Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     5616 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

T?RK KYMLY?Y
Ali Erdal

  Sayı: 46 - Ekim / Aralık 2004

KUVVET MAHCUPTUR


"Kuvvet mahcuptur"... (Şekspir)'in bu sözü, insanı önce şaşırtır. Kuvvetlinin, başını dikmek yerine, mahcubiyetle eğmesi; bu günün reklâm, tören, tantana dünyasında kolay kabul edilebilir gibi değil... Ne demek başı yerde olmak, der nefis... Şöyle yürüdün mü yerler sarsılmalı... Afişler, neonlar, ışıklar, yazılar gücünü gözlere ve kulaklara sokmalı, beyinleri yıkamaları... Dağa taşa yazılmalı adın; şapkan göklere, elbisen yerlere değmeli... Önden giden adamların gelişini dünya âleme ilân etmeli... Peşinde, her emrini anında yerine getirmeye amade adamların...Kontrolündeki sayısız maddi imkânı herkes bilmeli...Haykırdın mı, yer yerinden oynamalı; vurdun mu karşına dikilmek cüretini göstereni sinek gibi ezmelisin!..


"Kuvvet mahcuptur"... "Nefs" kavramını bilmeyen Batı'dan takdire değer bir tesbit... Ama sadece tesbit... Yaşanan ve yaşanması gereken ahlâki ifade değil... İslâm ise tesbit ve ifade ile yetinmiyor, bu ahlâka yaşamayı "insan"a emrediyor... Üstelik bunu yerine getirmeyenin akıbetini de söylüyor:


"Nefsiyle kibir ve azamet satan, edası ve yürüyüşüyle azamet saçan, ilahi gazaba karşıdır (Hadis) İlâhî gazaba karşı olmanın akıbeti?.. "Köleleri ve adamlarıyla büyüklü taslayanı, Allak küçültür." (Hadis).  Çünkü "Kibirle büyüklük birleşemez!" (Hadis) "Yükseklik istedim, alçakgönüllülükte buldum..." buyuran Hz. Ali; işin sırrını ve emrin künhünü haber veriyor: "Her şey Allah'a karşı yoklukta, her şey Allah ile varlıkta..." Ve... "Allah'a dayanan yıkılmaz!". Çünkü Allah'a dayanan, adaletlidir. Bu disiplini nefsine kabul ettiremeyen kuvvet ise şirret ve zalim... Kazıklı Voyvoda'nın başı dikti, sesi sarayından taşıyordu... Sadece zulmü kaldı... Fatih'in gözleri yerdeydi: yaşıyor... Zulmün cezası ve tevazunun mükâfatı bu dünyada da var, Ebedî Âlem'de de... Başını yularına teslim eden asil at gibi disiplini kabul eden kuvvet, herkesi hesaba çekebilecek Gerçek Kudret karşısında mahcup; nefsiyle böbürlenense şirret... Zalim, bir çakımlık kibrit; Allah'a dayanan, ebedi kuvvetli...


TOPLUM KİBRİ: IRKÇILIK


Kibir ve tevazu, fertler için neyse, topluluklar için de aynı... Tevazu haddini bilmek; böbürlenmek şirretlik... Burnu havada Amerika zalim; dünyanın nefretini çeken bir "yaşan ölü" ... Firavun ve devleti, akıbetine örnek... Osmanlı kuvvetle, itibarla yüzyıllar yaşadı; yıkıldığı halde saygıyla anılıyor, aranıyor...
Roma, Bizans, İran, Osmanlı... Bütün imparatorluklar gurura kapıldıktan sonra yıkıldılar. "Muhteşem Süleyman"ın  "Ben ki..." diye başlayan meşhur (o günkü Batı temsilcisine) mektubu, gurur başlangıcını ifşa ediyordu... Başındakine "Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var!" diyebilen bir cemiyet için bunu fark edip, tedbirlerini alamamak ne acı... Kendini tanrı gören nefsi hizaya getirmeyi ve disiplin altına almayı sadece İslâm tekeffül ettiği halde hem de...
Fertte zararlı olan, toplumda haydi haydi... Kibri toplum adına sistemleştirmek, yani toplumuna "tanrılık" izafe etmek; ırkçılık... Halbuki "İnsanın nesebinde iftihar edebileceği şeyler, toprakla sudan başka ne olabilir?" (Hz. Ali). Irkçılık, zarardan başka ne getirebilir... En bariz örneklerle: Fars, Alman, İngiliz, Arap ve Yahudi...


CEZA...


İslâm'ı ancak, esaslarına kafa tutucu ve kendine has bir yorumla, âdeta pazarlıkla kabul eden, kendisini mübalâğanın en bâriz örneğini veren Fars, kendi ülkesinde bile azınlık...
Alman... Diğerleri bin beterken, ırkçılıkta günah keçisi ilân edildi. Üstelik asıl ırkçıya paratoner oldu... Başına belâyı kendi sardı.


"Güneş batmayan imparatorluk", kısa sürede, sömürgecilikle birlikte ırkçılığın cezasını çekti ve bir adadan ibaret kaldı... İngiltere'de bile İngiliz azaldı. "İngiliz milletleri topluluğu" gülünç hale gelerek bitti.


Aralarından Kâinatın Efendisi'nin zuhuru gibi; eşi bulunmaz kadro (sahabî) gibi; Zemzem, Kâbe, Arafat, Mekke, Medine gibi: say, tavaf, hac gibi eşi bulunmaz şerefler lütfedilen Arap'ın; kuyumcunun tenekeyle ziynetlendiğini sanması gibi ırkçılığa özenmesi, bugün düştükleri içler acısı halin bir numaralı sebebi değil mi? Irkçılığın bir toplumu nereden nereye düşürdüğüne bundan acı örnek mi olur?..


Dünya üzerindeki; ahlâksızlığa, zulme kurnazlığa, paraya, zaafları istismara ve toplulukların içinden satın aldığı hainlere dayanan, bugünkü kontrolüne bakarak Yahudi'nin; yaşayıp gidecek bir hâkimiyet kurabileceğini sanmak büyük yanılgı... Nedir ki? Sadece "devlet terörü" tezgâhı kurmuş bir Yahudi zenginler organizasyonu... "Vaat edilmiş ülke" safsatası ile Ortadoğu'ya (dolayisiyle dünyaya) kanla hâkim olma oyunları "İlâhî gazapla" karşılaşacaktır. Akıbetini Hadis haber veriyor: "Müslümanlar, Yahudileri öldürmedikçe (tamamını kırıp mahvetmedikçe) kıyamet kopmaz. Hattâ bir Yahudi taş yahut ağaç arkasına saklansa, taş veya ağaç (dile gelerek): "Müslüman, şu arkamdaki Yahudi'dir, gel onu öldür" der. Yalnız Garkad denilen (Beyt-i Makdis'de ma'ruf dikenli ağaç) müstesna (ki o arkasına saklananı haber vermeyecektir)  Çünkü o şecere-i Yahudi'dir." Bugünkü ceza, gerçek mânâda bir devlet bile olamamak; dünyanın nefret ve düşmanlığını çekmek...


MÜKÂFAAT


Türk milleti, tarihinin hiçbir döneminde ırkçılık yapmadı. Bu hamasî bir iddia değil, düşmanlarının bile kabul edeceği bir realite... Bunun mükâfatını da gördü:


Bırakın fethettiği yerlerdeki toplulukları, arasına kabul ettiklerini bile eritmeye çalışmadı... Kendini kabul ettirmeye zorlamadı, tebaası olan toplulukları. Gerçek şahsiyetini hakkı olduğu kadar bile öne çıkarmadı... Hattâ her fedakârlık gerektiğinde öne atılıp, can veren o oldu. Bu şartlara göre eriyip yok olması gerekirdi. Allah ona soy bereketi verdi... Asya'nın ortalarından Balkanlar'a; Sibirya'dan Ortadoğu içlerine kadar geniş coğrafyada ve Amerika, Almanya, Fransa başta olmak üzere pek çok ülkede Türk mevcuttur...


Öz yurdunda bile gaflet ve ihanet derecesinde düşmanlığın pençesinde olduğu halde, dünyanın en hareketli ve paylaşılamayan coğrafyasında, onlarca devlete ve sınıra rağmen dili, herkesin kazanmak için binbir gayret gösterdiği geniş coğrafyada, birinci değilse ikinci anlaşma vasıtası. Az bir gayret, en azından İslâm dünyasının muteber dili yapabilir Türkçe'yi...


Değil dünya piyasalarına hâkim kılmaya çalışmak, kendi ülkesinde bil doların cazibesine yeşil ışık yakanlara rağmen parası, Türkiye dışında bile rağbet görüyor... Az bir gayret Lira'yı, dünyanın kalbi denebilecek bölgede para birimi yapabilir.


Soğuk ve sıcak bölgeler arasında yedi iklime sahip, kıtalar arasında köprü, altında madenler, üstünde bereketli topraklar, üç tarafı deniz dağı taşı deresi ırmağı Allah Allah diyen, peygamberler ve evliyalar yatağı bir vatan...
Kibreden eriyor; tevazu gösteren haşmet ve satvetle yaşıyor... Türkiye dışında soyundan, dininden, dilinden dünyalar var... Edebiyattan Kültür ve sanata; tarihten, gelecek hayaline kadar ortaklığı olan geniş bir dünya... Tek bayrak altında toplanmaları mümkün... Rusya'nın kaçırmamak. Amerika'nın kazanmak için çalıştığı bu dünya, bizim armut piş ağzıma düş misali gözümüzün içine bakıyor. Balkanlar'daki Kafkaslar'daki Ortadoğu'daki sadece Türkler değil, küçük Müslüman unsurlar da elde bir... Bizde şahsiyetli bir çıkış görseler, etrafımızda toplanmaya hazır İslâm dünyası da cabası... Düşünün; Ötüken nere, Viyana nere?.. Mensupları bu kadar geniş alanda yaşayan, kaç millet var?.. Hem de yüzyıllardır...


Coğrafya, nüfus, zaman ve yeni açılımlara gittikçe zenginleşmeye müsait dile ilâve bir de tarih var. Bir Batılı, "Dünyada kendi tarihini anlatırken, Türk milletinden bahsetmeyecek millet yoktur." diyor. Var mı, başka bir millet böyle...
Türklük dünyasında beraberliği ayakta tutan ortak kahramanlar... Hem de her sahada... Ahmet Yesevî, Mevlâna, Şeyh Edebâli, Köroğlu, Nasrettin Hoca, Ali Şir Nevaî Buharî, Yunus Emre, Dede Korkut... Aynı mânâları temsil eden şehirler mekânlar: Anadolu, İstanbul, Semerkant, Merv Horasan, Bağdat, Mekke, Medine, Söğüt, Kırkpınar, Malazgirt, Çanakkale... Ortak destanlar, şiirler, maniler, masallar, hikâyeler, fıkralar vs... Leylâ ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Köroğlu hikâyeleri, Dede korkut destanları, Keloğlan hikâyeleri, Nasrettin Hoca fıkraları... Ve Temel fıkraları...
Ortak sazlar...
Ortak sözler...
Yemek içmekten tutun giyim kuşama kadar ortak zevkler... Ve daha neler neler...
Ortak hedefler...
Aynı tarz Kur'an ve ezan okuyuş, salâvat getiriş... İlâhiler... Türküler... Her çeşitten kütüphaneler dolusu eser.
Alternatifsiz lider: Türkiye... Ortak anlaşma vasıtası: Anadolu Türkçesi...
Ve dünyaya bakış açısından geniş bir ufuk... Bazı türkülerden birkaç mısra ve birkaç atasözü bu ufkun genişliğini göstermeye yeter:
"Kırımdan gelirim..."
"Estergon Kalesi..."
"Nazlı Budin..."
"Hazırol vaktine Nemçe kralı..."
"Alınmaz satılmaz, Hint kumaşı..."
"Mısır'da sağır sultan duydu..."
"Kâbe'nin yolları..."
"Burası Huş'tur..."(Yemen'de bir kasaba)
"Yemen ellerinde Veysel Karânî..."
"Şam'da bir ak minare..."
"Behey Bulgar Dağı..."
"Yürek Selânik..."
"Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar..."
"İndim seyran ettim, Frengistan'ı..."
"Halep ordaysa, arşın burada..."
Kösleri aslan derisinden yapılmış, vurdukça aslan gibi kükreyen mehteran... Sesi çok uzaklardan duyulan mehteran... Elbiselerinde Allah'ın haşmetini yansıtan kırmızı ağır bastığı için gözleri kamaştıran mehteran...Meydan yerinde bir sağa bir sola herkese selâm vererek yürüyen herkesin ilgisini çeken mehteran...Pala bıyıklı, dağ gibi askerleriyle küfre korku salan, dosta güven veren ve "ardında çil çil kubbeler serpen ordu"nun mehteranı..! "Yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir." Temennisinin "kuru bir cihangirlik peşinde değiliz" ahlâkiyle yüceldi. Bu yüceliğin mehteranı... Kopardığı asmanın dalına tarlayı satın alacak altını bağlayan orduyu temsil etmektedir. Sadece milletimizi değil, bütün dünyayı hayran bırakan heybeti bundadır.
Hangi millete var bu heybet
Hangi millette var bu kadar geniş potansiyel?..
Üstad Necip Fazıl'ın ifadesiyle; "6. yüzyıla kadar milletimiz kasırga gibi, çağlayan gibi, şimşek gibi, yıldırım gibi, henüz billûrlaşmamış, kalıbını bulmamış, sabit medenî ifade çizgilerine erişmemiş, mücerret ve serazat bir hayatiyet akışından ibarettir." 7.ve 8. yüzyıllarda, işte Orta Asya bozkırlarının bu dinamik, canlı, hareketli, at üzerinde doğup, at üzerinde hayatını tamamlayan insanın yüreğine, bir ateş düştü... Çölden, bütün zaman ve mekânlar için doğan NUR, Orta Asya bozkırlarına geldi. Kızgın bir mayi gibi oradan oraya akan bozkırların kahramanlık aşığı, Ebedi Yeni'yi buldu... Kabına sığamayan enerji, uğruna can vereceği cananı buldu. Cıvata somun misali uyum... Sen misin cihanı nizamlamak isteyen...Al sana nizam plânı, buna göre nizamla dünyayı!..
Kısım kısım müslüman oluş ve basamak basamak yükseliş... Karahanlı ve Selçuklu tecrübelerinden sonra şanlı zuhur; Osmanlı... "Bizim, devlet ve cemiyet, eser ve hamle, dâva ve siyaset halinde ve dünya çapında gerçek medeniyet ifademizi bulmamız, Osmanlı kuruluşuyladır: 13.asır..." (Necip Fazıl)


Osmanlı devleti kurulmasaydı İslâm'ın; Araplar'dan gayri milletlerde (ferdi müslüman oluşlar dışında) devletini kuracak ve liderliğine çıkacak kadar etkili olmadığı iddia edilebilecekti. Araplar'ın dışındaki milletlerin mizacına, idrakine, hayat anlayışına İslâm'ın tesir edemediği iddia edilebilecekti. İslâm'ın Arap'tan başkasına cazip gelmediği, Araplar'ın tabiriyle "Acem"i kuşatamadığı, yani insanlık üzerinde etkisinin çok dar kaldığı (düşmanlar da bunun böyle olmadığını bilseler de) iddia edilebilecekti. Kısacak İslâm, Araplar'ı geliştirmeye matuf politik bir hareket, onların mizacına uygun (diğer milletlerde de bu mizaca yatkın fertleri çeken) bir inanış olarak görülebilecekti. Kasıtla, bütün zamanların ve mekânların dini;  bir kavim dini gibi görülebilecek ve gösterilebilecekti. Demek ki İslâm; sadece fert plânında değil, millet olarak da bağlanılabilir bir iman manzumesi imiş. İnsanlığın Ufku yüce Peygamber'i görmeden hem de... İnanı olmak ne kelime... Lideri bil olunabilirmiş. İslâm'da bunu sağlayacak cevher varmış. Toplulukların üstünlüğü de (fertlerde olduğu gibi) "takva ile" imiş Devletini kurmak, hiçbir milletin tekelinde değilmiş. İslâm'ın beynelmilelliği teoriden ibaret değilmiş ve hayatta yaşanabilen bir gerçekmiş. İste mucize!.. "Âleme nizam verme" isteğimiz, İslam'ın beynelmilelliği ile buluşunca doğdu Osmanlı devleti.


"Ötüken nere, viyana nere?" demiştik.. Türk nüfusunun yaygınlığı bakımındandı o... Hâkimiyet alanını ifadeye yeterli değil...


Dünyanın Ankara'sında, yani dünya denen köyün meydanında, kesin hâkimiyet ve dünya denizlerinde tek söz sahipliği... Karadeniz Marmara, Ege ve Akdeniz Türk gölü... Hazar denizi ile Karadeniz; Akdeniz ile Kızıldeniz birleştirme isteği. Dünya kontrol altında bir yuvarlak... O gün çizdiğimiz dünya haritası, bugünkü imkânlarla çizilenin aynı... Avrupa kralları yardım istiyor.


Nüfus ve Vatandaşlık işleri Genel Müdürlüğü'nün araştırmasına göre Türkiye'de en çok kullanılan isimler erkeklerde Mehmet, Mustafa, Ahmet Ali ve Hüseyin; kadınlarda da Fatma, Ayşe, Emine, Hatice ve Zeynep.
Osmanlı'dan izinsiz, iktidar olunmuyor. Krallar ancak sadrazamın dengi sayılıyor. İngiltere'nin İspanya tarafından işgalini engellemekten tutun Endonezya'ya iktidar değiştirmek için heyet göndermeye; İrlanda'ya ve Amerika'ya yardıma kadar geniş hâkimiyet alanı... Zayıf anında bile Paris'te Kâinatın Efendisi'ni tahfif eden tiyatronun oynatılmasına müdahale edebiliyor... Bugünkü şu halimizde bile Ortadoğu'da Balkanlar'da Kafkaslar'da dengeleri etkileyebilme imkânı...


Destanlar, milletlerin karakterlerini ortaya koyan en mühim eserler... Oğuz Kağan dört bir yana elçiler gönderiyor ve "...yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim." Diyor ve "Başlıya baş eğdiriyor, dizliye diz çöktürüyor!" Göktürk Kitabeleri'nde Bilge Kağan, "Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldıkta, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış, İnsanoğulları üzerine atam Bumin Kağan İstemi Kağan olurmuş." Diyor. Biz istedik, Allah verdi... Kendi nefsimizi öne sürmedik; "kuru bir cihangirlik peşinde değiliz"(Osman Gazi'nin vasiyeti)dedik... Allah da ihsan etti...


Biz; denizden başka kuşatanı olmayan balığız...
3 bölümlük hayatımızın birincisi gerçeği, yani İslâm'ı arayış; ikincisi gerçeği, yani İslâm'ı yaşayış üçüncüsü aşkımız azaldığı için gerçekten, yani İslâm'dan kuşkulanıştır... Hacer Validemizin su arayışı gibi; gerçeği, yani İslâm'ı bulmak ümidiyle dört bir yana koşuşmuştuk... Allah aradığımızı bulurdu, İslâm'ı bulduk yüceldik... İslâm'dan kuşkulandık, bu hallere düştük... Yani şu kadar bin yıllık hayatımızın her döneminde İslâm var Sadece İslâm... Müslüman olmayanlarımız, Türklüğünü de kaybettiler, başka kimlikler buldular kendilerine... Gagavuzlar(Gök Oğuzlar) Hristiyan oldular ve küçücük bir Türk topluluğu olarak kaldılar. Türk'ü İslâm'ın yücelttiğinin ve müslüman olmasaydık ne halde olacağımızın yaşayan, belki sadece bunun için yaşatılmış örneği... Böbürlenenlerin âkıbetine bakıp, kimliğimizi İlâm'la belirlemeyeceğiz de, neyle belirleyeceğiz? Kimliğimizi İslâm'ı belirlemeyecek de ne belirleyecek.
Biz müslüman Türk'üz! Adımız Türk, sıfatımız müslüman!..


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Deniz kabarıyor... - Sayı 119
Dünya kralı... - Sayı 118
Olayların akışı her şeyi ... - Sayı 118
Toplulukları idare etme h... - Sayı 118
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Batı’nın Pompei’sinin günlerini andırmasının sebepleri Osmanlı Devleti’ni çökerten “metal yorgunluğu”nun ilk safhası değil midir?
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Kasem olsun!
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Bir tufanın ardından: Filistin
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13173538
 Bugün : 2702
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 605534
 Bugün : 157
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 418
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim