|
Hakkın hâdimleri ve bâtılın vekâlet savaşçıları Yaşar Akyay Sayı:
126 -
 Yüce Rabbimiz tarafından insanlığa hayat modeli olarak gönderilen kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerimin 111. Suresi olan “Tebbet Suresi” Peygamber Efendimize en fazla zarar veren ve ona en çok düşmanlık eden amcası Ebu Leheb hakkında indirilmiş ve “Ebu Lehebin elleri kurusun, kurudu da. Ona malı da kazandığı da fayda vermedi. O alevli bir ateşe girecektir” buyrulmuştur.
Bazen insan, asırlarca önce yaşamış, Peygamberimize ve Müslümanlara düşmanlık etmiş, yaptığı kötülüğün dünyalık karşılığını bularak rezil bir şekilde ölüp gitmiş birisinden bahseden bu sureyi biz bugün namazda hâlâ niye okuyoruz, bu surenin günümüze bakan yönü ve bize verilmek istenen mesaj ne olabilir diye düşünebiliyor.
Buradaki muhatap, sadece Ebu Leheb’in şahsı olmayıp, günümüzde onun gibi düşünen, onun gibi yaşayan ve onun inanç ve fikirlerini paylaşarak İslâma ve Müslümanlara düşmanlık yapıp, insanlığın zararına çalışan kişi, grup ve topluluklardır. Arif Nihat Asya da: “Ebu Leheb ölmedi Ya M…, Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor” diyerek, küfrün değişik isimler altında ve vekâlet savaşçıları vasıtasıyla yaptığı faaliyetlerle dünyayı etkilediğine işaret etmektedir.
Yaptığımız ibadetlerimizde ellerinin kuruması için beddua etmeye devam ettiğimiz Ebu Leheb’in etkisini yitiren etten ve kemikten olan elleri değildir. Burada asıl kasdedilen Ebu Leheb ve Ebu Cehil’in yolunda gidip, televizyon, telefon, bilgisayar, basın-yayın, sosyal medya vasıtasıyla inanca, ibadete ve iyiliğe savaş açan, güzel ahlâkı yok etmeye çalışan yıkıcı ve bozguncu kişi ve grupların yaptığı çalışmalar ile sergilediği oyunlardır.
O nedenle biz namazlarımızda, yeryüzünde fitne ve fesat çıkartıp, bozgunculuk yapan, kötülüğün temsilcilerinin evimize, elimize, yatak odamıza ve cebimize kadar uzanan, insanlarımızı inancından koparıp, güzel ahlâktan uzaklaştıran zararlı faaliyetlerini temsilen “Ebu Leheb’in elleri kurusun” ayetlerini bugün okuduğumuz gibi kıyamete kadar da okumaya devam edeceğiz.
Fakat bu şekilde yalnız dilimizle beddua etmek yeterli olmayıp, onların verdiği zararları azaltacak ya da durduracak fiilî çalışmalar ortaya koyarak alternatif programlar üretmemiz gerekmektedir. Çünkü yapılan bir duanın geçerli ve yeterli olması için önce fiilen yapılması gerekeni yapıp sonra sözlü olarak dua etmek gerekir. Yani batıl adına çalışanlar boş durmayıp birşeyler üretirken bizim sadece sözlü duamız yeterli olmayacaktır.
İnsanlık tarihiyle başlayan ve kıyamete kadar devam edecek olan hak-batıl mücadelesinin temelini inanç boyutu oluşturmakta olup, bu mücadelenin yürütülmesi için de ekonomik ve askerî mücadele alanı kullanılmaktadır. Teknolojik üstünlüğü elinde tutan batıl temsilcileri bu mücadeleyi sosyal medya ve dijital ortamda sürdürürken, ekonomik mücadeleyi de sömürgesi altında olan ülkelerin yer altı, yer üstü zenginliklerini ve celladına âşık aptal köle gibi davranan yöneticileri kullanarak gerçekleştirmektedir.
Hak-batıl mücadelesinin zor ve büyük fedakârlık gerektiren bölümünü oluşturan askerî mücadele günümüzde çok farklı bir şekilde sürdürülmektedir. Peygamber Efendimizin amcası ve İslâm’ın azılı düşmanı olan Ebu Leheb’in Bedir savaşına, alacaklı olduğu kişiyi vekil olarak gönderdiği gibi, günümüzde de küfrün temsilcileri kendileri fiilen savaşmayıp, genellikle vekâlet savaşçıları kullanıyor.
Hayatı imtihan, dünyayı ahiretin tarlası olarak kabul edip, iki dünyalı bir hayat yaşayanlar şehit olup, Allah’ın rızasını ve ebedi mutluluk yurdunu kazanmak arzusuyla ölüme koşarak giderler. Bütün sermayelerini dünyaya ait zevkleri yaşamak için harcayanlar hem başkalarının alın terini, göz nurunu ve el emeğini sömürmek ister, hem de cephede kendi yerine savaşacak vekâlet savaşçıları ararlar. Onun için günümüzde hak-batıl mücadelesi hak ve hakikat uğruna serden-yardan ve diyardan vazgeçebilenlerle batıl temsilcilerinin paralı askerleri yani vekil savaşçıları arasında cereyan etmektedir.
Avrupalılar ve Amerikalılar, Afrika’nın ormanlarını, madenlerini, insan gücünü sömürüp, Yahudiler’in uydurulmuş arz-ı mev’ut (vadedilmiş kutsal topraklar) gibi hayallerini gerçekleştirmek için hep birlikte terör örgütlerinden ve uydu devletlerden oluşturdukları vekil güçlerle ortadoğuyu paramparça ederek petrol gelirlerine kondular.
Bu nedenle ülkemiz kırk yıldır değişik terör örgütü türevleriyle mücadele etmek zorunda bırakılmıştır. Bugün bize medenî ve çağdaş dünya olarak tanıtılanların gerçek yüzü ortaya çıkmış ve Mehmet Akif’in tek dişi kalmış canavar benzetmesi daha iyi anlaşılmıştır.
Atalarımızın “Hazır ol cenge sulh-u salah istiyorsan” dediği gibi, bizlerin her türlü tehlikeye karşı hazır ve uyanık olmamız, iki günü eşit olmayacak şekilde çalışmamız ve düşmanın silahıyla silahlanma bilincimizi diri tutmamız gerekmektedir.
Şunu unutmamalıdır ki: Ölürsem şehit, kalırsam gazi inancına sahip olan, onların peşinden koştuğu dünyayı ahiretin tarlası yapan bir medeniyetin ve çağlar üstü bir inancın savaşçılarını, ölümden korkup cepheden kaçanlar ya da kendi yerlerine parayla başkalarını savaştıranlar mağlup edemezler.
Fakat biz asıl savaşı, Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, cephede şehit verdiğimiz zaman değil, medeni-çağdaş ve ilerici diye sunulan düşmanın ilmini ve teknolojisini almayıp, yaşam tarzını alıp, onlara benzediğimiz zaman kaybettik.
Bizim ayağa kalkıp, batılın temsilcileri ve vekilleriyle hesaplaşabilmemiz ve yeniden dünya kamuoyunda söz sahibi olabilmemiz için ilk yapacağımız şey, bizi biz yapan değerlere dönüp, bu değerleri özümseyip temsil etmek ve insanlığa da inandığımız bu değerleri tanıtarak hakkın, hukukun ve adaletin tesisi için çalışmaktır.
|