Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 35 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2108 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Peçe
Fatma Pekşen

  Sayı: 96 -

Yeni türeyen muhacirlerden olmalılar. Dümdüz siyah. Tepeden tırnağa, ışıksız ve yıldızsız gece gibi. Etekleri yerleri süpüren çarşafın altından ucu görünen ayakkabıları da aynı. Alnını sımsıkı saran siyah şifon, burnunun üstünde, sadece gözlerini açıkta bırakan boşluğu kapatmak ister gibi gergin. O boşluktan bakan, kenarlarına sürmeden hat çekilmiş nazarlar, ıssız dağların ahusu gibi. 

Yürüyorlar. Öylesine, amaçsızca. Ya da bize öyle geliyor. Yüzlerce adımın arasına onların adımı da karışıyor. Adımların kimisi yan sokaklara sapıyor, kimisi de diğerleriyle birlikte iskeleye doğru iniyor. 

Gün değişken. Sınavdan sonra hangi okulu tercih edeceğini bilemeyen yeni yetme bir kız gibi kararsız. Kâh dişlerini göstererek gülüyor, kâh suratına gölgeler düşürerek zaman dolduruyor, kâh da gözpınarlarına inciler dizip, şemsiyeler açtırıyor.

 Yüksek katlı binaların arasından görünen göğün rengi ile birden beliren denizin rengi aynı tonda. Sabır okulunun diplomalı sakinleri olan şoförler, ciplerle, taksilerle, otobüslerle can taşıyor. Raylar aracılığıyla yer altından, yer üstünden gidenler de… 

Renklerin bin çeşidinin cümbüş yaptığı yedi tepeli şehrin, bu bilmem kaçıncı tepesinde yürümekte olan çifte, gelenler gidenler dönüp dönüp bakmaktalar. Bakışlar, aynı kalabalığın içinde bulunan, turuncu elbiseli yüz elli kiloluk kadının sürüklediği, takırtılarla ilerleyen valize kaysa da çarçabuk bu ikiliyi bulmakta gecikmiyor. 

Üst geçidin altından ve üstünden akan, binlerce insan gibi onlar da etrafı seyrederken soluklarını alıp veriyor, vakit geçirmeden yenisini taze ciğerlerine çekiyorlar. İki tanıdığın karşılaşma ve sarılma imkânının çok zor olduğu bu ortamda, kayda değer o kadar çok teferruat var ki. 

Sakalını yeşile boyamış kırmızı fötrlü bir genç, timsaha benzeyen hayvanını zinciri ile yanı sıra gezdiren tepeden tırnağa sarıya bürünmüş bir kız, hiç usanmadan gelene geçene elindeki dantelli örtüyü satmaya çalışan ak saçlı kadın, bütün teknik donanımı bir tabureden ibaret olan âmâ müzisyen, bu curcunalı ortamın bireyleri. 

Geçene dönene broşür tutuşturup, yakasına kokart iliştiren öğrenciler, göğüs kanserine dikkât çekmek için pembe çanta dağıtan dernek üyeleri de envai tür rengin, envai tür lisanla harmanlandığı bu kuşluk vaktini paylaşmakta. 

Tur çığırtkanlarının naraları, martıların çığlıkları, balık ekmek satan büfelerin demirbaş kedilerinin miyavlamaları arasında, siyahlı kadın da zor duyulur bir sesle yanındaki ile konuşmakta. İnişi çıkışı olmayan, acelesiz, kıpırtısız, halinden memnun bir tını bu. Su şırıltısı, ağaç hışırtısı, kedi mırıltısı gibi tabiî bir ses. 

Diğeri bu mırıltıyı hiç de anlamaz gibi görünmüyor. Bilakis, canı gönülden anladığını beyan eder vaziyette, başını hafif hafif sallıyor, ahu bakışların içinde kaybolurcasına gözlerini kırpıştırıp duruyor. Bin çeşit adımın bin çeşit sesle yürüdüğü kalabalıkta, gelen geçen, itekleyerek götürdükleri çocuk arabasındaki esmer bebeğin sevimli çehresine acele bir bakış hediye ettikten sonra yeniden gözlerini bu ikiliye çeviriyor. 

Sürmeden hat çekilmiş oval bölgenin dışında kalan siyahlık kadar siyah olan gözlerin de zevcine aynı muhabbetle baktığını fark edip, başlarını hüzünle başka tarafa çeviriyorlar etraftakiler. Merakla acıma iç içe geçiyor. İyi oyulmuş bir matruşka gibi beyinleri kolaçan ediyor. 

Matruşka. Kürkler ve geyiklerle anılan soğuk ülkelerin lâl gelini.

Ve nihayet diğerleri gibi iskeleye giriyor bu üçlü de. Gişesi, turnikesi, kuyruğu, acele adımı, patırtısı, kütürtüsü, sessizi ile yüzlerce insanın arasındalar. Simidini aceleyle çiğneyenler, kâğıt helvasını ısıranlar, bardaktaki mısırını bitirmeye gayret edenler, konuşanlar, susanlar… Bütün bunlar iskelelerin alıştığı görüntülerden olmalı. 

Mekâna yetersiz gelen banklarda bezgin bakışlarla oturanlar, apayrı bir dünyada yaşıyormuş gibi düz duvarı izleyenler, elindeki cep telefonunun âlemine gömülenler, gazetesini okumaya çalışanlar, ikide bir pet şişeden su yudumlayanlar, bir kâğıt parçasıyla tuttuğu simidi ısıranlar, az sonra yanaşacak olan vapurun yolcuları olarak beklemekteler. 

Tepeden tırnağa siyahlı olan kadın, ağzı maskeli eşi, arabada gözleri süzülmekte olan kıvırcık çocuk, mekânın yabancısı olmayan görüntülerinden sadece bir tanesi. Ucu bucağı olmayan şehir, her mevsim, her ay, hattâ her gün benzeri tipleri ağırlamakta. 

Kılıklarıyla dikkât çeken, kimilerince de dünya gidişatındaki kötülüğün simgesi olarak kabul edilen ikili, etraflarına zerrece aldırmaz görünüyorlar. Herkes gibi dünyaya gelmişler, geçinip gidiyorlar işte. 

Siyahlı genç kadının görünen tek yeri gözleri. İnanç yahut gelenek meselesi bu, çevredekilere göre. Kabul edilebilir, lakin kıvırcık saçları şapkasından taşan genç adamın ağzı neden maskeli? Etraftaki herkes işte bunun merakında. Daha iki yaşlarında kadar görünen çocuğa kaygıyla bakanlar, gözlerindeki acıma duygusunu gizleyemiyorlar. Eğer baba amansız bir hastalığın pençesinde ise, bu tazecikle bu sabi, tanımadıkları bu gurbet ellerde ne yapıp, ne ederler? 

Başlarını internet üzerinden aldıkları aynı tip örtü ile süslüce sarmış olan iki kızdan irice olanı, diğerinin kulağına eğilerek “az çok Arapçam var, şimdi anlarım meseleyi” deyiveriyor çabucak. Aynı renk örtü ile sarınmış olan diğer kız hazla yumuyor gözlerini. Öyle ya, büyük bir meraktan kurtulacaklar buradaki herkes gibi. Daha doğrusu çoğu insan gibi. 

Neden merak içinde kalsınlar ve çatlasınlar ki? Öğrenir kurtulurlar. Zaman şipşak öğrenme zamanı değil mi? Her şey bir tık kadar yakınlarında.

Daha fazla dayanamıyor “az çok Arapçası olan” kız. Bir iki dakika içinde de cevabını almış olarak geçiyor kız arkadaşının yanına. Yanındaki, “neymiş?” gibisinden dirseğiyle hafifçe dokunuyor arkadaşına. “Hiç” diye karşılık veriyor beriki. “Hiç. Önemli bir şey yok.” 

Bozulduğunu belli etmiyor. Az önce beyninde dolananların, şimdi yüreğini kemirmeye başladığını hissediyor. “Hicap” diye bir kelime geçiyor zihninin bir tarafından. O da “az çok” ların yanına ilişiveriyor.

Sorduğu sorunun karşısında gülüp, “yooo, hiçbir şeyim yok” diyen ağzı maskeli kocanın, “eşimin peçe ardından aldığı nefesin aynısını almaya çalışıyorum o kadar” derken, takındığı içten tavrı bir kez daha hatırlıyor. “O, kızgın güneşin altında böyle gezerken, benim ağzımın açık olmasına gönlüm razı olmuyor.”

!!!!

????

Olabilir mi ki? 

Kapı her zamanki gibi açılıyor, vapur her zamanki gibi boşalıyor, her zamanki gibi doluyor, düdük her zamanki gibi çalıyor, halatlar her zamanki gibi ıslanıyor, martılar her zamanki gibi çığlık atıyor. Deniz köpürerek yarılırken, yedi tepeli şehrin bilmem kaçıncı tepesine yeni misafirler konuk oluyor, yeni bebecikler doğuyor…


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Dağlara çen düşende... - Sayı 126
Mustafa... - Sayı 123
Pehlivan dayının elmaları... - Sayı 120
Armudun Son Çiçeği... - Sayı 115
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (127):
Sünnete uygun beslenme...

Son Eklenen Yorumlardan
 Bugün 18.11.2025Konu nedir? ...

 Deprem kuşağında yer alan ülkemizde: çok katlı yapılar yerine, tek katlı bahçeli evlerde yaşamak asl... yusuf

 Muazzam bir çalışma olmuş,tebrik ediyorum.... Ahmet Durmuş

 yukarıdaki hikayeyi ve eklemeleri yazan kişi biraz zorlamayla günün modasına uymuş işi dış güçlere a... HALİL KÖSE

 test"... test


Batı’nın Pompei’sinin günlerini andırmasının sebepleri Osmanlı Devleti’ni çökerten “metal yorgunluğu”nun ilk safhası değil midir?
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Büyük camgözlerle yüzen karahindiba
Hakkın hâdimleri ve bâtılın vekâlet sava
Ehl-i gönül
Nesl-i muazzez
Nereye kadar?
Gelecek sayı (127) konusu


Ali Erdal - Nereye kadar?
Kadir Bayrak - Mukaddes beldelere-2
Ekrem Yılmaz - Korkaklar
Ekrem Yılmaz - Nerdeyiz
Fatma Pekşen - Dağlara çen düşende
Dergi Editörü - Ben kazandım, biz ka...
Site Editörü - Vekâlet savaşları
Necip Fazıl - Yahudi (Terkip ve Te...
Necdet Uçak - Annem var güzel anne...
Necdet Uçak - Bu vatan bizim
Kardelen Dergisi - Gelecek sayı (127) k...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
Kardelen Dergisi - Gazze ateşkes görüşm...
M. Nihat Malkoç - Gördüm seni, gördüm ...
M. Nihat Malkoç - Gazze, ümmetin imtih...
Zaimoğlu - Gündüz, geceye muhta...
Zaimoğlu - Sağlam kulp
Halis Arlıoğlu - Hâramiler
Halis Arlıoğlu - Meçhule hitap
Ahmet Değirmenci - Geri verin
Ahmet Değirmenci - Kurban
Ahmet Değirmenci - İki ara bir dere
Büşra Duru - İslâmın meşalesi ile...
Remzi Kokargül - Malatya suskun, durg...
Murat Yaramaz - Şüphe
Murat Yaramaz - Amnezi
Gözlemci - Hadiselere bakış
Mahmut Topbaşlı - Duruldum
Mahmut Topbaşlı - Cemre sancıları
Cahit Ay - Kimdendir
Cahit Ay - Ondördünde
Cahit Ay - Sana geliyor
Rıdvan Yıldız - Kaş ve bulut
Vahid Aslan - Adam olmaq derdi
Vahid Aslan - Günəbaxanlar
Emine Öztürk - Yolun sonu
Osman Akçay - Büyük camgözlerle yü...
Mustafa Makas - Vesâyet savaşları
Yaşar Akyay - Hakkın hâdimleri ve ...
İbrahim Durmaz - Kızılelma
Mehmet Emin Armağan - Nesl-i muazzez
Mehmet Emin Armağan - Ehl-i gönül
Mustafa Kozlu - Mutluluk
Uğur Utkan - Hz. Ebubekir Sıddık
Kemal Çerçibaşı - Bir yıldırım çarptı ...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 16369915
 Bugün : 5003
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 700494
 Bugün : 1521
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 1672
 126. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 1
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 9 Mart 2025
Künye | Abonelik | İletişim