Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     739 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Bir damla
İlknur Eskioğlu

  Sayı: 110 -

Bir damla su ile başladı, ana rahmindeki yaratılış gâyemizin serüveni. Sonra da insanın hayatında her bir damla, yaratılış fıtratının ve gâyesinin eseri oldu. İnsanı, bir damla hüzün yorabildi. Bir o kadar da bir damla huzur güldürebildi. Koskoca yangınlar için bir kıvılcım yetti. Seller, bir damla su ile çıktı. Yine mavi gelinlikler, bir damla su ile büyüdü. İnsanoğlu, kâh bir damla suları biriktirdi de azık etti kendine kâh biriktirdiği sularla yazık etti kendine.

O sular ki birikti de dört bir bucağı târumar etti. Çamura bulanmış sular, canhıraş çığlıkları susturdu. O çok ehemmiyet verdiğimiz, herhangi bir yerinde basit bir çizik olunca bile ortalığı velveleye verdiğimiz vücudlar, odun yığınları arasında sıkışıp kaldı da uçsuz bucaksız yerlere sürüklendi. Yakınlarının nâşından dâhi haber alamayanlar, bir damla ümid uğruna bekledi durdu. İnsan, Allah’ın rahmetinden korktu. Ve anladı ki rahmet de zahmet olurmuş; tıpkı zahmetlerin rahmet olabileceği gibi. Çamur deryaları arasından bir damla çamurdan yaratılan insanlar, cansipârâne arandı. Kimisi bulundu kimisi de sonsuzluğun kervanına, sellerin arasından kayıp giderek ulaştı. Bir yandan da sağ kalanlar kendini suların haşin kollarına teslim eden ekmek teknelerini, bitâp düşmüş gönülleriyle beraber yeniden inşâ edebilme arzusuyla kurtarmaya çalıştılar. Bunun için onlara bir damla mücâdele yeterdi. Peki ya ruha tesir eden bu tramvadan nasıl kurtulabilirlerdi? Bu da ancak sellerin çamurlu sularında, inancını kaybetmemiş tefekkür ve tevekkülle dolu bir kalp ile olurdu. Sellerin alıp götürdüğü evler, geriye can evinde fırtınalar kopanları bıraktı. Şehirler sıfırdan inşâ edilirken aynı zamanda sellere teslim olmuş, kirlenmiş kalpleri inşâ etmenin de tam vaktiydi aslında. Şerdeki hayırlardan nasibini alabilmek ne güzel bir nimet idi!..

O enkaz yığınlarının, çamurlara gark olmuş yeryüzünün içinde sarıpapatyalar herkes için bir damla umud ışığı oldu. Onlar sarı çizmeli kahramanlardı! Gecesi gündüzüne karışan, vatanı ve Müslüman kardeşleri için pervâne olan yiğitlerdi. Samanlıkta iğne arar gibi, pirincin içinden taş ayıklar gibi çamurların ve odun yığınlarının arasından bir beden aradılar. Bir değil; binlerce bedene ulaşmak için göğüslerini siper ettiler. Tek gâyeleri; kaybolan yakınlarını bekleyen insanların, sevdiklerine bir cenâze merâsimi olsun yapabilmeleriydi. Evlâd, ana-babanın, ana-baba evlâdın, kardeş kardeşin, eşler-komşular birbirinin haberini bekledi durdu. Hiçbir şeyden haberi olmayan mâsum kalpler de çamurdan evler yaparak birbiriyle oyun oynamaya daldılar. Onlar da bir gariplik olduğunu sezdiler, hiçbir şey dünkü gibi değildi. Âilecek bir arada değillerdi. Kimisi âilesini bir daha hiç göremedi kimisi de âilesinin perişan hâlini gördü. Âileleriyle bir arada oldukları evleri de ya eskisi gibi değildi ya da hiç yoktu. Ama yine de onlar da beklediler işte. Neyi beklediklerini bile bilmeden!..

Onların uğraşlarına Âminler karıştı. Gözyaşları ise; ruhlarda seller oluşturdu. Rahmet yağdıkça yağdı. Alınlarına yapışan ve silmeye dâhi vakitleri olmayan terlerini, bir damla yağmur sildi. Yağmur neydi? Toprak kokusuydu. Rahmetti. Bekleyişti. Huzurdu. Sevdiğinle aşkın dalgalarında ıslanmaktı. Kâinatın yeşillenmesiydi. Gönülleri yeşertmesiydi. Ferahlıktı. Çayının demine, kahvenin telvesine ortak olandı. İnsan, yağmuru çok aradı. Kâinatın, bu rahmete çok ihtiyacı vardı. Çünkü vatanın bir bucağı da bir damla kıvılcımla yandıkça yanıyor, kavruluyordu. Sellerde, etrafta kir olarak görünen odunlar, bir başka yerde kül oldu. Odunların varlığı bir yerde ziyân olurken bir yerde de yokluğu ziyân oldu. Nefesimiz yandı. Ormanlarımız yandı. Yeşilliklerimiz yandı. Hayvanlarımız telef oldu. Bütün canlılar, yanarken ağladı. Sıcaktan bunalan insan, onlara sormalı değil miydi yanmanın ne demek olduğunu? Sormaya cesaret edebilseydi; yanmanın da mânâsını idrâk edebilirdi. İnsan çaresiz kaldı, “Allah’ım biz günahkâr kullarından, rahmetini esirgeme” dedi. Günahkâr olduğunu kabullendi, âsi olduğunu fark etti. Kalbinin sesini duydu da öyle duâ etti. Bir de, yanan bütün canlıların ağlayışlarını duysa ne yapardı ki acaba?

Hani sadece kemikleri kalacak olan insan bir daha nasıl yaratılır diye inkâr edilmişti ya! Çerlerin çöplerin arasından teşhis edilmeyen bedenler çıkarılırken insan, bir kez daha düşündü: “Allah’ım sen ne büyüksün” dedi. Yaratılacaktı tabii. Bir kere daha kâni oldu buna. Çünkü gördü ve bizzat şâhid oldu ki; sapasağlam vücudlar, bir ânda tuzla buz oldu. Ne yangın ne de sel; âlim-ulemâ, âmir-memur, genç-yaşlı, zengin-fakir ayırt etmedi. Bütün insanları ve diğer bütün canlıları bir çırpıda bir girdaba sakladı. Ve saniyeler içinde hâtıralar kayboluverdi. Mâzi yerle yeksan oldu. Bizden sonraki nesle, parmakla gösterip mâziyi yâd edeceğimiz her bir hâtıra, sadece fotoğraf karelerinde kaldı. Ne olduysa bir damla ile ve bir ânda oldu.

Vatanımızın bir bucağı, “Ey ateş serin ve zararsız ol!”, bir bucağı da; “Ey toprak suyunu yut! Ey gök suyunu tut!” duâlarına sımsıkı sarıldı. İnsan, Hz. İbrahim’in (ra) ve Hz. Nuh’un (ra) teslimiyet abâsına kuşandı. Zira insanın Haktan başka dayanağı yoktu ki! Haktan gayrısını dayanak görenler, Firavun misâli hakikati son nefeste idrak etmişse de artık her şey için çok geçti. Azrâil, yangınların ve sellerin arasından insanlara selâm vermişti bir kere! Kaçış yoktu. Geri dönüş yoktu. İnsanın teslim olmaktan ve yanına aldığı âhiret azığından gayrı hiçbir seçeneği yoktu.

Ateş ve su… Yangınları söndüren su, seller ile yürekleri yangın yerine çevirdi.

Bir yandan da depremler, insana ölümü hatırlatıyordu. Sessiz yakarışları duyulmayan bütün canlıların, bir ânda bir sarsıntı ile çığlıkları birbirine karışıyordu. Kul yine yalvarıyordu: Korkutma Allah’ım, göçük altında bırakma! Ne acı bir bekleyiştir; izbe yerlerde sıkışan vücudun, “sesimi duyan var mı?” seslenişine muhtaç olması! Sen muhtaç etme Allah’ım! Aslında insan, doğal âfetlerden değil, ecelden de değil; kendinden korkuyordu. Kendi yapıp ettiği günahlarından ve hatalarından korkuyor, yapamadığı hayır ve hasenâtlarını düşünüyordu. Öyle ya, âhiret heybesi ağır olan, aç ve susuz kalmaktan korkar mıydı hiç!

Üç tarafı denizlerle çevrili olan vatanımızda mavi gelinliğe bakmayı severdik. Bakıp bakıp hayâllere dalmak hoşumuza giderdi. Dalgaların kıyıya vuran sesi, gönülleri bir hoş ederdi. Kimisi sevincini, huzurunu; kimisi de hüznünü, gözyaşını paylaşırdı denizle. Kimseye anlatmak istemediği, sol yanına ağır gelen her ne duygumuz varsa; deniz bunlara sırdaş, derttaş olurdu. Deniz manzarası olmazsa olmazımız idi. Denize karşı bir çay, kahve içtik mi günün yorgunluğunu atardık. Güneşin doğuşunu ve batışını seyretmek, o ânları fotoğraf karelerine sığdırmak her yüreğe iyi gelirdi. Şöyle derinden bir oh çeker, mis gibi havayı teneffüs ederdik. Denizin o yosun kokusunu sinelerimize çekerdik.

Peki ya sonra ne değişti? Denize baktıkça insanın içi ürperdi, yüreği daraldı, nefesi kesildi, boğazı düğüm düğüm oldu. Denizin kıyıya vuran o sesi, baktıkça huzur veren o görüntüsü artık insanı ürküttü. Sadece ürküttü! İnsan o mavi gelinliğe bakmak dâhi istemedi. Çünkü mavilik, koyu griye dönüşmüştü. Sonra bir ölünün bedenine olsun belki ben rast gelirim de âilesine cenazesi ulaşır diye bakmak istedi. Herhangi bir karartı, insanın gözüne bir insan bedeni gibi göründü. Hafif bir dalga sesi bile kalbinin sıkışmasına sebep oldu.

Neydik, ne olduk ve daha ne olacağız, Allahuâlem! Şâirin de dediği gibi; “Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan.” Yaklaşmakta olan yaklaşıyorken kendimizden ve hakikatten uzaklaştıkça uzaklaştığımızı da fark edebilir miyiz ki acaba?


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Şehitlik oyunu... - Sayı 119
Hazır mıyız?... - Sayı 118
O Da Yetimdi... - Sayı 117
Âyet Gâyet Açık... - Sayı 116
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (121):
Türk masal ve destanları...

Son Eklenen Yorumlardan
 sağlık dileklerimizle, hürmetle...... naci eroğlu

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu


ACIYORUM

Millet, Meclis’i seçiyor...

Meclis, millet namına kanun yapıyor...

Anayasa Mahkemesi de bu kanunları bozabiliyor...

 

Şimdi söyleyin:

Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla mı milletin?

Hâkimiyet kayıtsız şartsız Anayasa Mahkemesi’nin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla Anayasa Mahkemesi’nin mi?..

(Kardelen; 13; Mart 1997)

 

ACIYORUM

Bir takım kimselerin, yetkilerini aşarak, kanun dışı teşkilâtlar kurduğu ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu artık kimsenin yok diyemeyeceği bir gerçek halinde ortaya çıktı.

Bunlar, başlangıçta en azından, kanunların kötülerle ve kötülükle mücadelede yetersiz kaldığını düşünüyor.

Böyle örgütlere karşı çıkanlar da, gizli ve kanun dışı teşkilât kurulacağına falan falan kanunlara ve filân filân mekanizmalara dayanarak şöyle şöyle mücadele mümkündür, demiyorlar...

 

Öyleyse...

Ya bu ülkede kanunlar ve işleyen mekanizma yetersizdir... Ya devleti idare edenler...

Bu işin (ya)sı, (ma)sı yok... Hem kanunlar ve işleyen mekanizma, hem idareciler yetersiz...

(Kardelen; 13; Mart 1997)
66
Kardelenden haberler
Ayağa kalk Sakarya
İslâm’ı yenilemek
Hem şahin, hem güvercin-1
Bir çiçek


Ali Erdal - Ademe mahkûmiyetten ...
Ali Erdal - Hem şahin, hem güver...
Ali Erdal - Hem şahin, hem güver...
Kadir Bayrak - Hesaplaşma zamanı
Necip Fazıl Kısakürek - İslâm’ı yenilemek
Necip Fazıl Kısakürek - Benim halim
Bedran Yoldaş - Nice sahipsiz yüzler...
Ekrem Yılmaz - RÖPORTAJ - ŞEYMA KIS...
Ekrem Yılmaz - Üstad ile
Ekrem Yılmaz - Sessiz geliş
Ekrem Yılmaz - Dağların ardı
Fatma Pekşen - Pehlivan dayının elm...
Ahmet Mahir Pekşen - Şiirimde Necip Fazıl...
Dergi Editörü - Ektik ektik yetişece...
Site Editörü - Zor zamanların cesur...
Necdet Uçak - Torunuma
Necdet Uçak - Gel temiz tut
Necdet Uçak - Necip Fazıl Kısaküre...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Gazzeli kelebekler
M. Nihat Malkoç - KELİME HARCIYLA SÖZ ...
Zaimoğlu - Birinin yerini doldu...
Zaimoğlu - Üstad Necip Fazıl et...
Zaimoğlu - Seni bilsinler
Ayhan Aslan - Maya
Ayhan Aslan - Erzak
Mehmet Balcı - Deli Ozan
Mehmet Balcı - Artist Efendi
Av. Mustafa Büyükgüner - Necip Fazıl’ı anlatm...
Muhsin Hamdi Alkış - Ne Fa Ka, bedenini a...
Halis Arlıoğlu - Gabar’da petrol mü ç...
Muzaffer Doğan - Büyük Doğu, Necip Fa...
Murat Yaramaz - Kuzgun
Murat Yaramaz - Cephe
Murat Yaramaz - Öyle mi
Mahmut Topbaşlı - Gerçeğin özü
Melih Aydoğ - İdrak
Muammer Zeki Aygur - -dan
İlkay Coşkun - Ayağa kalk Sakarya
Tuba Kanlıkama - Asr-ı Saadet’in hanı...
Özkan Aydoğan - Bir çiçek
Heybet Akdoğan - Lina
Emine Öztürk - Kuşlar
Mustafa Makas - Üstad
Hüma Sunguroğlu - Mesut teselli
Abdullah Doğulu - İcazetsizler ve cemi...
Bekir Oğuzbaşaran - Abdülhakîm Arvâsî (k...
Kâzım Albayrak - Necip Fazıl’ın hadis...
Murat Ertaş - Bir artist karakter,...
Ahmet Sezgin - Kaldırımlar, Çile, S...
Bülent Acun - 40 maddede bendeki Ü...
Zekeriya Yılmaz - Türkçe çağlayan ırma...
İlyas Subaşı - İfade ve hızını düşm...
Orhan Oyanık - Yüreğime sor
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13912006
 Bugün : 1242
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 616803
 Bugün : 127
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 55
 120. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 7
Son Güncelleme: 29 Mayıs 2024
Künye | Abonelik | İletişim