İlk ve son Kürsü Kainatın Efendisi Sayı:
83 - Ocak / Mart 2015
 “İmam-ı Kastalanî’den Seçme ve Süzmeler”
Görülebilirse keyfiyeti görülemez, düşünülebilirse mahiyeti düşünülemez, bütün varlıkların var edicisi, yerin ve göğün yaratıcısı Allah… Yarattıklarına vücut verip rızklarını bölmeyi murad edince kendi öz nurundan “Muhammedî Hakikat”ı belirtti; ve ulvî, süflî, ne kadar âlem varsa, ezelden iradesiyle o hakikate bağladı. İlk olarak da O’nun Nebîliğini bildirdi. Resûllüğünü müjdeledi.
Nitekim hadîs bilginlerinden İmam-ı Ahmed ve öbürleri, sahabi Aryad Bin Sâriye’ye dayanarak anlatırlar: “Allah’ın Resûlü buyurdular:
―Ben, Allah indinde nebîlerin sonuncusu ve tamamlayıcısıydım. Şu halde ki, Âdem’in balçığı toprağa bırakılmış, upuzun yatıyordu ve henüz kalbine ruh üflenmemişti.”
Yine İmam-ı Ahmed, İmam-ı Buhari ve Ebu Nâim rivayet ederler:
“Bir gün sahabilerden Meysire sordu:
―Ey, Allah’ın Resûlü, sen ne vakit peygamber oldun?
Buyurdular:
―Âdem, ruh ile ceset arasındayken…”
Bunlardan ve daha nice şehadet ve rivayetten anlıyoruz ki, Allah Resûlü’nün başı ve sonu kuşatan nebîliği ezel âleminde vacip, zahir ve sabit…
Müslim’in “Sahih”inde, Abdullah bin Ömer’den nakli:
“Kâinatın Efendisi buyurdular ki; Allah, yerleri ve gökleri yaratmadan şu kadar zaman evvel, arş su üzerindeyken mahlûklarına ait takdirini yazdı. Ana kitaba yazılan şeylerin başında şu vardı: M…… nebîlerin tamamlayıcısı…”
Bu nakil de gösteriyor ki, Allah’ın Resûlü âlemler yaratılmadan peygamberlik vasfıyla sıfatlandırılmış bulunuyordu.
İmam-ı Gazali’den:
“Fiilde baş olma hususiliği, yaratılmış olmak değil, takdir edilmiş bulunmak mânâsınadır. Zira insan, anadan doğuncaya kadar mevcut mahlûk olmaz. Lâkin Allah’ın takdirinde makam ve derecesiyle evvel, vücudiyle de sonra olur. Fikrin evvelinin, işin sonu; işin sonunun da fikrin evveli olduğuna dair ölçü bunu gösterir. Bu meselenin en açık izahı şudur ki, bir saray yapmak isteyen mimar, evvela onu kafasında resimleştirir ve ondan sonra dışarıda bina etmeye başlar. Böyle bir eser de takdir bakımından önce, yapı bakımından sonra olur. Allah’ın Resûlü’nün buyurduğu, bu mânâya işarettir. Zira Âdem Peygamber yaratılmadan, Büyük Resûl, Allah’ın takdirinde mevcuttu. Âdem Peygamber’in yaratılışından murad da, zürriyetinden O’nun gelmesiydi. Hâsılı nebîlikte önceliği, takdir yönündendir.”
Fakat Şeyh Takiyüddin bu izahı beğenmez ve şu harikulâde ölçüyü koyar:
“Allah’ın takdirinde önce olmanın Son Resûl’e mahsus bir tarafı yoktur. Allah’ın ilmi her şeyi kuşatıcıdır ve bu bakımdan öncelik, istisnasız, her şeyde vardır. Böyle bir ölçü, öbür peygamberlerle Sonuncusu arasında bir fark belirtmez. Allah Resûlü’nün ezel âleminde nebîlikle sıfatlandırılmış olmasında öyle bir hususilik olmalıdır ki, başkalarında bulunmasın ve O’nun Allah indinde, yalnız kendisine has, kadr ve şerefini göstersin… Yoksa haberin kıymeti kalmamak icap eder. Bu bahiste en doğru görüş şu olabilir ki, Allah, ruhları cesetten evvel yarattığına göre, Resûlü’nün mübarek cismini zuhura getirmeden evvel ruhuna nebîlik ihsan etmiştir. Yahut haberdeki işaret, akıl erdiremeyeceğimiz tarzda hakikatin ta kendisidir. Hakikate ulaşmakta aklın aşabileceği mesafe çok kısadır. Hakikati, Yaradan’dan başkası bilemez. Yahut o kimseler bilir ki, Allah onlara nuruyle imdat etmiştir. Caizdir ki, Allah, her hakikati, dileği zaman, dilediği sıfatla vasıflandırsın ve Muhammedî Hakikat’i, ezelde, nebîlik vasfiyle sabit kılmış olsun…”
Peygamber sözü:
“Âdem ruhla ceset arasındayken benden ahd ve mîsak alındı ve ben o zaman peygamber oldum.”
Bu hadis delalet eder ki, Âdem Peygamber’in kalıbı balçıktan heykelleştirilip henüz kendisine ruh üflenmeden son Resûl o vücuttan çıkarılıp kendisinden ahd ve mîsak alınmış ve yine aynı vücuda iade edilmiştir. Bu ölçüye göre, Âdem’in kendisinden önce yaratılmış olması gerekmez. Çünkü Allah’ın Resûlü, Âdem’in vücudundan çıkarılıp kendisinden ahd ve mîsak alındığı zaman diri (hayy) idi; Âdem ise ruhsuzdu. Böylece “Kâinatın Mefâhiri, bütün nebîlerden evvel yaratılıp en son gönderildi” hükmü üzerinde buluşulmuştur. Âdem Peygamber’e ruh üflenmeden vücudundan Allah’ın Resûlü’nün çıkarılması da, insan soyunun hülasa ve özü olarak, yalnız O’na mahsus bir hususiliktir. Kemiyet hesabiyle ilk insan ve peygamber olan Âdem’in henüz cansız vücudundaki insanlık mayası, Son Resûl’e mahsus bir keyfiyetti ve O, bu keyfiyetle Âdem Peygamber’in ve bütün insanoğlunun öncesindeydi. Öyleyse ilk ve son...
İmam-ı Ali ve İbn-i Abbas’tan rivayet edilir ki;
“Allah, gönderdiği peygamberlerin hepsinden, kendileri hayattayken Allah’ın Resûlü gönderilecek olursa hemen iman etmeleri için ahd almıştır. Hemen iman etmeleri, hiçbir yardımdan geri kalmamaları, ümmetlerinden de aynı sözü almaları yolunda ahd…
Allah, Büyük Resûlünün nuruna, öbür peygamberlerin nurlarına nazar etmesini emretti. Allah Resûlü’nün nuru hepsini kuşattı.
Gelecek zaman peygamberleri:
―Ey Rab, nuru bizi kuşatan bu varlık kimdir, nedir?
Diye sordular… Allah cevap verdi:
―O benim sevgilimin ruhudur. Eğer siz O’na inanır ve bağlanırsanız peygamber olursunuz!
Nurlar haykırdı:
―O’na ve nebîliğine inandık.
―Şahit olayım mı?
―Ol, yâ Allah!..”
İşte bu kıssadır ki, Kur’ân’ın nebilerden tek tek misak alındığını tesbit eden bir ayetiyle işaret olunmuştur. Bu ayette Allah Resûlü’nün şan ve şerefini yücelten vasıflandırmalardan başka, eğer öbür Peygamberler zamanında gelseydi onlara da Resûl olması gerektiği ve Nebîliğin Âdem’den başlayarak son adama kadar bütün kâinatı ve her mahlûku sardığı mânâsı vardır. aynı mânâya göre bütün peygamberler ve ümmetleri O’nundur.
“Bütün insanlığa peygamber gönderildim…”
Meâlindeki hadîsten de süzülecek mânâ, Allah Resûlü’nün kendisinden evvel ve sonra, gelmiş ve gelecek bütün beşeriyete gönderildiğidir. Yoksa kendi saadet zamanlarından kıyamete kadar gelecek olanlara değil… Topyekûn zaman ve mekânın Peygamberi olmak hususiliği…
Böylece O’nun, Âdem ruh ile ceset arasındayken peygamber oluşundaki sır aydınlanabilir. Akıl üstü bir sır ve zevk idrakiyle bu nokta ruha sindirilince de, Allah Resûlü’nün Peygamberler Peygamberi olduğuna ve bu ölçüye göre bir incelik sahibi bulunduğuna hiç şüphe kalmaz…
Bu yüzdendir ki, Miraç gecesi Allah Resûlü imam olmuş ve bütün peygamber ruhları O’na uymuşlardır. Ayrıca ahret gününde hepsi O’nun şeriat çerçevesi içinde haşredilecektir.
(devamı var…)
|