Yazı renginde melodiler Gülşen Ayhan Sayı:
106 -
 
Yaşlanmak kimi tedirgin etmez, kimi korkutmaz ki? Güzelliklerini üzerlerinde asalak bir böcek gibi taşıyıp, her gün çok sesli böbürlenmelerle böceklerini doyuran insanların sayısı o kadar çok ki; aynada kendilerine hayran hayran bakıp dünyanın sırf kendileri için döndüğünü zanneden insan kalabalığı. Ne kadar üzüntü verici, boş insanlar kafilesi. Bunlar için yaşlanmak gerçekten felaket olacak.
Kırışmış bir kâğıda dönmek, ribozomların çalışmamasından dolayı kocaman kahverengi benekler, sarkan etler... Giderek dünyaya benzemek, fazla sıcaktan sünen elbiseler gibi sarkmak, vs... Bunlar sana ancak şirinlik katar, yaşlılık sana ne etsin Yusuf Yüzlü!!
Geriye dönüp baktığımızda, hayata kattığımız anlamın derecesini yokladığımızda eğer elimizde kocaman bir aldanmışlık, boşunalıktan başka bir şey yoksa, öylesine gelmiş ve geçmişsek buralardan, işte o zaman yaşlılık “vay halimize” dedirtir. Buruş buruş olmak, elden ayaktan düşmek, parlaklığı kaybetmek, ellerini tanıyamamak; işte o zaman daha da büyük eziyet. Senin bakış açın, hayatı anlamlandırma biçimin, hepsi ama hepsi; ‘ben iyi şeyler bırakıyorum’ dedirtecek. Herkese bunu dedirtecek.
Öylesine yaşayan, hiç bir şey hakkında düşünmeyen insanlardan hep tiksindim. Üzerlerindeki albeni beni hiç etkilemedi. Onlardan geriye maddelerini kemirip duran kurtçuklar kalacak; başka da hiç bir şey değil.
Biz, beş duyumuzu et yığınlarının üzerine sabitlemedik. Kalbimizi içimize akan şeyler üzerine inşa ettik. Akan şey, üzerindekileri güvenlikli kılar mı diye bir sorunun anlamsızlığını açmaya gerek yok. İçimizde yürüyen her parmak, her tel ve her düş, foseptik çukurları bol şu dünya hayatının bize ‘sağlamdır’ diye dayattığı her şeyden çok daha sağlam bir zemin üzerinde kendinden haber verir, kendini hallendirir. Dillenince bir hal, yapılabilecek tek bir şey vardır; sağa bakıp selâm vermek. Kaydı tutan melek içinden ne kadar gülümsüyorsa niyetimize o kadar muhabbet nazil olur.
Bir Yusuf Yüzlü’nün çölü kuyu dolu, düşsem içine, kaybolsam, bu kaybolmak değil; o çöl beni kurtarırdı. Veya şöyle demeli, kervanlar yola çıkacak, yolu bekleyecek, bir pay varsa beklemeye ait o kervanların olacak…
Korku!! Ağır bir baş… Tuşlarla doldu kaldığım odaların iç yüzü; taştan pencereler; bunlar görülende beni emniyette tutacak. Bir tek kâğıdı, bir de kalemi var. Ne yazacak, korku!! Çölün hiç kuşu olmadıysa, bana gelmesini istediği, olmadıysa hiç, korku!!
Kuş, kahkaha atarak gülüyorsa bana; korku!! En vahimi; çölü tamamıyla kaplayacak genişliğe sahip olmamam. Korku!!
Yusuf yüzlü, denizin kıyısına geç ve bana şarkı söyle..!
|