtulmuştur ama yıllar boyu hapiste yatmıştır.

Aliya’nın belki de hayalinde ve plânında olmayan bir diğer yönünü hapis cezalarından sonraki hayatında görürüz: Siyaset. Müslüman Boşnakların hakları için kurulan parti, Yugoslavya’nın içinde yaşayan halkların bağımsızlıkları ile kucağında Bosna’nın bağımsızlığı meselesini bulmuştur. Ve bu süreç, yakın tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan birine uzanır. Artık karşımızda hem bir siyasî hem bir komutan vardır.

Aliya’nın ve halkının en zor zamanları bu savaş ve sonrasındaki günlerdir, hiç şüphesiz. Savaşla ilgili detayları okuyunca kelimelerin kifayet etmediği duygular yaşıyorsunuz. Özellikle Srebrenitsa’da yaşananlar bu zulmün âdetâ sembolü olmuştur.

Burada birkaç cümle ile geçtiğimiz bu savaş binlerce kişinin hayatına mâloldu, çok daha fazlasını evlerinden etti. Tecavüz ve işkencelerden sonra yaşanan psikolojik travmalar cabası… Savaş sırasında Aliya’nın düşmanlarına karşı tavrı onun “Bilge Kral” olarak anılmasında çok etkili olmuştur. Hoş, kültürümüzde olmayan “kral” kelimesinin kullanılması dikkat çekmiyor değil, Bilge Melik daha uygun düşerdi belki de ama galatı meşhur misali Bilge Kral ağızlarda çoktan yer etti. Düşmanın sivillere karşı saldırıları, katliamları ve zulmü Bosna savaşı trajedisini oluşturan en büyük etkendir. Karşımızda sniper ile insan avına çıkmış hayvandan da aşağı bir düşman var. Bosna tarafından da az da olsa sivil halka karşı saldırıların olduğu yönünde iddialar olmuştur. Ancak Aliya her zaman düşmana benzememeleri gerektiğini söylemiş, sivillere kesinlikle zarar verilmemesi konusunda ordusunu sürekli uyarmış, aksi davranışlar için soruşturma başlatmış, barış içinde yaşamak isteyen diğer halklara her zaman kucak açmıştır. Ve bu zulüm Aliya’nın da içine sinmediği çok açık olan, “önerilen barış ne adalete ne ilkelerime uygun ama eve savaşa devam ediyoruz mesajı ile de dönmek istemiyorum” dediği Dayton antlaşması ile sonlanmıştır.

Merhum Aliya’nın en çok eleştirildiği noktalardan biri bu Dayton antlaşmasıdır. Hatıratını okuyanlar görecek ki kendisi de bu antlaşmanın ne kadar adaletsiz olduğunu görmektedir ancak zulmü, ölümleri, acıları dindirmek daha ağır bastığı için antlaşmayı imzalar. Bu onu kötü bir siyasetçi yapar mı? Belki de öyledir ama şunu unutmayalım, merhum Aliya ayakta kalma savaşında halkına liderlik etmiş, dâvâ adamı, hakiki bir müslümandır. Siyaseten daha iyi bir karar verilebilir miydi sorusuna yanıt vermek çok zor. Yaşananları okuduğumda bunun çok da mümkün olmadığını hissettim. Merhumun hatıratında ABD ve diğer büyük devletlerin baskılarını çok net olarak görebiliyorsunuz. Hattâ antlaşmanın mimarı olarak bilinen ABD temsilcisi Holbrooke, Aliya’nın antlaşmaya karşı direncini hatıralarında değerlendirirken “o kadar acı çekmiş ki başkalarının acısına duyarsız” değerlendirmesini yapmıştır. Karşı tarafın değil arabulucunun görüşü bu, dikkatinizi çekerim. Bu yorum bile, merhumun aslında siyaset ilminde de ülkesi için ne kadar dirençli olduğunun göstergesi değil midir? Bu açıdan baktığımda o dönemi, yaşananları, zulmü bilmeden bu antlaşmayı ve merhumu eleştirmenin haksızlık olduğunu düşünüyorum.

Merhum Aliya da, halkı da savaş hattâ sonrasındaki barış sürecinde çok büyük sıkıntılar çektiler. Aliya’nın barış görüşmelerinde yaşadığı stres görüşmelerden birkaç hafta sonra kalp krizi olarak kendini gösterdi. Avrupa’nın göbeğinde, sözde medenî bir kıtada yaşananları görünce insanda ne kalp ne akıl sağlığı kalabilir. Aliya, Avrupa’nın bu barbarlığını çeşitli platformlarda çok güzel açıklamıştı: “Bosna’daki savaş sırasında yüzlerce kilise ve cami yıkıldı. Bunlardan teki bile Boşnaklar tarafından yıkılmadı, hepsi ‘Avrupalılar’ tarafından yıkıldı. Türk idaresi dünyanın en yumuşak yöneticileri değillerdi ama tüm Hrıstiyan halklar ve onların Ortaçağ’dan kalma en önemli anıtlarının hepsi beş yüz yıllık Türk idaresi boyunca ayakta kalabildi.”

Bosna’da savaşı yaşayan her birey çok farklı acılar çekti. Bizler, çeyrek asır sonra yazılanlardan, anlatılanlardan bir değerlendirme yapmaya çalışıyoruz. Benim uzaktan gördüğüm Aliya hayatını halkına ve ülkesine adamış, yaşamını İslâm’ın kurallarına göre belirleyen bir devlet adamıydı. Halkını zulümden kurtarmak için cepheye de gitti, diplomasi için sürekli farklı platformlarda Bosna’nın durumunu da anlattı. Siyaseten hataları vardır belki, yorum yapacak kadar siyaset uzmanı değiliz. Bazı kararları nedeniyle acı çekmiş halkından onu eleştirenler çıkmıştır, bu da onların en doğal hakkıdır. Kimsenin bu kadar acı çekmiş insanları bu konuda eleştirmeye hakkı olmadığını düşünüyorum.

Hem merhum Aliyâ’nın, hem düşman zulmü ile şehidân emanetini teslim etmiş tüm Bosna şehitlerinin derecâtları âli olsun inşallah. Şehitlerimizden şefaat dileniyoruz. Allah bizlere böyle acıları bir daha yaşatmasın inşallah.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Gazze biz ne öğretti?... - Sayı 119
Bir tufanın ardından: Fil... - Sayı 119
Adalet Mülkün Temelidir... - Sayı 112
Bir bürokrat şârih: Abidi... - Sayı 106
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Batılı düşünürler-Tolstoy ve niceleri gibi-mutlak olan bir şeyin olması gerektiğini gayet tabi bir şekilde fark edebiliyorlar. Ama bizim aydınımız (bulundukları yere nasıl geldikleri malum); bırakınız ülkenin dünya üzerindeki sorumluluğunu fark etmeyi, düşünmesi gereken bir beyinlerinin olduğunun bile farkında değiller. Ülkemizde, he sahada yaşanan boşluğu daha başka nasıl açıklayabiliriz?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Deniz kabarıyor
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13209739
 Bugün : 600
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606778
 Bugün : 7
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 213
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim