Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     692 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Kardelenden haberler
Kardelen Dergisi

  Sayı: 120 -

KÜTAHYA VALİSİNE ZİYARET

Kütahya temsilcimiz Ekrem Yılmaz, Kütahya valisi Musa Işın’ı makamında ziyaret etti. Yılmaz ziyarette Vali Işın’a dergimizin son üç sayısını ve Ali Erdal’ın Ertuğrul Gazi, Mübareze ve Türk Kimliği kitaplarını hediye olarak takdim etti. Vali Musa Işın da kendisinin kaleme aldığı "Kürtlerin PKK ile imtihanı” kitabını imzalayarak hediye etti.

 

ZAFERİN AĞITI OYUNU

Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Tiyatro ve Sahne Sanatları Kulübü tarafından Çanakkale Şehitlerini anmak için oyun sergilendi. Yazarlarımızdan Murat Yaramaz, tiyatro oyununda görev yapan koroyu çalıştırarak oyunda da solist olarak görev aldı. Oyun izleyiciler tarafından büyük beğeni topladı. Bizler de yazarımız Murat Yaramaz ile oyunda görev alan genç kardeşlerimize başarılarının devamını dileriz.

 

41.TOPLANTI

Yayın periyoduna uygun olarak gerçekleştirilen Kardelen Dergisi Toplantısı’nın 41.si yapıldı. Toplantı başkanı Yavuz Sert’in takdim ve selamlama konuşması ile başlayan toplantıda Sert, 7 Ekimde başlayan Filistin - İsrail çatışması ile tüm dünyanın olduğu gibi bizim de gündemimizin değiştiğini ve bu değişikliğin derginin planlanan sayı konusunun da değişmesine neden olduğunu, bu sayıda (119.sayı) Diyarbakır anneleri özelinde “annelerimiz” konusunu işleyecekken Filistin meselesinin ele alındığını belirterek bu konulardaki düşünce ve fikirlerini belirtti.

Dergi sahibi Ali Erdal’ın konuşmasının ardından derginin en son çıkan sayısı ile yeni çıkacak sayısının değerlendirildiği toplantı bir sonraki toplantının yeri ve tarihi belirlenerek sonlandırıldı.

Yavuz SERT’in konuşması

Kıymetli Gönüldaşlar, 41. istişare toplantımıza hoş geldiniz.

Allah’ın selâmı, bereketi, rahmeti hepimizin üzerimize olsun. Ve O’nun “âlemlere rahmet olarak gönderdik” dediği ve bizleri ümmeti olmakla şereflendirdiği Efendimiz Muhammed Mustafa Aleyhissâlatu Vesselâm’a salat, selâm olsun.

Efendimiz’in şefaatleri göçmüşlerimizin, bizlerin ve tüm ümmet-i Muhammed’in üzerine olsun.

Zaman çok hızlı… Üç ay yine su gibi geldi, geçti ve 41. toplantımız için buluştuk. Bu 41. toplantımız. 41 kere maşallah… Allah tesir halkediversin, istikrarı daim kılıversin. Kalemlerimize bereket, kuvvet ihsan etsin.

Kıymetli dostlar,

7 Ekim’de başlayan Filistin-İsrail çatışması ile tüm dünyanın olduğu gibi bizim de gündemimiz değişti ve bu değişiklik derginin planlanan sayı konusunun da değişmesine neden oldu. Malûmunuz bu sayıda Diyarbakır anneleri özelinde “annelerimiz” konusunu işleyecektik.

Asıl sayı konumuz olan Filistin meselesinden bahsetmeden önce annelerimizin bereketinden istifade edebilmek için biraz onlardan bahsetmek istiyorum.

Son devrin insan-ı kâmillerinden, sahaflar şeyhi olarak da bilinen Muzaffer Ozak hazretleri bir kitabında diyor ki, “Allah’a dua ederken kendi annenizin hürmetine dua edin, “annemin yüzü suyu hürmetine” deyin, Allah kabul eder, anne o kadar kıymetlidir Allah katında.” Şeyh Efendinin bağlı olduğu târikin yol başı Hz. Pir Nureddin Cerrahî’nin kabri şerifi annesinin kabrinin ayakucundadır. Hz. Pîr, Efendimizin “cennet annelerin ayakları altındadır” hadisi şerifinin bereketine hürmeten bu şekilde defnini vasiyet etmiş.

Herkesin annesi elbette çok kıymetlidir ancak her mü’minin Allah katında hatırları çok daha âli olan başka anneleri daha vardır, onlar Ezvac-ı Tahirat dediğimiz Efendimizin tâhir, pak eşleridir. Efendimizin eşlerinin müminlerin anneleri olduğu Kur’ân-ı Kerim âyeti ile sabittir. Ahzap suresi 6. âyette şöyle buyrulmuştur: “Peygamber müminlere kendilerinden daha yakındır, eşleri de onların anneleridir.”

Evlât bir kusur işlediğinde, üzüldüğünde, bir yeri acıdığında önce hep annesine sığınır, biz de validelerimizin yüce hatırlarına, şefkatlerine sığınıyoruz, şefaatleri üzerlerimize olsun. Bereket ve duaya vesile olsun, Ezvacı Tahirat validelerimizin isimlerini de analım.

Malûmunuz Efendimiz çeşitli vesilelerle evlilikler yapmıştır. İlk evliliğini ilklerin kadını olan, baş tacı annemiz, Hz. Hatice ile yapmış ve annemizin vefatına kadar tek eşli olarak yaşamıştır. Hz. Hatice validemiz ilk müslümandır, ilk namaz kılandır.

Servetini Efendimiz ve dâvâsı uğrunda harcamıştır.

Efendimizin Hatice validemize olan muhabbeti malûmunuz. Büyüklerimizin de validelerimize hürmeti çoktur. Örneğin Kenan Rıfai Hz. annemiz hakkında şu satırları yazmış:

Ey Hatîce annemiz ey çâresizler çâresi

Ey Resûl-i Kibriya'nın zevcesi hem sâyesi

Ehli Beytin masdarı mü'minlerin sertâcısın

Hazret-i Zehrâ Betül'ün valid-i üftâdesi

Hazret-i Peygamber'i tasdik eden sen ibtidâ

Servet ü sâmânını uğrunda sen ettin fedâ

Bu şeref kâfi değil mi kadrini i'lâ için

Mü'minâtın tâc ü fahri ey ulu Hayrun nisâ

Ey Muhammed Mustafâ'nın pek vefâkâr zevcesi

Hazreti Şah-ı Alî'nin sâyesi dildâdesi

Hem Hasan ile Hüseyin'in bergüzîde ceddesi

Şem-i vechin dâima Ken'an hakir pervânesi

Efendimiz Hz. Hatice validemizin göçmesinden sonra ilk evliliğini Hz. Sevde ile yapmış. Hz. Sevde o zaman dul, beş çocuklu olduğu rivayeti var, yaşı da ilerlemiş, ellili yaşlarda. Efendimize evlilikleri sebebi ile iftira atan nasipsiz müfterilerin kulakları çınlasın. Bu evlilik Efendimiz elli yaşlarında iken gerçekleşmiş. Efendimiz ilk evliliğini kendinden önce doğmuş Hatice validemizle yapmıştı ve hanımının vefatına kadar tek eşli olarak yaşamıştı. Onun vefatı sonrasında çocukları ile baş başa kalmıştı. Hz. Sevde’nin de çocukları vardı.

Efendimizin sonraki evliliği Hz. Ebubekir’in kızı Hz. Ayşe ile olmuştur. Bir diğer eşi Hz. Hafsa, Hz. Ömer’in kızıdır. Böylece Efendimiz Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’in damadı olmuştur. Hz. Osman ile Hz. Ali ise Efendimizin damatlarıdır.

Efendimizin sonraki eşi Zeynep binti Huzeyme’dir. Zeynep validemiz evlilikten 8 ay sonra göçmüştür. Zeynep valide, Efendimizin, Hz. Hatice’den sonra, kendisinden önce vefat eden ikinci eşidir. Daha sonra Hz. Ümmü Seleme ile evlenmiştir. Ümmü Seleme validemizin ilk eşi Uhud sonrası savaşta aldığı yaralardan dolayı şehit düşmüştür. Bir sonraki eşi Hz. Cevriyedir, sonra Hz. Zeynep binti Cahş gelir. Hz. Reyhane, Hz. Mariye, Hz. Safiye, Hz. Ümmü Habibe ve Hz. Meymune diğer validelerimizdir. Ümmü Habibe validemizin eşi Habeşistanda hristiyan olmuş, hattâ hanımını da hristiyan olmaya zorlamış ancak validemiz kabul etmemiştir. Sonra kocası orada ölmüştür. Efendimiz bu olaylar üzerine Necaşiye vekâlet vererek onu nikâhlamıştır.

Efendimizin eşleri arasında bazı isimler için cariyedir de denmiştir ama Efendimizin hanesinde bulunmuşlardır o yüzden hatırları hem Allah indinde hem müminlerin kalbinde yücedir. Allah şefaatlerine nail eylesin.

Efendimiz, annelerine karşı olan hürmeti ile de bize örnek olan davranışlarda bulunmuştur. Malûmu aliniz validesi Hz. Amine’yi küçük yaşta kaybetmişti peygamberimiz. Bir diğer annesi sütünü emdiği Halime Hatundu. Efendimiz sütannesi Halime Hatunun vefatından sonra onun akrabalarına hediyeler vererek ona olan sevgisini izhar etmiştir.

Anne ve babasının vefatı sonrasında yanında kaldığı amcası Ebu Talib’in hanımı, yani yengesi Fatma binti Esedi de annesi gibi severmiş Efendimiz. Ve Onun ölümüne çok üzülmüş… Sırtındaki gömleği çıkarıp ona kefen yapmış, cenaze namazını kıldırmış. Hz. Ali’nin de annesi olan Fatıma binti Esed’in cenazesinde Efendimiz kabrine girmiş. Rivayetlerde gözyaşlarından kabrin ıslandığı yazılı.

Anneler evlâtlarının üzerlerine titrerler ama bu bazen kardeşler arası problemleri önleyemez. Hz. Ayşe’nin Cemel vakasındaki rolüne bu açıdan da bakmak gerekir.  Ülkemizde mahkemeleri en çok meşgul eden veraset dâvâlarında, dâvâlı ve dâvâcılar büyük oranda kardeşlerdir.

Bugün, yakın tarihte gördüğümüz en büyük zulmün yaşandığı topraklar, birçok peygamberin ayaklarının değdiği yerlerdir. Filistin toprakları… Hz. İbrahim de bu topraklarda bulunmuş. Efendimizin atası Hz. İsmail, Hz. İbrahim’in Hacer validemizden olan oğludur.

Hz. İsmail’in Cürhüm kabilesinden bir Arap kızı ile evlenerek bugünkü Arapların soy atası olduğu kabul edilir. Hattâ bugünkü Arapçanın Hz. İsmail’in konuştuğu dil ile Cürhümlülerin konuştuğu dilin içiçe geçmesi ile meydana geldiği teorisi vardır. Hz. İbrahim’in diğer hanımı Sare validemizden İshak as doğmuştur. İshak aleyhisselâm da Yahudilerin ata olarak kabul ettiği peygamberdir, İsrailoğulları bu soydan gelir.

Bu topraklarda yaşayan Yahudiler ve Araplar bu yönden akrabalar. Ama bugün benzeri görülmemiş bir zulmün yaşandığı Filistin’de, taraflardan biri zalim, biri mazlum olarak karşımızda duruyorlar.

Savaşmanın bir ahlâkı olduğunu bizlere öğreten bir peygamberin ümmetiyiz.

Efendimiz şöyle buyurmuş: “Allah’ın adıyla, Allah’ın inayetiyle ve Resulullah’ın dini üzere (cihad etmek üzere) yürüyün. Sakın piri fani yaşlıları, çocukları, kadınları öldürmeyin. Ganimetten bir şey çalmayın, ganimetlerinizi toplayıp uygun bir şekilde muhafaza edin. İyi davranış sergileyin, şüphesiz Allah iyi, güzel davrananları sever.”

Mekke'nin fethine giderken yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görünce ashâbından birini köpek ve yavrularının başına geçirerek ordunun geçişinden zarar görmemesini sağlayan da Efendimizdir.

Filistin’den gelen haberlere baktığımız zaman Filistinli kardeşlerimizin çok büyük oranda Efendimizin yolunu gösterdiği bu ahlâka uygun hareket ettiğini görüyoruz. Bu kadar zor durumda bile, hemen tüm medya gücü karşılarında olmasına rağmen, haklarında kötü bir şey çıkmaması bunu gösteriyor.

Savaşın başında bu şekilde bir iki haber çıktı ama sonra yalan oldukları görüldü. Hamas’ın esirlere davranışı da bu ahlâka ne kadar uygun hareket ettiklerinin diğer bir göstergesiydi.

Çok temel bir gerçek var: birlikten yani tevhidden kuvvet doğar. Bugün müslümanlar birlikte değiller. Düşmanlar da tevhid olduğunda yenileceklerini biliyorlar ki temel düsturları hep böl parçala yönet şeklinde olmuş, oluyor.

1. Dünya Savaşı sonrasında bu topraklarda büyük aşiretlere devlet sözü verilmiş. Bu küçük devletlerin kurulmasıyla birliğini kaybeden müslümanlar hilâfetin kaldırılmasıyla da başsız kaldılar.

Ülkemizin atlattığı veya atlatmaya çalıştığı badireleri düşünürsek böl parçala gayretinin bizim de üzerimizde denendiğini görüyoruz, sürekli bir kamplaşma, toplumu bölme gayesi...

Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, seküler-dindar daha önce denenen ve halen de denenmeye devam edilen ayrıştırma maddeleri iken son birkaç yıldır da Arap-Türk kamplaşması üzerine bir fitne ateşi yakılmaya çalışılıyor.

Kolay bölünmemek için, kuvvetli olmamız için tevhid ehli olmamız gerek. Peki, bunu söylemekle işimiz bitiyor mu?

Tevhid olma, Birlik olma meselesine konuyu biraz daha yerelleştirerek bakmaya çalışalım. Tevhid olmayı sadece müslümanlar arasında veya sadece ülke çapında olması gereken bir durum diye düşünürsek, topu taca atmış olmaz mıyız?

Kardelen olarak biz de bir topluluğuz. Bizim de tevhid halinde olmamız gerekir.

Elbette büyük fikir ayrılıkları olduğunda ve itirazımız nefsimiz için değilse sadece tevhid olsun diye buna göz yummak doğru olmayabilir ama diğer durumlarda sabır ve anlayış içinde olmak daha iyi olacaktır.

Bu işin bir tarafı.

Diğer tarafı da eleştiriye açık olmak ve veren taraf olmaya çalışmaktır.

Yabancı kültürlerde karı kocanın anlaşamadığı bir konuda sakin bir şekilde tartışmalarına ister istemez hayretle bakmışımdır. Gerçekte de öyle mi bilmiyorum ama dizi ve filmlerde öyle gözüküyor. Bizim kültürümüzde ufak bir anlaşmazlık bile küslük veya atışma ile sonuçlanıyor, sakin konuşarak anlaşmazlığı çözene çok rastlayamıyoruz.

Toplum olarak, topluluk olarak bir eleştiri kültürü edinmemiz lâzım. Bir müslüman nasıl yapıcı katkı verir, nefsine pay vermeden nasıl eleştiri yapar, üzerinde durmamız gereken bir konudur.

Dergideki yazı ve diğer değerlendirmelerde yapıcı eleştirilere açık olmak gerekir. Gönüllülük esası ile yapılan bu işte elbette bu kolay değil ama gelişmek, ilerlemek ancak bu şekilde olur.

Eleştiri nasıl yapılmalı? Efendimizin Abdullah bin Ömer’in bir rüyası üzerine “Abdullah ne iyi insan bir de gece namazı kılsa” demesi bize bu konuda ışık tutuyor.

Şirketler için insan yönetimi eğitimlerinde de öğretilen bir konudur, eleştirilecek bir çalışanınızın önce iyi taraflarını söyleyin derler.

Efendimiz de, rüya tabiri de olsa, direkt “Abdullah gece namazına devam etsin” dememiş, Abdullah ne iyi insandır, bir de gece namazı kılsa demiş. Efendimizin bu davranışının eleştiri kültürü için muazzam bir örnek olduğunu düşünüyorum.

Daha iyisini yapmak için az iyi yaptığımız şeylerin söylenmesi yolun ve bizim iyiliğimiz içindir.

Yolun hatırı kişinin hatırından âli olmalıdır.

Bu cümle önemli, o nedenle müsaadenizle tekrar ediyorum: Yolun hatırı kişinin hatırından âli olmalıdır.

Bu açıdan Mustafa’nın gündeme getirmesi ile başlatılan ve geçen hafta ikincisini yaptığımız yayın toplantısını önemsiyorum. Bu toplantılarda çıkacak sayı üzerinde yapılan değerlendirmeler oldukça verimli oluyor.

Whatsapp kanalı üzerinden de sayının hazırlık süreci boyunca yorumlar geliyor, hem içerik hem de kapak için faydalı oluyor.

Derginin gelişimi için faydalı olan bu çalışmalar yanında, fertlerin gelişimi için de kitap okuma toplantıları benzer katkıları veriyor. Zamanla daha fazla yorum olması sevindirici, daha çok olması gerektiğini düşünüyorum.

Okuma toplantılarında Üstadın kitaplarını okuyoruz. Ona olan saygı ve muhabbetimiz, sanki bir şeyler söylemenin hadsizlik olabileceği düşüncesine sokabilir bizleri. Bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Çok yüceltmekle aslında araya ister istemez mesafe koyuyor olabiliriz. Bu da anlamamızı zorlaştırır.

Yazmak, okumak, tefekkür etmek, tartışmak, toplanmak… Hepsi Allah’ın rızası, Efendimizin memnuniyetini kazanmak için yaptığımız şeyler.

Allah niyetlerimizi halis eylesin, az zamanda yapılanlardan çok bereketli işler çıkartıversin.

Ocak ayında, yeni miladi yılın ilk ayındayız. Yeni miladi yılın bizlere, ailelerimize, milletimize ve tüm müslümanlara ve insanlara hayırlar getirmesini Allahtan diliyorum. Başta Neslihan kızımız olmak üzere tüm göçmüşlerimize rahmetler olsun, Efendimizin şefaati onların ve bizlerin üzerine olsun.

Verimli bir toplantı olması duasıyla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Allah razı olsun.

 

Ali ERDAL’ın konuşması

Gönüldaşlar selâmünaleyküm…

Yavuz’un duasına, temennisine bütün kalbimle iştirak ediyorum.

Anneden bahsedince iki notu burada ifade etmeden geçemeyeceğim. Anne o kadar insan için, herkes için mühim ki, hattâ her varlık için o kadar mühim ki çocuğu babası azarlar annesine koşar. Tamam, bunu anladık… Annesi azarlar, annesi döver, çocuk yine anne diye ağlar. İkinci olarak da, Naci Ali’nin karikatüründe anne toprağa kök salmış, taş alıyor yerden ve sağındaki solundaki çocuklara veriyor… Bir de şunu düşündürdü… Alman müslüman İbrahim Müller’e demişler ki… Niye bu kadar Türkler’e yakınlık gösteriyorsun? Sen bir Almansın… Senin vatanın Almanya… Demiş ki… Bizim kültürümüzde Vaterland… Babavatan… Türkçe’de… Anavatan… Hem kadın hakları diye yaygara koparıyorsunuz, hem de Türk kültüründeki bu inceliği görmüyorsunuz.

Gönüldaşlar; bu kaos, kargaşa, nizamsızlık, kritersizlik, birimsizlik, ölçüsüzlük ortamında gönüldaş hitabını benimseyenler, kabullenenler ne kadar mübarek ve muhterem insanlardır. Nasrettin Hoca bilirsiniz, kürsüye çıkmış ne söyleyeceğimi biliyor musunuz diye sormuş… Fıkrayı hatırlatmak için kısaca söylüyorum… Bilmiyoruz! Haftaya sormuş biliyoruz. Öncekine bilmeyenlere bir şey öğretilemez demişti. Bu sefer de biliyorsanız anlatmaya lüzum yok demiş. Daha sonraki hafta kimisi biliyoruz, kimisi bilmiyoruz demiş. Hoca da bilenler, bilmeyenlere öğretsin dediğini hatırlarsınız.

Gönüldaşlar meseleleri gönülden anlayanlar, hissedenler birbirlerine birleşik kaplar misali birbirlerine duyuracaklar.

Bir memleket düşünelim… Kahramanlığın enayilik, sadece kendini düşünmenin akıllılık sayıldığı bir topluluk düşünelim. Bütün telkin kürsüleri de bunu telkin eden… Emniyet kuvvetleri dâhil herkesin elindeki silâhların toplandığını düşünelim… Hattâ çocuklarda mantar tabancası dahi bırakılmasın… Bütün güvenlik teşkilâtları lağvedilsin… Hükümetin yetkileri elinden alnısın… Herkes kendi başının çaresine baksın. Sonra kafeslerinde zor zaptedilen ve günlerdir aç bırakılan azgın canavarlar salıverilsin. Dişli, tırnaklı, pençeli, zehirli, dumanlı, sesli, ezici vs… İşte dünya bugün bu halde. Bu halden de her yer nasibini alıyor. O azgın canavar nefs… Dünyada nefs canavarı serbest bırakılmıştır. Günaha, kötülüğe, çirkinliğe, yalana, talana, yanlışa bütün imkânlar… İyiliğe, doğruluğa, güzelliğe her türlü engel… Nasrettin Hoca’nın dediği gibi taşlar bağlanmış, köpekler salıverilmiştir. Bu teşhis bir fantezi, bir hayal, bir mübalâğa, bir kurgu mu? Hayır!

Bu tehlikeyi söylerken, bu teşhisi koyarken tehlike olarak bilmem kaçıncı dünya savaşının çıkma ihtimalinden, şurada burada kanın gövdeyi götürdüğünden bahsetmiyorum. Bunlar yaranın üzerine dökülen tuz biber… İşkence yaparken yaranın üzerine bastırırlar ya, savaşlar, terör o şekilde… Asıl tehlike değil, asıl tehlikeyi azdıranlar.

Peki, asıl tehlike nedir? Salıverilen canavarlar nelerdir? Az önce nefs dedik. Kaç tane insan varsa o kadar canavar… Canavarların salıverilmesi de şu: Kritersizlik, ölçüsüzlük, prensipsizlik, birimsizlik… Bir şey satın alacaksınız, kumaş alacaksınız, herkesin elindeki metrenin boyu ve ölçüleri farklı. Bunların anlaşmalarına imkân var mı? Yani nefsler disiplin altına alınamıyor. İşte kaosun, kargaşanın, karışıklığın, savaşların, terörün, tartışmaların, buhranların temel sebebi bu… Bir sabah kalktığımızda hepimizin ayrı dillerde konuştuğumuzu düşünün. Dünya bir Babil kulesi bugün… Bütün kötülüklere imkân sağlayan, iyiliklerin önünü kesen bu. Düşünün bir devlet, başka bir devletin varlığını korumayı bir numaralı vazifesi sayıyor. Korumaktan öte ABD, İsrail’in her dediğini yapmasını sağlamayı üzerine vazife olarak almış. Demokrasi olduğu söylenen o memlekette kamuoyunun haberi yok. Hak, hukuk, adalet, insanlık, ahlâk; her şey çöpe… Niçin?.. Çünkü nefs denen canavar salıverilmiş… Nefsini o an için koruma gayreti bütün idealleri öldürüyor. Sadece fertler için değil, milletler için de… Kaide yok, kural yok… Dün küfür ettiğinin, bunları müşahhasa dökmeye lüzum görmüyorum, bugün korumalığını üstlenenleri cemiyetin hazmettiğini görüyoruz. Ne diyor politikacısı, bu cemiyetin? “Dün dündür, bugün bugündür” İdeal diye bir şey yok. Tek ideal daha çok zam almak, daha fazla zam yapmak. Tabiî bu ideal değil, acıyorum olarak söylüyorum. Bu cemiyette tasavvufun “benimki de senin” ahlâkı, fazileti müesseseleştirilebilir mi? Düşünün… Rüşvet demeyelim haydi… Maddî bir bedel ödemedikçe bir mevkiye gelinemiyorsa… Bunu başaranlardan önüne konan birine, piyangoda kazanana, millet kuzu kuzu gidip oy veriyorsa, vermekten başka çare bırakılmıyorsa daha doğrusu… Karşı çıkmanın faydasız olduğu kamunun kanaati olduysa… Hangi ölçüden söz edebilirsiniz.

Bunlara rağmen bu cemiyet ayaktaysa, ölçü ve birim bu cemiyetten hâlâ kazınamamışsa, bu ölçü ve birimleri, kural ve kaideleri en güzel ve en doğru şekilde va’zeden İslâm’dan kalan tortular sayesindedir.

Ve insanlar, Efendimizin (O’na selâm olsun) buyurdukları gibi sığınacak yerler aramaktadır o canavarlara karşı. En kolay anlaşmanın imlâ kaidelerinde olduğunu düşünürüm. Çünkü kaideler açık ve nettir. Bunda bile anlaşamıyorsa bir cemiyet, kural ve kaide yokluğundan veya farklı kabullenmeler yüzünden emin ve doğru ölçüleri söyleyecek sığınak arıyorsa gönüldaşlar… Kardelen, işte o sığınaklardan biridir. Ve işte bunun gönüldaşları, gönüldaşlığı… Nuh’u gemisi değil tabii ki… Tabii ki sadece o değil... Ama en doğru kural ve kaideleri havi nizamı işaret ediyor. Bunun için sığınak. Ve ona bağlı gönüllerin gönüldaşlığı… Birbirlerine ve canavarlardan kaçıp kapısını zorlayanlara karşı anlayış ve müsamaha gösteren bir sığınak Kardelen.

Burada sığınak şartlarına göre, iman manzumesine uygun, ona göre öfke ve tavır, ona sevgi ve müsamaha…

Bu yolda kurduğumuz müesseselerden biri Olaylara Bakış… Orada, hatırlarsınız, hepimiz takip ediyoruz, Arapça’nın zenginliğinden bahsederken, bizdeki gönüldaş kavramına uygun bir kelimenin olmadığına, gönüldaş kelimesinin sadece bizim dilimizde olduğuna işaret edildi. Ben bilmiyordum.

İmdi… Bunu benimsemiş olanlara, iman manzumesine uygun öfke ve tavır, sevgi ve müsamaha nasıl olur, konuşma ve susma nasıl olur, toplantılara katılma sorumluluğu, fikir beyanı edebi, kim var deyince öne atılma ahlâkı nasıl olur? Bunları anlatmaktan hayâ ederim. Tereciye tere satmak istemem. Kendimde böyle bir gücü, yetkiyi görmem. Çünkü onlar, gönülden anlamışlardır.

Bu ahlâk ile nice toplantılara!.. Bu ahlâk ile nice kazanımlara!.. Bu ahlâk ile nice eserlere!..

Gönüldaşlar, hepinizi gönülden selâmlıyorum!


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Kardelenden haberler... - Sayı 121
Kardelenden haberler... - Sayı 120
Kardelenden haberler... - Sayı 119
Kardelenden haberler... - Sayı 118
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (122):
Tarih boyunca izlediği politikalar, güncel meselelerde takındığı tavır çerçevesinde, doğu medeniyetinin aslî unsurlarından İran'a bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 sağlık dileklerimizle, hürmetle...... naci eroğlu

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 Elinize emeğinize sağlık sevgili Halis hocam.Yazılarınızı takıp ediyorum hislerimize tercüman oluyor... Ahmet

 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu


Nüfuz plânlaması diye bir şey tutturmuş gidiyorlar.
Ülkedeki kazalar, ihmaller ve terör sebebiyle ölenler hiç hesaba katılmıyor.
İnsanımızda bu ibret almamak, hükümetlerimizde bu beceriksizlik olduğu sürece bırakın planlamayı, nüfusu teşvik etmeleri gerekmez mi?
Yoksa bunca ölüme karşı bu tedbirsizlik, nüfuz planlamacılarının işi mi?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Anlam peşinde
Bizim olmayan gemide kaptan olmak
Kırk gün bir ölüyü bekleyeceksin
Olacak
Seni düşünürüm


Ali Erdal - Anonim eserlerin kıy...
Ali Erdal - Sıradan bir filme bu...
Ali Erdal - Kırk gün bir ölüyü b...
Ali Erdal - Kırk
Necip Fazıl Kısakürek - Kıraat kitabı
Ekrem Yılmaz - Derinlik
Ekrem Yılmaz - Yapamıyorsan hayal e...
Ekrem Yılmaz - Kürtlerin PKK ile im...
Dergi Editörü - Çare
Site Editörü - Anlam peşinde
Necdet Uçak - Niye döktün gözyaşım...
Necdet Uçak - Olacak
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Malazgirtin aslanlar...
M. Nihat Malkoç - Anadolu Türk masalla...
Ayhan Aslan - Yamyam
Mehmet Balcı - Şimdi
Mehmet Balcı - Dönemem
Ahmet Çelebi - Gazzeli çocuğa
Halis Arlıoğlu - Parlamenter sistem v...
Halis Arlıoğlu - İçimde bir yara var
Murat Yaramaz - Artık yeter
Murat Yaramaz - Masal
Mevlüt Yavuz - Sanma ha!
Cemal Karsavan - Seni düşünürüm
Heybet Akdoğan - Gülsema
Emine Öztürk - Hapis
Zekeriya Yılmaz - Bıraktın
Mehmet Ali Metin - Doğu ve Batı’nın hik...
Yaşar Akyay - Bizim olmayan gemide...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14297835
 Bugün : 192
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 624563
 Bugün : 2
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 87
 121. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim