Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 34 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     3799 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Kendini Hikâye Etme Hakkı
Sinan Ayhan

  Sayı: 44 - Nisan / Haziran 2004

Ortaçağda dünya, kimilerinin tasavvurunda bir tepsi; okyanuslar ve anakaralar tutan büyük bir tepsi kimliğinde… Çağımızda ise, uzay maddesi ve gezegenler sistemi arasında, “taşplak” miller, değirmenler döndüren kabarcık bilyeler gibi zamanı yivleyen olaylar yumağı…

Ne fark eder, her ikisinde de bir düzleme, bir yere ihtiyaç duymuyor mu insan; her iki çağda da kendisinin nasıl bir zaman ve mekân anlayışı işgal ettiğini, hayatın başat değerinin ne olduğunu merak etmiyor mu ki? Bir fikrin, bir anlayışın bile maddeyi canlandıran –iyi veya kötü- toplumlar üstü bir mekânı vardır. Ortaçağın “majör figürleri”yle çağımızın “post-figürü” karşılaştırıldığı vakit, pek bir ilerleme kaydedildiğine şahitlik edemez hiç kimse… Ortaçağa göre günümüz makyaj malzemelerinin daha çok ve daha parıltılı olması ana-fikri değiştirmez herhalde.

Tek farkla, ortaçağda en azından bir metafizik mevcut; beyin kıvrımlarına daha çok iş düşmüş, daha çok sinir ve duyu icatların içine girmiş; örneğin “Şekspir” günümüz “ingiliz”inden  kıyas kabul etmeyecek ölçüde daha üstün, “Dekart” bugünün plastik peynir “fransızı”na göre daha “kartezyen” kafalı, “Da Vinçi” “evropa”nın hangi bucağına bakarsanız bakın, şimdi misli bulunmayacak derecede disiplinler arası at koşturabilen bir zekâ…

Tabii “Akinalı Tomas”tan beri hatta daha öncesinden; onlar için bu doğal bir mekanizma; her şey yerli yerinde; çünkü onlar bir devam halinde mikronlaşıyorlar ve bunun adına da “uzmanlaşmak” diyorlar…

Ne bileyim, mesela “16. lui”nin peruğu ve pudrasının yerine geçecek sefahati keşfetmek, onların gözünde cennetin kapısını aralayan bir büyü sözü, sanki kutsal bir kâse; oysa dünün prag meydanından tutun, floransa müzelerine, paris meydanlarına dek havuzlarını, şehir meclisi binalarını süsledikleri gotik motiflerle –“gargoyle”larla- bugünün yeni çizgi kahramanlarının zihinlerini kamaştırdıkları ve ellerine tutuşturdukları son model bir “porşe”, bir kameralı cep telefonu veya herhangi bir düzenekte “çipsetler”le örülmüş bir sanal alem, hangi zaman felsefesinden (“diyalektik”ten) bakarsanız bakın birbirine denk ( hatta belki günümüzdekileri daha aşağılık)… Ah bir de bu teknik gargaralarını, bir gün elbet vücutlandıracağız, dedikleri “terminatör”vari yaratıkların burnuna elektronik kıl ve manyetik sümkürüş olarak lehimleyebilseler, gerçekten kendilerini “zeus” tahtında hissedecekler…

Ve bizdeyse manzara, kendi has mayasından kavramlarını oluşturamayan ve zaten köklerinden geleni de çoktan çöpe atmış, atmadıysa bile yavanlaştırmış ve çöpe atılacak ölçüde çarpıtmış bir sosyal mekân ve hareket gardrobu…

Yazık ki yine bizde “ güneşi ceket astarında kaybetmek ne ise, Yunus, Mevlâna, Fuzuli, Şeyh Galip gibi zirve şahsiyetleri, o yol kenarına konulmuş ışık içicisi ve sonra yayıcısı aynalar gibi birbirinin devamı olmuş; bir öz olarak aldıklarını cevheri örselemeden işleyip, o emaneti yeni süslemecilerine bırakmış ender ruhları ve kafaları kaybetmek aynı anlama gelmiş ve sonra asıl onların devamı olacak bir figür bulamayışımız da, kıyım evremizin başlıca emsali olmuştur…

Bir medeniyet bir karakter demektir… Yunus’un devamı olacak majör figürü bir milletten talep etmenin anlamı ne olsa gerek? Dünya ölçeğinde böyle karakterlerin zuhuruna ihtiyaç var mıdır, yok mudur… İşte beyinde uyuşup kalmış kanı bile utandıracak sorular, istifhamlar… Ve daha binlercesi…

Büyük İskender, Makedon ordusunun başında Atina’ya girdiği vakit şöyle der:

“Aristo, Atina bir fikirdir demişti; o zaman, henüz eğitimdeyken, O’nun ne demek istediğini anlamamıştım; ama şimdi, havasını kokladığım bu kentin nasıl bir fikir olduğunu,  varlığına şahit olmam sayesinde anlayabiliyorum…

Atina, (buzdan) bir fikirdir, doğru, Roma ve Paris de keza öyle; ama Gazne, Herat, Konya, İstanbul daha bir fikirdir… Hele İstanbul, “Konstantinapol”den daha has bir fikirdir… “Helen”i öteleyen “Anadolu” başlı başına bir fikirdir. Dünyanın bir yarısı Anadolu ise, öbür yarısı Anadolu mirasının başına akbabalar gibi üşüşenlerindir… Ve belki bütün kavga da buradadır…

Atina, tıpkı bir “gollum” gibi çift karakterli… Atina’nın tarih sayfalarından kaldırdığı anlayış (toz), elişini bile düşünme işinin içinde şekillendiren bir medeniyet mayasını çatmışken, aynı zamanda emperyal olmanın vahşetini ve çelişmesini de üstlerine giymekten mürekkep… Atina bir kafayı okşarken vücudu avlıyor, işte tam da bu yüzden dünyayı yönetecek fikrin elbisesini giymeyi hak etmiyor…

Çetin Altan verdiği bir mülakatta, dilbilim açısından “emperyalizm” kelimesinin “engellemek” fiilinden türediğini hatırlatıyor… (Ve üstelik memlekette askeri bütçeyi sıkı tutmamızın hangi “emperyal”lerin işine yaradığını ve bunun ne menem bir “kapital” engelleme olduğunu ifade ediyor…) Engellemek onlarda bir kültür, çünkü kendileri dışında bir görüntüye tahammülleri yok…

Yine bu bağlamda, Edward Said şöyle der: “ Kapitalizm, bir milletin kendini hikâye etme hakkının elinden alınmasıdır.” Bir nevi sömürücülüğü dişlerine geçirmiş bir “engelleme”… Kapitalizm de, bu “engelleme” haline bağlı, bu karakterdekilerin dünya üzerinde “emperyal” olmasının getirdiği bir sonuç…

Edward Said, “Filistinli”dir, “hıristiyan” dır, “amerika”da kürsü sahibi profesördür, vs… Kimilerine göre de, uslanmaz bir muhaliftir… Yakın zamanda ölmüş olması bazılarını sevindirmiş olsa dahi, isminin ve ona dair edindiğim birkaç kulaktan dolma bilginin ötesinde ben onu sadece iki “hikâye”yle hatırlamak isterim; birincisi yukarıda bahsettiğim söz, ikincisi Filistin’e yaptığı son ziyarette fotoğraf karelerine düşmüş Filistinli çocuklarla birlikte, onların akıllarına tutunarak karşı sınıra savurduğu taş…

Ortaçağda dünya öküzün boynuzları ve kaplumbağanın sırtı arasına kıstırılmış bir oyuncak; günümüzde –işin daha komiği- “jeopolitik yorum ve strateji” hastalarının tatmin noktası, koca bir “masturbasyon” aleti…


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Kalem, O Kalemdir... - Sayı 114
Oluşmuş ve Oluşmamış Âzâl... - Sayı 114
Hakikatin Önsezisinden Ye... - Sayı 113
Liyakatin Kökleri ve Köke... - Sayı 112
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (125):
Çocuk; insanlık zincirinin ebediyet halkası...

Son Eklenen Yorumlardan
 Amin.... Ömer Faruk Erkoyun

 Amin.... Ömer Faruk Erkoyun

 Merhaba. Mən n Azərbaycandan yazıçı Gülər Natiq İsaq ✍️ Bu şeiri çox b&#... Guler

 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer

 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer


ACIYORUM

Millet, Meclis’i seçiyor...

Meclis, millet namına kanun yapıyor...

Anayasa Mahkemesi de bu kanunları bozabiliyor...

 

Şimdi söyleyin:

Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla mı milletin?

Hâkimiyet kayıtsız şartsız Anayasa Mahkemesi’nin mi?

Hâkimiyet kayıt ve şartla Anayasa Mahkemesi’nin mi?..

(Kardelen; 13; Mart 1997)

 

ACIYORUM

Bir takım kimselerin, yetkilerini aşarak, kanun dışı teşkilâtlar kurduğu ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu artık kimsenin yok diyemeyeceği bir gerçek halinde ortaya çıktı.

Bunlar, başlangıçta en azından, kanunların kötülerle ve kötülükle mücadelede yetersiz kaldığını düşünüyor.

Böyle örgütlere karşı çıkanlar da, gizli ve kanun dışı teşkilât kurulacağına falan falan kanunlara ve filân filân mekanizmalara dayanarak şöyle şöyle mücadele mümkündür, demiyorlar...

 

Öyleyse...

Ya bu ülkede kanunlar ve işleyen mekanizma yetersizdir... Ya devleti idare edenler...

Bu işin (ya)sı, (ma)sı yok... Hem kanunlar ve işleyen mekanizma, hem idareciler yetersiz...

(Kardelen; 13; Mart 1997)
66
Ana baş tacı olmalıdır
Dervişan bohçası III
Hayatın merkezi anneler
İddiamıza arşivimiz delildir
Annelerin zaferi


Ali Erdal - Annelerin zaferi
Ali Erdal - Yolculuk
Ali Erdal - Kardelen’in 35. topl...
Kadir Bayrak - Anneme...
Bedran Yoldaş - Kelimelerin dansı aş...
Ekrem Yılmaz - Ana güç
Ekrem Yılmaz - Esip geçen ömürmüş
Ekrem Yılmaz - Aşk ile
Dergi Editörü - İddiamıza arşivimiz ...
Site Editörü - Hayatın merkezi anne...
Necip Fazıl - Şiirlerim ve şairliğ...
Necdet Uçak - Deme
Necdet Uçak - İster ağla istersen ...
Mustafa Büyükgüner - Heybemden
Mustafa Büyükgüner - Gazzeye ağıt
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Analar baş tacımızdı...
M. Nihat Malkoç - En sıcak sözcüktür a...
Hızır İrfan Önder - Bir anne arıyorum ac...
Ayhan Aslan - Toprak
Ayhan Aslan - Vuslat
Olgun Albayrak - Aşkın tarihi
Mehmet Balcı - Trabzon’dan üç portr...
Mehmet Balcı - Bizdedir
Mehmet Balcı - Ağıt
Hasan Tülüceoğlu - Göbeklitepe’de Hz. İ...
Ahmet Çelebi - Efendim
Kubilay Ertekin - Putlar ve putperestl...
Halis Arlıoğlu - Şaşırmadık
Murat Yaramaz - Anne duası
Gözlemci - Hadiselere bakış
Muammer Zeki Aygur - Hani nerede
İsmail Güçtaş - Demokrasi
İsmail Güçtaş - Örümcek ağı
Cemal Karsavan - Mutluluğumsun her za...
Heybet Akdoğan - Bu kaybedişler bizi ...
Ayşe Yaz - Sivil itaatsizlik
Servane DAĞTUMAS - Modern Azerbaycan ed...
Yaşar Akyay - Ana baş tacı olmalıd...
İbrahim Durmaz - Annem
İbrahim Durmaz - Anne
Turgut Yörükoğlu - Dervişan bohçası III
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 15725154
 Bugün : 1861
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 656625
 Bugün : 38
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 500
 124. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 3
Son Güncelleme: 9 Mart 2025
Künye | Abonelik | İletişim