Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     3226 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Olaylara Bakış
Av. Kadir Bayrak

  Sayı: 71 - Ocak / Mart 2012

AVRUPA BİRLİĞİ’NE NELER OLUYOR…

Tarihin seyri içinde kısa sayılabilecek aralıklarla üzerinden iki dünya savaşı geçen Avrupa, bu savaşların meydana getirdiği maddî yıkımları telafi etmek ve ekonomik bir işbirliği kurmak amacıyla ilk defa bir araya geldiğinde takvimler 1951 yılını gösteriyordu. Bu tarihte imzaladıkları Paris Antlaşması’yla yola çıkan 6 devlet (Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg) Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu kurmuş, günümüze kadar geçen süreçte, farklı tarihlerde imzalanan antlaşmalarla hem birliğin ismi değişmiş hem de üye sayısı 28’e yükselmiştir.

Cumhuriyetle birlikte yönünü Batı’ya çeviren Türkiye, uzun ve meşakkatli Avrupa yolculuğuna ve bu yolculuk esnasında gösterdiği ekonomik gelişmeye rağmen mevcut 28 ülke içinde yer alamadı. 1959 yılında o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üye olmak için başvuran Türkiye’nin Kaf Dağı’nın ardındaki üyelik macerasının ayrı bir yazı mevzusu olduğunu belirtelim.

Peki ne oldu da batmaz denilen Titanik misali Avrupa ekonomisi çökme aşamasına geldi…

Başbakan Erdoğan’ın siyasî literatürümüze “teğet geçecek” ifadesiyle giren ve dünyanın en güçlü ekonomilerini bile derinden sarsan 2008 ekonomik krizi, en çok Avrupa Birliği’ni, birlik içinde de Yunanistan’ı etkiledi. Yaşlı kıtanın şımarık çocuğu Yunanistan’ın, vermeden almaya alışmış yani üretmeden borç alma prensibine dayalı ekonomisinin 10 yıllar öncesinden alarm verdiğini bugün uzmanlar söylüyor. Yunan halkının tembelliği ve önüne geçemedikleri yolsuzluk, rüşvet gibi artık karakter haline gelmiş özellikleri de bilinen sebeplerden. Bir Avusturya gazetesi “Her Yunan vatandaşı 1.355 avro rüşvet ödedi. Ülkedeki ekonomik krizin bir nedeni de rüşvetin gelenekselleşmesidir" diye yazarken aynı gazete haberin devamında Almanların Die Zeitung gazetesine atıfta bulunarak, “Ehliyet almadan, hastaneye yatmaya, oradan inşaat izni almaya kadar her iş için Yunanlıların rüşvet ödediklerini” yazdı.

Ortak para birimi olarak kullandıkları (Avro)nun da krize sebep olduğu ileri sürülen görüşlerden. Para birimi olarak (Avro)yu kullanan ülkelerin para politikaları da tek merkezden, Avrupa Merkez Bankası tarafından belirleniyor. Bu da birliğe üye ülkelerin birbirlerine göbekten bağlı kalmalarını zorunlu kılıyor. Bir ülkedeki olumsuzluk domino taşları misali diğerlerini de etkiliyor. Aralık ayı içinde görünüşte para birimleri (Avro)yu, esasında bütün bir kıtayı kurtarmak için bir araya gelen ve batan ülkeleri kurtarmak için fedakârlık yapılmasını isteyen Batılı devlet adamları, İngilizlerin yan çizmesiyle kriz kadar büyük bir şok daha yaşadılar. Hazırlanan kararları millî menfaatlerine aykırı bulduğundan imzalamayan İngiliz başbakanı, aslında tarihten gelen menfaate dayalı İngiliz duruşuna da bir örnek teşkil etti. Bu arada batan Yunanistan’ı kurtarmak için canhıraş bir şekilde çaba sergileyen Alman ve Fransız devlet adamlarının bu çırpınmalarının öyle çok insanî ve yardımsever duygularla yapıldığı da zannedilmesin. Yunanistan’ın en büyük alacaklılarının Almanya ve Fransa olduğu, Yunanistan’ın iflas etmesi halinde bu alacakları için bir bardak soğuk su içeceklerinin farkında oldukları da bilinsin…

 

DÜNYA İKİNCİSİ OLDUK…

Hazır söz ekonomiden açılmışken Türkiye’nin Çin’den sonra dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi olduğunu belirtelim. 2011 yılının üçüncü çeyreğinde yüzde 8,2 büyüyen Türkiye, böylelikle 2009 yılından beri yakaladığı yükselme eğilimine hız kesmeden devam etti. Ülkemizde faaliyetine devam eden sektörlerin büyüdüğü anlamına gelen bu gelişme, kişi başına düşen gelirin de arttığının bir göstergesi.

Bu gelişmeye paralel olarak işsizlik oranı, son 10 yılın en düşük seviyesine indi. 536 bin kişinin iş sahibi olduğu Eylül ayında bu oran yüzde 8,8’e geriledi.

 

25. KARE: SUBLİMİNAL MESAJLAR…

“Fight Clup” (Dövüş Kulübü) isimli film, izleyicisine mesajı olan sayılı Holywood yapımlarından biridir. Subliminal mesajın ne olduğuna dair ilk bilgi kırıntılarını bu filmle edinmiştik. A Haber kanalında 11 Kasım 2011 tarihinde yayınlanan ve Mehmet Ali Önel’in hazırlayıp sunduğu program üzerine meselenin ciddiyetine vakıf olduk. Programın ardından 15 Kasım 2011 tarihli Sabah gazetesinin Günaydın ekinde televizyon yorumculuğu yapan Yüksel Aytuğ’un kaleme aldığı “Beynimize tecavüz ediyorlar” başlıklı yazı da bu konuya gösterilmesi gereken önemin altını çizdi.

Kardelen’in bu sayısının konusuyla örtüştüğünden bu bahsi Olaylara Bakış içinde ele almayı uygun gördük. Subliminal mesajlar, gözün algılayamadığı ancak bilinçaltına hitap eden başka bir objenin içine gömülü işaretler olarak tasarlanmıştır ve tahmin edeceğiniz üzere iyiniyetli mesajlar değildir. Bunların reklâmcılık ve propaganda alanlarında sıklıkla kullanıldığı dile getirilmektedir. Hepimizi özellikle de anne ve babaları yakından ilgilendiren konuyla ilgili Yüksel Aytuğ’un yazısını dikkatlerinize sunuyoruz:

 

BEYNİMİZE TECAVÜZ EDİYORLAR

Mehmet Ali Önel, cuma gecesi a Haber'de, yılın en önemli haber programını yaptı. Ama gelin görün ki, üzerinden üç gün geçmesine rağmen, kimseden 'çıt' çıkmadı. Deşifre programı bu hafta, 'subliminal mesaj' konusunu işledi. Aranızda pek çok kişinin bu kelime ile ilk kez tanıştığını tahmin ediyorum. Öyleyse işe genel bilgi ile başlayayım:

Efendim, 'subliminal mesaj'; insan beyninin, daha doğrusu bilinçaltının ses, görüntü ve benzeri efektlerle istem dışı olarak etkilenmesi ve yönlendirilmesine deniliyor. Gözün ve kulağın ilk anda fark etmediği, ancak bilinçaltına istif edilip 'gerektiği anda' ortaya çıkan bu mesajlar; sinema, televizyon, radyo programı, MP3 çalar, internet oyunu, afiş, poster veya billboard'ların içine gizlice yerleştirilip propaganda yapılıyor ya da tüketici alışkanlıkları yönlendiriliyor.

İLK KEZ BBC YAPTI Bu yöntemi ilk kez 1920 yılında BBC denemiş. O yıllarda radyonun 'şeytanî' bir ürün olduğu ve insanı günaha sevk ettiği yolunda yaygın bir inanış varmış. BBC yetkilileri, yayınlarının fonuna, belli belirsiz radyonun faydalı bir araç olduğunu anlatan sesler yerleştirmişler. Kısa sürede toplumun radyo konusundaki düşüncesi olumlu yönde değişmiş.

1940'lı yılların başında ise aynı yöntem, bu kez görsel efektler yardımıyla, İngiliz uçaksavarcıların dost ve düşman uçaklarını ayırt etmesi için kullanılmış. Ancak yöntemin etkisi daha sonra ticaret dünyasının da ilgisini çekmiş.

1957 yılında gösterilen Picnic filminin içine gözle fark edilmeyen ancak bilinçaltına kazınan "Aç mısın? Öyleyse mısır gevreği ye" cümlesi yerleştirilmiş. Gösterim süresince popcorn satışları yüzde 58 oranında artmış. Ve ondan sonra da iş çığırından çıkmış...

Uzmanlar, bilinçaltının doğum ve ölümü çağrıştıran kelime ve simgelere adeta 'torpil' yaptığını, bu iki konunun algılamada öncelik taşıdığını keşfedince, ürünlerin üzerine ilk görüşte algılanmayacak şekilde 'seks' ve 'kill (öldürmek)' kelimeleri yerleştirilmeye başlanmış.

Bu durum günümüzde de tüm hızıyla devam ediyor. Tom ve Jerry, Aslan Kral çizgi filmlerinden Dövüş Kulübü'ne kadar pek çok ünlü Hollywood ürününün sahneleri arasına 'sex' kelimesi ustaca yerleştirilmiş. Böylece algı ve hatırlama eşiği düşürülmüş. Bazı ürünlerde de masonik örgütlerin ya da gizli tarikatların propagandasını yapmak için gizli semboller yerleştirilmiş.

Bunlar, bir saniyesi 24 kareden oluşan filmlerin içine, 25'inci kare olarak eklendiği gibi; bir sigara dumanı ya da bazen bir gölge olarak karşımıza çıkıyor. Filmler ancak uzman ve dikkatli gözler tarafından kare kare incelendiğinde bu gizli semboller açığa çıkartılabiliyor.

DİZİLERE YERLEŞTİRİYORLAR Deşifre programında, kanal ve dizi isimleri verilmemesine rağmen bugün televizyonda aynı yöntemin sıklıkla uygulandığı iddia edildi. Çocukların gözdesi Sihirli Annem dizisinin jeneriği, Cem Yılmaz'ın A.R.O.G. filminin içindeki bazı sahneler ve Kuzey Güney dizisindeki örnekler gerçekten de şaşırtıcıydı.

RTÜK ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı aslında bu konuda kural koyan ve yaptırım uygulama yetkisi bulunan kurumlar.

Dünyada da 55 ülke 'subliminal mesaj' konusunda ulusal yasak ve yaptırımlar uyguluyor. Ancak bizim ülkemizde, bu ihlali takip edip ceza verecek uzman kişiler var mı? Varsa da bu işi ciddi olarak takip ediyorlar mı, işte orası biraz kuşkulu...

Subliminal mesajlarla sadece tüketim alışkanlıkları tetiklenmiyor. Araya yerleştirilen pornografik ya da yasa dışı örgütsel sembollerle çocukların ruhsal gelişimleri sakatlanıyor. Yani durum 'ulusal alarm verilecek kadar' ciddi.

Haftaya Mehmet Ali Önel yine uzmanların katılımıyla, konunun değişik boyutlarını gözler önüne sermeye devam edecek. Buradan çağrıda bulunuyorum: Beynimize tecavüz edenlerin yaptıkları yanlarına kâr kalmamalı. Bu önemli suçla mücadele, sadece sorumlu bir habercinin omuzlarına bırakılmamalı.

(15 Kasım 2011, Yüksel Aytuğ, Sabah)

 

YAZARLARIMIZDAN HABERLER

Şiirlerini severek okuduğumuz şairimiz Ahmet Mahir Pekşen ile her sayıda yazdığı hikâyeleri ilgi çeken yazarımız Fatma Pekşen, Kasım ayı içinde Konya’da bir televizyon programına konuk oldular. Özel bir okulun düzenlediği okur ve yazarları buluşturma etkinliğine de katılan şair ve yazarımız, burada buluştukları okurlarıyla hasbihal etme ve eserlerini imzalama imkânı buldular.

Kontv’de yayınlanan ve ilâhiyatçı yazar Duran Çetin’in hazırlayıp sunduğu “Kültür Dünyamız” programına katılan Pekşenler, eserleri, hayat hikâyeleri, yazarlık süreçleri hakkında izleyenlere bilgi verdiler.

Fatma Pekşen Hanımefendi’nin “bir milletin ses bayrağı dilidir” görüşü üzerinden şekillenen programda, çocuğa okuma bilinci verilmesi, bu bilincin verilmesinde ailenin ve özellikle annenin rolü ele alındı. “Evlerin derli toplu görünmesi adına yuvalarına kütüphane kurmayan, ortalık toplama adına ilk önce kitapları, dergileri, gazeteleri yok eden anneler, içinde yaşadıkları mekânı bomboş bırakırlar. Tıpkı evlâtlarının beynini bomboş bıraktıkları gibi!” tespitini yapan yazarımız çocuğun hayatının her safhasında kitapla muhatap olması gerektiğine vurgu yaptı.

Zeki bir millet olmamıza rağmen okuma alışkanlığının istenen seviyede olmadığını, bu zekâmızı izdivaç programı izleyerek, kabul günü dedikodularına harcadığımızdan duyduğu ıstırabı dile getiren yazarımız eline hiç kitap almayan anne babaların evlâtlarını okumaya teşvik etmelerinin inandırıcı olamayacağını hayattan örnekler ve kıssalarla anlattı.

Başta dede ve nine aile büyüklerini gören, tabiatla haşır neşir olan, anne babasıyla paylaşabilen çocuklardaki verimin üst seviyede olduğunu belirten Pekşen, okulda, dershanede testlerle ödevlerle boğuşan evlâtlarımızla, akşamları verimli geçirmeyi, hiç değilse akşam yemeğini aynı masa etrafında yemeyi, günün kritiğini birlikte yapmayı tavsiye etti. Yazarımız, ancak bu şekilde internet Türkçesi’nin belinin kırılacağına inanıyor.

İşyerlerine yabancı isim vermeyi de eleştiren yazar, bizden başka hiçbir millette işyerlerine yabancı isimler vermek modası bulunmadığına dikkat çekti.

Televizyon programı sonrası Konya’da bulunan özel bir okulun geleneksel olarak düzenlediği okur ve yazarları buluşturma programına katılan Pekşen çifti son olarak 15 Ocak 2012 tarihli Zaman gazetesinin Pazar ekinde yer alan “Bir evde iki yazar” başlıklı aktüel habere konu oldular. Her iki yazarımıza, birlikte geçirecekleri ve yeni eserler verecekleri hayırlı uzun ömürler temenni ediyoruz…

 

“ÖVÜLMÜŞ ŞEHİR”

Yazarımız Mücahit Koca’nın “Övülmüş Şehir” isimli romanı 2011’in son günlerinde elimize ulaştı. Son üç dört sayımızda dağ hikâyelerini takip ettiğimiz Koca’nın eğer biz yanlış saymadıysak bu onbeşinci eseri. Ağırlıklı olarak şiir üzerine eserler veren yazarımızın manzum düşünce, hikâye ve deneme türü kitapları da mevcut. Övülmüş Şehir, “Asım’ın Nesli”nden sonra ikinci romanı.

Övülmüş Şehir, tahmin edeceğiniz üzere, İstanbul’un fethini konu olan bir eser. Çağ açıp çağ kapayan Fatih ile askerinin rakip dünya karşısındaki medeniyet üstünlüğünü tarihin içinde kalarak anlatan bir roman… Bir kitabı en iyi ve kısa yoldan arka kapağında yazılanların anlatabileceği kanaatiyle sözü oraya bırakalım:

“… Belki de en önce söylenecek söz şuydu: Bu roman sekizyüzelli yıldır bir türlü kazanılamamış bir savaşın ateşindeki genç bir padişahın “Fatih” oluşunun hikâyesi.

Tarihe taraf olan bir yaklaşımın romanı olan “Övülmüş Şehir” ile Mücahit Koca, Roma ile Osmanlı’yı karşılaştırıp; Hristiyan olanla İslâm olanın en derinlerde saklı olan hâkimiyet savaşını şaşırtıcı bir duyarlılıkla anlatıyor. Ve Bizans’ın akıl dışı, geri ve zalim yanının Osmanlı’nın adalet, sevgi ve merhamet dolu yanına yenik düşüşü gözler önüne seriliyor”

Olaylara Bakış’a GÖZLEMCİ’nin iki yazısı ile son veriyoruz:

 

DERSİM BİR DEĞİL!..

Bir asra yakın zamandır, milletimizin ve memleketimizin kaderinde -muhalefette olduğu zaman bile- söz sahibi olan, muhalefette bile baskı unsuru olan CHP’nin artık yaptıkları ile yüzleşme vakti geldi. “Bu memlekete Komünizm lâzımsa onu da biz getiririz!” diyecek kadar millete tepeden bakan CHP’nin milletle yüzleşmesinin vakti geldi. Kendisine muhalefeti, isyan olarak nitelemesiyle, bir takım kuruluşlara yaptırdığı dayatmalarıyla, çanak tuttuğu ihtilâllerle yüzleşmesinin vakti geldi… İktidardayken perva etmeden yaptığı zulümlerle, muhalefetteyken ettiği tehditlerle, susturma oyunlarıyla, her şeye rağmen hep üste çıkma şirretlikleriyle yüzleşmesinin vakti geldi. Bir yüz yıla yakın sürenin hesabını, kendisini asla iktidar yapmayan millete karşı vermenin vakti geldi. Dersim tartışması gösterdi ki, kendisiyle ve milletle yüzleşmekten hiçbir şey onu alıkoyamayacaktır. Boşuna çırpınıyor.

CHP’nin işi zor. Bir Dersim olsaydı, belki kolaydı… Bir özürle hesap ödenebilir, yüzleşme bitebilirdi. Asıl endişe, çorap söküğü gibi ardından gelecek olanlar için... Memleketinde yapılanları çok iyi bilmek durumunda olan Dersimli bir genel başkanı olduğu halde, Dersim meselesini konuşmaktan çekinmesinin asıl sebebi CHP’nin; bu! “Dersim…” diye bir başlanırsa gerisi çorap söküğü gibi gelecek… “Önce infaz yapılsın, şahitler sonra dinlensin” diye karar veren İstiklâl Mahkemeleri… Şapka Kanunu çıkmadan önce yazdığı kitap sebebiyle “Şapka Kanunu’na muhalefetten” yargılanan ve idam edilen İskilipli Atıf Hoca… İnananlara yapılanlar… Kur’ân öğrenmenin yasaklanması… Ezanın değiştirilmesi… 1946 seçimleri… Jandarma dipçiği… Tahsildar korkusu… Ve daha neler neler… Boncuk gibi dizilecek… Bir yüz yıla yakın süre ile yüzleşilecek… Artık susturma imkânları yok, tehditler para etmiyor, “sizin asıl kastınız şu” nevinden efelenmeler ve hedef saptırmalar, şuna buna sığınmalar kâr etmeyecek…

“Eskiyi unut,

Yeni yolu tut!”

Diyen bakanların şahsında; milletin aslını, kültürünü, özünü inkârıyla, Kur’ân öğrenmeyi yasaklamasıyla, ezanı aslından koparmasıyla yüzleşecek.

“Ne mucize ne füsun,

Ne örümcek, ne yosun;

Kâbe Arab'ın olsun;

Yeter bize Çankaya!”

Diyen dalkavukların ve devlet imkânlarıyla donatılanların ipliği pazara çıkacak…

Dikkatinizi çekerim; “Millet CHP’nin yaptıklarını ve ne mal olduğunu öğrenecek” demedim… CHP, aynaya yani mazisine bakıp, milletle beraber görmek ve kendisiyle yüzleşmek zorunda kalacak. Çünkü millet, reyleriyle, onu iktidar yapmadığına göre, his yoluyla da olsa onu zaten tanıyor.

Bir kısım meraklıların, araştırmacıların, bazı aydınların şahsî gayretleriyle erebildiği bilgiler, belgeler; herkesin gözü önüne serilecek…

(edebaliyurdu.com)

 

Bir avuç Ermeni oyu için mi?

Oldum olası Eyfel Kulesi’ni sevmemişimdir. Dünyanın en mânâsız yapısı… İlkel kabilelerin totemleri bile, batıl da olsa, bir şey temsil eder. Eyfel Kulesi ise güzelim toprağın üzerinde, anıt kasıntılı demir yığını... Çocukların kibrit çöpünden kulelerinde bile büyük eser yapma hayali olur... Eyfel Kulesi, hem hakikatten, hem hayalden yana nasipsiz. Fransa ve Fransızca hayranlığının dilimize soktuğu kelimeyle, “absürt”… Abes… Hem mânâsız, hem saçma… Üstelik de gülünç… Toprağa haksızlık... İşgal ettiği toprağın, yeşillik hakkını gasp… Yüksek olmasının dışında hiçbir özelliği yok... Işıklarla, asansörlerle, cazip hale getirilmek istense de, alay için çıkarılan dil gibi sivri; soğuk ve zevksiz bir demir kazık... Yapıldığı yıllarda, çok tepki çekmiş. Hem halktan, hem aydınlardan… Tarzıyla dünyayı etkileyen hikâyeci (Mopasan)a niçin hep aynı yerde yemek yediği sorulduğu zaman, “ne yapayım, Eyfel Kulesi’nin görünmediği tek yer orası” cevabını vermiş. O kadar mânâsız ki, Fransız Devrimi'nin 100. yıl kutlamaları için inşa edildiği halde, devrimin sembolü olamamış; Paris’in ve Fransa’nın sembolü görülmüş. Fransa’nın sembolü ve Fransa’ya yakışır olması bakımından bir temsil kabiliyeti var sayıyorsanız bir diyeceğim yok. Maddeye hâkimiyeti her şey sanan Batı idraksizliğinin simgesi…

İşte Fransa bu… Olmadık şeyleri beklenmedik şekilde ve derin düşünmeden öne sürmek… Avrupa’nın Eyfel Kulesi… Birçok fikir ve sanat akımı, orada doğduğu halde diğer Avrupa ülkelerinde olgunlaştı ve yaygınlaştı. Biri kısa, diğeri uzun boyu (ve burnu) ile maruf iki devlet adamının hevesiyle iki defa Avrupa liderliğine kalkıştı; netice ortada. Müstehcenliği, sanat maskesiyle sivriltti ve nefsin can damarına batırdı. Ülkesi, milleti ve başkenti, bu yönüyle meşhur oldu… Bunlara; “Fransız kalmak” deyiminin dünyaya mal oluşunu, Rusça’da “Fransız” kelimesinin “fırıldak” demek olduğunu eklersek, son Ermeniler’e şirin görünmek için kanun çıkarma hareketinin; -Sarkozi şahsî menfaati için parlamentoyu kullanmış olsa bile- Fransa’ya ne kadar yakıştığını anlayabiliriz. Sömürgecilik geçmişine işaret etmeye bile lüzum kalmaz.

Geçmişe ait bir hakikat, o güne ait belgelerle ortaya çıkarılır. Bir belge, bir küçük taş parçası, bir mezar, o gün kullanılan basit yemek kabı; bütün insanlığın yanıldığını ispat edebilir. Tarihî gerçekleri, oylar değil, belgeler gün ışığına çıkarır. Kanunlarla gerçeği değiştiremezsiniz, kimseyi yanlışınıza inandıramazsınız. Bu iş kanunla olmayacağı için, doğru bile olsa, kanuna sığınmak zorunda kaldığınız için inandıramazsınız. Ermeniler’in topluca katledilip katledilmediği tarihî belgelerle ortaya çıkarılır. Daha önce Amerika’nın yaptığı, şimdi Fransa’nın kalkıştığı gibi, kanun yoluyla tarihî gerçekleri çarpıtmak, yanlıştan önce gülünç… Gerçekten ortada bir soykırım olsa bile bu zulmü inkârı kanunla engellemeye çalışmak yine de gülünç… Milletvekilleri de bunun farkında ki bir avuç milletvekili ile gülünç bir rakamla, kabul edildi kanun. Bakalım senatoda ne olacak? Bu zavallı davranış; bizden çok böyle bir basitliğe ve gülünç duruma düşürülen Fransızlar’a ve böyle basit oyunlarla, oyuncaklarla kandırılacak enayi durumuna düşürülen Ermeniler’e hakarettir. Geçmişe ait bir meseleyi; ileriye matuf kanunlar çıkarmakla mükellef bir kurumla halletmeye kalkışmak, Eyfel Kulesi kadar “absürt”…

Gerçeklere işaret edilmiş olsa bile, kanunla uzaktan yakından alâkası olmayan bu hareketiyle Fransa, kendisini gülünç duruma düşürdü. Üstelik yıllardır anlaşılmaz şekilde susan Türkiye, haklı olmanın ve gür çıkmaya müsait bir tarihe sahip olmanın gücüyle bu sefer gümbür gümbür topa tuttu münasebetsizi. Yani Fransa bir de böyle saçma bir iddiayı kanunlaştırmaya kalkacakların görecekleri muamele yönünden şamar oğlanı oldu.

Sarkozi bu işe, bir avuç Ermeni’nin oyu için mi kalkıştı? Ermenistan ve Ermenistan dışındaki Ermeni lobilerin desteğini bile eklesek yine değmez. Avrupa liderliği yarışında İngiltere’yi, saf dışı olmuş gördükten sonra, muhalefetine rağmen üye olacak Türkiye’nin Fransa’ya rakip olabileceği vehmine düşmüş olmasın? Türkiye’nin üyeliğini mümkün görmüyorsa bile, Avrupa üzerindeki etkisini kırma düşüncesine kapılmış olamaz mı? Bütün dünyayı tapulu malı gören Batı, dünyanın her yerinde rakip gördüğü güçleri ezmek ister. Yükselen değer olan Türkiye’nin başta Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu olmak üzere bütün dünyada Türkiye’nin itibarını kırmak için bu harekete kalkıştığına inanıyorum. Belki bir taşla pek çok kuş vurma hayalindedir.

Fransa bu; sivri çıkışlar yapma, olmayacak havalara girme ülkesi... Kahramanlık hayalleriyle maceralara atılan şövalye (Don Kişot), İspanyol değil, Fransız’dı değil mi? (Edebaliyurdu.com)


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Cennetmekân Hemşehrimiz I... - Sayı 91
Türk milleti... - Sayı 90
Müslüman, müslümanın kurd... - Sayı 89
Şeyh'im Edebâli... - Sayı 84
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Batılı düşünürler-Tolstoy ve niceleri gibi-mutlak olan bir şeyin olması gerektiğini gayet tabi bir şekilde fark edebiliyorlar. Ama bizim aydınımız (bulundukları yere nasıl geldikleri malum); bırakınız ülkenin dünya üzerindeki sorumluluğunu fark etmeyi, düşünmesi gereken bir beyinlerinin olduğunun bile farkında değiller. Ülkemizde, he sahada yaşanan boşluğu daha başka nasıl açıklayabiliriz?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Deniz kabarıyor
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13207183
 Bugün : 3251
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606671
 Bugün : 113
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 243
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim