Hususilik Kürsü Kainatın Efendisi Sayı:
113 -
 (Hususilik bahsi devam ediyor)
Hadîs meâli:
–Benden evvel gelenler hep kiliselerde ibadet ederlerdi.
Hadîs meâli:
–Benden evvelki nebîlerden hiçbiri kendi mihrabına varmadıkça ibadet etmezdi.
Böylece ibadet sahası olarak bütün dünyayı kuşatmanın kıymeti kendi kendisine anlaşılır.
Allah Resulüne verilen Kur’ân mucizesinin en büyük hususiyeti, her an önümüzde ve zaman-mekân boyunca bakî olmasındadır. Öbür peygamberlere ait mucizelerse hep gelmiş geçmiş ve yalnız haberi kalmış şeylerdir. Allah Resulünün mucizesi, böylece, keyfiyette en üstün olmakla kalmaz, kemiyette de her peygamberin mucizesini aşar.
Kaadi Ayyad:
–Kur’ân hem keyfiyet hem kemiyette en büyük mucizedir. Kur’ân’da en kısa sûre “Kevser” veya ona denk bir âyettir. Kur’ân’da 77 bin kelime bulunduğuna ve “Kevser” sûresi 10 kelime olduğuna göre, Kur’ân’ın, 7700 vâhid üzerinde temsil ettiği mucizeleri kemmiyet mikyasiyle de ifade etmiş oluruz. Zira Allahın, “tek sûresine misil getirilemez!” diye meydan okuyu-şuna kıyas unsuru teşkil eden en kısa sûre 10 kelimeliktir. Ayrıca Kur’ân, her kelimesiyle mucizedir. Kur’ân’da mucize, hem belâgat hem nazım yolundan iki şube olduğuna göre kemmiyet ölçüsünü çifte hesap etmek de yerinde olur.
Allah Resulünün faziletlerinden en önde gelen sıfat, Nebî ve Resuller zincirinin son, toplayıcı ve tamamlayıcı halkası olmalarıdır.
Buharî ve Müslim yoluyla gelen hadîs meâli:
–Bir insan düşünün ki, bir ev bina edip her tarafını güzel yapmış, fakat son taşını eksik bırakmış ve yerine koymamıştır. Halk da o evi gezip beğenmişler, fakat o son taşın eksikliğini görüp teaccüp etmişler ve “ne olurdu şu taş da yerine oturtulmuş olsaydı” diye düşünmüşlerdir. İşte ben o son taşın ta kendisiyim, toplayıcı ve tamamlayıcısıyım. Benden sonra nebî ve resul gelmez!
Bu haberdeki tahakkuk mucizesi yeter.
Allah Resulünün faziletleri arasında, şeriatlerinin kıyamete kadar muteber olduğu, bütün öbür şeriatleri neshedici, kaldırıcı mahiyette bulunduğu kendi kendine ortaya çıkmaktadır.
Biri de insanlara olduğu kadar cinlere de meb’us bulunmaları… Bu hususta birçok Kur’ân hükmü vardır. Bir içtihada göre melekler de aynı dairenin içindedir; risaletleri onlara da şamildir. Âlemlere rahmet olarak gönderilmeleri de hususiyetleri arasın-da…
Âyet meâli:
–Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik!
Âlemin Fahrine has bir hususiyet de, Allahın Kur’ân’da, Resulüne öz ismiyle hitap etmediği ve yalnız sıfatlarıyla seslendiğidir. Meselâ öbür peygamberlere “yâ Âdem, yâ Nuh, yâ Zekeriyya, yâ Yahya, yâ Musa, yâ İsa!” gibi öz isimleriyle hitap edilmişken, peygamberimize böyle bir hitap mevcut değildir.
(Son derece nazik bir hayâ meselesi olan bu ince noktayı görmeyen bazı tefsirciler, Kur’ân’da bulunmadığı halde hitap ve nida sigasiyle Allah Resulünün hâs isimlerini geçirmek gibi bir gaflete düşmüşlerdir.)
Bu bakımdan, Allah Resulüne hâs isimleriyle “yâ M…..” şeklinde hitap etmek yasaktır. Ancak “ey, Allahın Resulü” tarzın-da hitap edilebilir. Allahın, bizzat misal verdiği bu nokta, muazzam bir saygı icabıdır.
Âyet meâli:
–Birbirinize ettiğiniz gibi, Allah Resulüne ismiyle nida etmeyin!
Yine bir âyet emriyle, Allah Resulüne hitap edenlerin, seslerini sert ve yüksek tutmamaları gerekiyordu. Bu âyet nazil olduktan sonra Hazret-i Ebu Bekr, Allahın Resulüne, mahrem bir şey söylercesine fısıltıyla söz söylemeye başlamış, Hazret-i Ömer de, ne söylediği, ancak birkaç kere sorulması neticesinde anlaşılabilecek şekilde konuşmaya koyulmuştur.
Kays Bin Sabit –ki, dik sesli ve kulağı az işitir bir zattı – bu âyet indikten sonra Allah Resulünün yanından uzaklaştı ve gö-rünmez oldu. Allahın Resulün onu buldurttular ve huzurlarına davet edip uzaklaşmasının sebebini sordular. Sabit, şu cevabı verdi:
–Ey, Allahın Resulü, sana âyet nazil oldu! Bense dik sesli bir insanım ve ağzımdan sert bir ton çıkar da amelimi iptal eder diye korkarım!
Allahın Resulü, Sabit’i teselli edip buyurdular:
–Yâ Sabit! Sen onlardan değilsin! Senin işin ve niyetin hayırdır. Sen hayr ile yaşar ve ölürsün. Sen cennet ehlindensin!
Enes Bin Malik:
-Allah Resulünün bu sözlerinden sonra Sabit’e baktıkça onu bir cennet örneği görmeye başladık. Sonradan Yemame’de, Müseyleme'ye karşı cenk olurken bir aralık Müslümanların safına dağınıklık ve bozgun hali düşünce Sabit ileriye atıldı ve kâfirlerle boğuşmaya başladı. Bu atılış neticesinde de şehit oldu. Allah Resulünün cennet müjdesindeki mânâyı o vakit anladık.
Allahın Resulüne, evlerinin dışından, çıkmalarını beklemeden nidâ etmek de yasaklar arasındadır. Bu türlü edep hatalarını işleyenler hakkında, Kur’ân, “akıl etmeyenler” tabirini kullanmıştır. Böyle bir hareketin, Allah Resulüne gösterilmesi gereken büyük saygıyı zedelediği ve bunun ne türlü bir duygusuzluk olduğu, tespit ihtiyacından bile vârestedir.
Kendilerine mahsus hususiyetlerinden:
Allahın Sevgilisi olmak derecesi… Aşk ve hikmet sırrının merkezi olmaları…
Risaletlerine, hayatlarına ve şehirlerine Allah tarafından yemin edilmiş olması…
Kendilerine, meleklerden İsrâfil’in nüzul etmesi… İsrâfil, ondan evvel hiçbir peygambere nüzûl etmemiştir.
İmam-ı Taberanî vasıtasıyla İbn-i Ömer:
-Allah Resulünün kul peygamber olmakla sultan peygamber olmak arasında hür bırakıldığı haberini İsrâfil getirdi. Ve Alla-hın Resulü, kul peygamber olmayı tercih buyurdular.
Yine hususiyetler serisinden:
Kâinatın Efendisi, bütün insanoğullarının seyyidi, başı, en soylusu ve en üstünüdür.
Hadîs meâli:
-Ben kıyamette insanoğullarının efendisiyim!
Ebu Hureyre Hazretlerinden nakledilen bu hadîs Ebu Said’den şöyle nakledilmiştir: (Devam edecek)
|