İnsan sevdikçe sonsuzlaşır... Hızır İrfan Önder Sayı:
73 - Temmuz / Eylül 2012
Gün yavaşça kararıyordu... Sanki güneş giderayak denizi yakıyordu. Çakıllar birer yakut gibiydiler... Sahilin bunca güzelliğine karşı aklı burada değildi. Dalgındı. Aklında, fikrinde hep o vardı: Biricik aşkı.
Gece oldu. Dolunay çıktı… Yıldızlar muzip muzip göz kırptı. Toprak yapayalnız otururken birden o geldi ve yanına oturdu. O da kendisi gibi geceleri uyku tutmayanlardandı. Başını çevirip yüzüne baktı. Masmavi gözleri, kumral saçları ve hafifçe bronzlaşmış teniyle çok duru bir güzelliği vardı. “Tanrının özenle yarattığı bir kız.” dedi içinden ve gülümsedi. Kendini tutamayarak “gözlerin çok güzel” dedi ve içten bir teşekkür aldı. Onlar aynı şeylerden hoşlanan ruh ikizleriydi...
Zaman akıp gidiyordu. Arkadaşlıkları iyice ilerlemişti. Artık birer sevgiliydiler. Aylardan şubattı ama o yerde her mevsim yaz gibiydi. Birlikte zaman geçiriyorlardı. O kadar mutluydular ki akıp giden zamanın farkına bile varamıyorlardı...
Gün 14 şubattı. İkisinin de gözlerinden okunuyordu mutlulukları. Bugün denize gideceklerdi ve ona evlenme teklifi edecekti. Yıllarını mutlulukla geçireceklerdi. Yeni doğmuş güneşin hemen ardından evden çıktı ve kuyumcuya doğru yol aldı. İçinde, hâkim olamadığı bir heyecan vardı. O yüzüğü beğenmişti: Altından halkası ve üstünde masmavi pırlantası olan, onun gözlerine benzettiği yüzük...
Yüzüğü aldıktan sonra hızlı adımlarla eve gitti, hazırlandı. Sahile doğru yola koyuldu. Vardığında o çoktan oradaydı. Mutlu mutlu gülümsüyordu ona. Sonra yüzmeye karar verdiler. Denize girdiler, çocuklar gibi oyun oynuyorlardı. Bilinçli bir tercihle bu günü seçmişti evlenme teklifi etmek için. Tam bir yıl önce burda tanışmışlardı çünkü... Sudan çıkıp bir takım hazırlıklar yapmaya koyuldu. O hâlâ ordaydı, mutlu bir çocuk gibiydi. Eline küresini aldı. Tanıştıkları sahili ve tanıştıkları günü gösteren maketler yaptırmıştı içine. Küreyi sallayınca yavaşça hareket eden rengârenk küçük pullar vardı. Bir kenarında boydan boya mavi renkli bir su ve suyun tam içinde alttan açılıp alınabilinen yüzüğü... Ve içindeki kum maketinin üstünde yazan “benimle evlenir misin?” yazısı. Tam o anda onun çığlığını duydu!.. Kramp girmişti! Batıyordu gözünün önünde!... Küre ellerinin arasından kayıp yere düştü. Ona tam da söyleyecekken o gelemiyordu. Hızlıca denize girdi. Yanına doğru yüzdü. Dalıp onu çıkarmaya çalıştıkça kendisi de batırıyordu. Bütün eforunu harcamasına karşın onu kurtaramadı. Bir süre sonra da Deniz hareketsiz kaldı!... Masmavi gözleri cansızlaşmıştı artık!.. Tuttu denizden çıkardı. Kucağına alıp gözlerini kapattı. Ağlıyordu ama hiç sesi çıkmıyordu... Gözlerinden süzülen yaşlar ölen Deniz'inin yüzüne damlıyordu... Aşkını gelen ambulansa verirken şöyle sayıklıyordu:
“Ben Toprak, Deniz'imi kaybettim!..”
“Deniz'imi kaybettim!..”
Toprak bu olaydan sonra hiç bıkmadan her gün deniz kıyısına gitti. Sanki aşkı gelecekmiş gibi bir ümit besliyordu içinde...
Denizin ölümünden üç dört ay sonra gizli seyreden hastalığı açığa çıkmıştı: Lösemi. Hastalığı gün geçtikçe ilerliyor ve onu ağırlaştırıyordu. Ama o buna sevinir gibiydi. Çünkü intihara karşı olduğu için bu durumu bir nimet olarak algılıyordu. Zar zor yürüyordu. Kumsala geldi. Her zaman olduğu gibi kumların üzerine uzandı. Elinde, yanından hiç ayırmadığı küresi vardı. İnsanlar ona doğru geliyordu. Başını sağa doğru çevirdi. Deniz ordaydı!.. Ona gülümseyerek “Bana geliyorsun” diyordu!.. Sonra kayboldu... Semâya doğru baktı. Deniz gökyüzündeydi...
Bütün gücüyle başını hafifçe doğrultu. Sevinçli bir eda ile güneşe bakarak: “Ben toprak. Gün 14 Şubat. Deniz'ime gidiyorum!..” dedi. Sonra başı yere düştü. Son nefesini vermişti!.. Deniz'inden ayrıldıktan tam bir yıl sonra tekrar kavuşmuşlardı... Bir daha asla ayrılmamak üzere...
Sevgi bazen sadece dünya içinde kalmaz.
Arşı geçip ruhlar dünyasına ulaşır
Ve insan sevdikçe sonsuzlaşır...
|