Ruh K?k?n?n Milliyeti Mustafa Kınıkoğlu Sayı:
53 - Temmuz / Eylül 2006
 Bu sayının konusunu ilk öğrendiğim zaman, “Türk ruh kökü” kavramı üzerine biraz düşündüm.. Acaba bu terim neyi ifade ediyor ve anlattığı mânâyı tam olarak taşıyor mu?..
Genel plânda konu Türk ruh kökü iken, ayrıntıda konumuz “Türk ruh kökü toplum mühendislerinin plânlarını bozacak güçtedir” cümlesiydi.
Şimdi, ruh kökünün başındaki Türk kelimesini ele alırsak, plânlarının bozulmasını umduğumuz mühendislerin çoğunun Türk olduğunu görüyoruz… Küresel olarak düşünsek bile, en azından bizim ülkemizdekilerin çoğu Türk’tür. Bu durumda “Türk ruh köküne” mânâ kazandıran şeyin sadece Türklük olmadığı göze çarpıyor. Sadece Türklük olsa idi, şu bahsi geçen mühendisler de yeter şartı sağlamalarından dolayı rahatlıkla “biz de Türk ruh köküne bağlıyız” diyebilirlerdi.
Demek ki, Türklük yeter şart değil. Peki gerek şart mı?
Benim düşünceme göre, “Türk ruh kökü” kavramı ile anlatılmak istenen şey, Anadolu insanımızın, İslâm ile tanışmasından sonra geldiği kıvamdır. Kış sabahlarında, pekmezle tahinin karışmasıyla oluşan kıvam gibi Anadolu, İslâm ile tanıştıktan sonra yıllardır özlemle beklediği hale gelmiştir.
Aslında parantez içinde şunu da ekleyelim ki, Anadolu kavramı da salt coğrafya olarak düşünülemez, aynen ruh kökünün başındaki Türk gibi... O da coğrafyadan çok daha fazla mânâlar içeriyor. O mânâları da oluşturan yine bu coğrafyanın İslâm ile tanışmasıdır bana kalırsa.
Demek ki, “Türk ruh kökü” dediğimiz zaman, orada asıl unsur bu coğrafyanın, bu toprakların İslâm’ı benimsemiş olmasıyla meydana gelen “ruhtur”.
Zaten dünya üzerinde olduğunu düşündüğümüz diğer “ruh köklerini” ele alırsak hepsinin mayasının din olduğunu görüyoruz
Bu iddiamızı, dünya üzerindeki etkin ruh köklerini inceleyerek güçlendirmeye çalışalım.
Şu anda dünya üzerinde etkin güç olarak kimleri sayabiliriz?
Bir tarafta İsrail-Amerika, bir tarafta Avrupa Birliği ilk akla gelenler. İsrail’in bağlı olduğu ruh kökünün mayası direkt olarak gerçeğinden saptırılmış Yahudiliktir. Diğer taraftan, Avrupa Birliği ise, -tüm Avrupa’yı kastetmiyorum, bazı Avrupa ülkeleri İsrail'in bağlı olduğu köke daha yakındır.- Hristiyanlık’tan ve Helenizm’den etkilenmiş bir ruh köküne bağlıdır. Burada Helenizm’in, insan eliyle oluşturulmuş dinsel bir etki olduğunu da belirtmek isterim.
Eski Sovyetler’e ne demeli diyebilirsiniz. Onlar da din ile ilgili bir maya ile yoğruldular. Ama bu seferki maya “dinsizlikti”. Şimdiki Rusya’nın ve Çin’in de bu mayayı -eski Sovyetler kadar olmasa da- taşıdığı söylenebilir.
100 sene öncesine kadar, dünyada çok daha etkin bir ruh kökü daha vardı. Osmanlının taşıdığı, bizim “Türk ruh kökü” ile adlandırdığımız ruh kökü... Şimdi bu ruh kökü yok. Daha doğrusu var ancak, onu taşıyacak vücut yok.
Buraya kadar yazdıklarım ile Türklüğü arka plana attığım düşünülmesin. Asr-ı Saadet döneminden sonra, birkaç tane müslüman devlet kuruldu, yıkıldı. Ancak, bugün kendisi olmasa bile, bütün dünyaya Efendimiz’in ismini yaymaya çalışan, cihad eden askerlerine Efendiler Efendisi’nin ismi olan Mehmed ismini takan Osmanlının adı, halâ ayakta.
Bugün Filipinler’deki bir kıyı köyünde II. Abdülhamit’in yapımına yardım ettiği bir cami var ise, bunu sağlayan bu ruh köküdür. İşte konumuzda bahsi geçen mühendislerin işi salt Türkler’le değil, gönlünde bahsettiğimiz mânâyı taşıyan herkesledir. Siz isterseniz buna Türk ruh kökü deyin, isterseniz Anadolu ruh kökü, isterseniz İslâmî ruh kökü...
İçindeki bu mânâyı taşıdıktan sonra ister Alman olsun, ister Japon, ister Rum... Hepsi bu ruh köküne bir yerinden yapışırlar. Ancak tarih de şahittir ki, Türkler’in fıtratı bu mânâyı temsil etmeye son derece uygundur. Bu da Allah’ın bir lütfudur.
Sonuç olarak Türklük, bahsi geçen ruh kökü mânâsını taşımak için yeter şart değildir, hattâ iddialı bir lâf olacak, istisnalara bakıldığında gerek şart da değildir. Ancak geniş açıdan baktığımızda, Asr-ı Saadet’ten sonra fıtrat olarak bu mânâyı diğer müslüman milletlerden daha farklı anladığı ve taşıdığı da ortadadır.
Doğarken milletimizi seçemiyoruz, sonradan da değiştiremiyoruz. Bu şekilde olan özelliklerimiz için “Elhamdülillah” demekten öteye geçmek, farklı düşünce oluşumları içine girmemize neden olabilir. Efendimiz’in “Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü yoktur, üstünlük takva iledir” hadisi doğrultusunda, bu ruh kökünün mayasının bu hadisde bahsi geçen takva olduğunu düşünüyorum.
Zaten toplum mühendislerinin yapmak istediği de, kişilerin ellerinden “milliyetlerini almak” değil -ki çok saçma bir kavram oldu-, olanların imanını azaltmak ve sıfıra indirmek, olmayanların ise bu imana hiç kavuşamamasını sağlamaktır.
|