İçimizdeki çocuk ölmesin Ekrem Yılmaz Sayı:
125 -
 Fıtratın Korunması ve Kaybedilen Aşkın İzinde
Çocuklar, gelecek sizin! Siz zaten bizzat geleceksiniz! Ve İslâma aitsiniz. Zira “İslâm fıtratı üzere doğduğunuzu” ve her doğanın böyle olduğunu Sadık Habercimiz bildirdi. “Güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen” Gaye İnsan: “Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha değerli bir miras bırakmamıştır.” diye de buyurdu. Yani hem dünyaya güzel gelişimiz müjdelendiği gibi onun muhafaza edilip aktarılması öğütlenmiş oldu.
Ve insan, iki kanatlı uçulabildiği hikmetinden dolayı şu müjde ve tehdide muhatap kılındı:
“Gerçekten insanı ahsen-i takvîm üzere (en güzel şekilde) yarattık. Sonra onu esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) indirdik.” Tin Suresi 4, 5. âyet meali.
Ne ekersek onu biçiyoruz. Kanun bu… Dünya ahiretin tarlası, burada ekilenin orada biçileceği gibi, yarınımız da bugün ektiğimiz çocuklarımızda şekillenecek. Ana-babalar, cemiyet ve verilen eğitim, çevre belirleyici unsur, ekim yapanlar oluyor. Bir kavmin kendini bozup değiştirmedikçe, Allah zulmetmeyeceğini, kimsenin halini değiştirmeyeceğinin, hallerini kötüleştirmeyeceği haberini veriyor. O halde çocuklar nasıl yetişmeli ki, yarınlarımız güzel, parlak, nurlu, umutlu, saadetli olurken, onlar da beklenen nesil olarak yoğurulsun?
Nasıl?
Onların fıtratları zaten iyi, güzel, doğru, neşe ve selâm üzere… Yani doğuştan müjdeliler! Çocuklar iyi, çocuklar güzel… Çocuklar doğruluk üzere olmaya doğuştan meyyal… “İslâm fıtratı üzereler.” O halde onların terbiyecilerine düşen, bu fıtratlarını korumak, bozulmasına meydan verdirmemek; üstüne de bu iyilik ve güzelliklerini geliştirmek, yolunu açmak olmalı… Ebeveynlerin, cemiyetin, eğitiminde topyekûn terbiyecilerin vazifesi buydu. Bu olmalıydı! Oldu mu, başarıldı mı?
Hayır!
Hem de nesiller boyu başarılamadı ki, dörtyüz yıldır Türk cemiyeti, aile hayatı perişan; hâlini düzeltemedi. Fıtratları bozulmaktan koruyamadı ki perişan hâl devam etti. Bu durumun çok esaslı tahlil edilmesi, araştırılması ve muhasebesinin yapılması lâzım. Nerde, ne zaman, nasıl, kim bozdu? Ne zaman başladı, kimlerle nasıl devam etti ve netice nereye vardı? Hâlimiz ve çaremiz nedir? Elbette bu davanın muhasebesini yapan, çilesini çeken, eserini veren olmuştur.
Beklenen mütefekkirimiz bunların cevabını ve eserlerini vermiştir. Efrâdını camî ağyârını mâni şekilde hepçi bir yaklaşımla dost ve düşman tespiti yapılarak tarih şuuruna erilerek devlet ve millet yapı ve işleyişi nasıl ve hangi yollarla dinamitlendi apaçık orta yere serilmelidir.
Devlet ve cemiyetin yapı taşı aile, ailenin de fertler. Fertlerin filizleri çocukları… Dün, bugün, yarın çocuklar fıtrat üzere korunup geliştirilmişse ve geliştirilecekse, bu aile ve cemiyetin telkini ve verdiği eğitimiyle olduğu gibi; fıtratları bozulup esfel-i sâfilîne kaydıysa ve kayacaksa yine aile, cemiyet ve eğitimle olmuş olacak. Ne ekiyorsak onu biçiyoruz ya, kanun bu… Kimse buğday ekip mısır biçmedi hiçbir zaman…
Buradan hareketle insanın dünyaya gelişindeki fıtrat temizliğini müjdeleyen yegâne mukaddes din olan İslâm onun nasıl korunup, kollanıp geliştirileceğinin yolunu da göstermiş midir? Elbette! İman esaslarıyla beraber; her iyi, güzel, doğrunun emirlerini bildirip, bütün kötülüklerin ve fıtrat bozucu her nesne ve ahlâkın yolunu yasaklayarak tıkamıştır. Emir ve yasaklar çifte kanat hikmeti: Biri eksik olursa uçulamıyor!
Helal ve haramı; hadleri bildiren Allah Resulü Kitabı Kadimde ‘güzel örnek’ olarak gösterilirken, kendileri de bize Sahabelerini kurtuluş için uyulacak gökteki yıldızlar olarak vasiyet etmiştir. Allah hepsinden razı olsun.
Hamdolsun kurtuluş için yol her zaman ortada… Korunmak ve kurtulmak için nedir o yol?
*KİTAP: Allah Kelâmı, hüküm.
*SÜNNET: Allah Resulü, en güzel örnek…
*İCMA: Sahabeler ve o çizgiyi muhafaza edenlerin birleştiği nokta.
*KIYAS:
Onlara uyan üstünlerin içtihat ve fetvaları… Yol göstermeleri.
Hayatımızı bu esaslar çerçevesinde yapılandırarak imanımızı tashih edip salih amel ve ihlâs ile ruhlarımızı besleyip “Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmayı” bize öğütleyen Kurtarıcımız Ufuk Peygambere uyarak yaşanan bir aile ve cemiyet ortamı oluşturulduğunda yarınlar beklenen nesil o güzel çocukların olacaktır inşaallah! İslâmın dışındaki her bir yol da fıtratı bozucu olduğu için iman gölgelenmiş, aşk donmuş, kaybedilerek ham yobaz ve kaba softa peydahlanmıştır. Bozulma süreci de öyle başlamış, hâlimiz sonunda bugünkü durumumuza inkılâp etmiştir. Kanunî ile başlayan bu bozulma sürecimiz yüz yıllarca nasıl durdurulup tersine çevrilemedi? Bozula bozula devam edip daha da müzminleşti, Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinde sürüp bugünkü hâli aldı? Hâl bu oluncaya kadarki süreçte anlatılmaya çalışılan kurtuluş reçetesini bilenler yok muydu? Elbette vardı hep… Bugün bu bildiklerimiz onlar vasıtası ile bizlere ulaştı.
O halde?
O halde kötü gidişi durduramamanın sırrı neydi?
Çilesini çekenlerin teşhisi ile: DAVANIN AŞKI KAYBEDİLMİŞTİ. Vecd uçmuş, kalbe giden yol tıkanmış, vicdanilik ve samimiyet yitirilmiş; kaba softanın sesi yükselmiş, Şeriat isterken Şeriate ihanet edilerek en çukura, esfel-i sâfilîne düşülmüştür. Böylece ham yobaz karanlık ruhu ile çocukların gözünü açtığı dünyada ruhuna uygun karanlık bir fert ve cemiyet hayatı inşa etti. Böylece aşkını kaybeden bütün muvazenesini ve her şeyini kaybetmiş oldu. Bu aşk geri kazanılır mı? Kazanılırsa nasıl kazanılır? Bu aşk nasıl geri kazanılır, bunu bu yazıyı yazan bilmiyor. Ancak duaya sarılıp, gözyaşı ile yıkanmaya devam etmekten başka çıkar yolumuz olabilir mi? Dua ve gözyaşı dökebilmekten; bunu sığınma, korunma ve olma vesilesi bilmekten başka elimizde bir şey yok! Bunu da kaybetmekten büyük belâ, musibet ve çaresizlik olmadığını Allahu Azimüşşan Musa Aleyhisselâma bildirmiş.
Allahım bize aşkımızı geri lütfet, kalplerimizi dirilt, ‘bizim yaratılışımızı güzel eylediğin gibi, ahlâkımızı da güzelleştir’, kemâle erdir. Kalplerimize yumuşaklık ver ki, ağlayabilelim! Âmin.
Geleceğimiz için ümitlendirecek yola şuradan girebiliriz:
“Yandı kitap dağlarım, ne garip hâl oldu!
Sonunda bana kalan, ilmihâl oldu!”
“Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!” (Necip Fazıl)
Biz de ‘ağlayabilseydik, anlayabilecektik’! N’olur içimizdeki çocuk ölmesin:
Hep çocuk kalalım!
|