Sekülerizm ve İslâm Heybet Akdoğan Sayı:
125 -
 Nisâ Sûresi 51. âyet: "Bakmaz mısın şu kendilerine kitaptan bir pay verilenlere: Onlar, aslı esası olmayan bir takım bâtıl şeylere ve şeytânî güçlere inanıyorlar. Kâfirler için de 'Bunlar iman edenlerden daha doğru yoldadır.' diyorlar."
Kelime kökeni olarak Ortaçağ Latincesine dayanan sekülerizm (saeculum), literal mânâda çağ, dünya, yüzyıl ve dönem anlamlarında kullanılmaktadır. Dini anlamda ise sekülerizm, kilisede manastır hayatını bırakıp, dinden bağımsız bir şekilde hayatlarını devam ettirmiş din adamları için "secular" sözcüğüyle kullanılmıştır. Her iki ifadenin yanında genel olarak sekülerizm, tarihsel süreç içinde dinin toplumsal yaşamdaki referansının azalmasına karşılık gelmektedir. Avrupa'da rönesans ve reform devrimlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte ideolojik bir güce ulaşan sekülerizm, endüstriyel kapitalizm ve kentleşmeyle birlikte yaşamı kuşatmaya başlamıştır. Geleneksel toplumun kapitalizmle birlikte dönüşmeye başlaması; insanî şehvetin hoş görülmesini, insanların ben merkezli düşüncelere sahip olmasını ve rekabet sisteminde toplumun maneviyattan uzaklaşarak motive olmasına neden olmuştur. Böylelikle toplumsal yaşam yalnızca dünyevî arzu ve amaçlar için var olmaktadır. Kapitalizmin ahlâk anlayışının globalleşmesiyle evrensel bir boyut kazanan sekülerizm ideolojisi, yaşadığımız dünyayı geçici olarak görmek yerine dünyayı kalıcı bir şekilde merkeze oturtmuştur. Sekülerizm, kaynağını gerçek dinî kurumları etkisizleştirmekten, dinî düşünme şeklini ve din pratiklerinin toplum üzerindeki gücünü zayıflatmaktan almakla birlikte, kutsal olan her şeyi deneyci bir akılla sorgulayarak kişide mevcut olan insanî yetilerin yitirilmesine yol açmaktadır. Bilimsel alanda dahi hakimiyetini kuran sekülerizm, bilimi de metafizik yönden boşaltmakta ve bilimin sadece görünen olgular üzerinden gelişmesine neden olmaktadır. Tüm bunları göz önüne aldığımızda sekülerizmin genel anlamda yeni bir devir yeni bir dönem olduğunu daha iyi kavramaktayız. Yeni olan bu çağ fikriyâtı, insanı yaratılış gâyesinden soyutlayarak insanı bir madde konumuna indirgemektedir. Böylelikle yeni insan modeli, kutsal olan her şeye savaş açan bir birey olarak sekülerizm tarafından kurgulanmıştır. Sinsi ve çok yönlü olan sekülerizmin bu mücadele tarzı, aklın doğrulaması dışında kalan hakikatleri akıl dışı kabul ederek insanın yaratıcısıyla olan irtibatını kopartmakta ve insanı ruhsuzlaştırarak 'şey'leştirmektedir. Sekülerizm bu emelini nihâi anlamda Tanrı'nın ölümü olarak tarif etmektedir.
Dini, varlık alanının dışına çıkararak insan zihnini ve toplumsal hayatı tamamen dünyevîleştiren sekükerizm, bireyi ve toplumu yaşadığı ânâ konsantre ederek dünya hayatını büyük bir tutku olarak insanlara benimsetmektedir. Oysa dünya hayatı aşkın, içkin ve uhrevî bir yapıya sahip olmalıdır; ancak insan, Allah'ın bahşettiği bu üç değerden sekülerizm nedeniyle uzaklaşmaktadır.
Bundan dolayı bireye ve topluma kalan sadece dünyanın fizikî gerçekliğidir. Sekülerizm adıyla mutlaklaştırılmak istenilen fiziksel realite inancı ise yeryüzünde bir cennet kurma algısıyla insanlığı orta ve uzun vadeli amaçlarından alıkoymaktadır. İnsan hayatından ilâhî olanın çıkarılması için uygulanan sistemin tümü olan sekülerizm, aslında egemenliğini tesis ettiği her alanda Allâh'a karşı özerklik kurduğunu iddia etmektedir. Öne sürülen sav her ne kadar bir yalan olsa da günümüz modern toplumlarında bu yalan bir bilinç yanılmasının sonucu olarak şimdiki zamanın gerçeğine evrilmiştir. Değişen, dönüşen ve ruhtan mahrûm kalmış her insan bu nedenle "Bütün varlığın Allâh'ı tesbih ettiğini" unutarak hiçliğe doğru yeni bir yolculuğa çıkmaktadır. Tarihsel süreçle bir benliğe dönüşen sekülerizm, esasında müslüman toplumlar için ithal bir kavramdır. Ancak, kavram yabancı olmasına rağmen müslüman toplumların bu görüşün etksinde kalması sekülerizmin ecnebice bir mefhum olduğunu zamanla unutturmaktadır. Aydınlanma dönemiyle birlikte Avrupa'ya özgü olan sekülerizm tasavvuru özünde Avrupa toplumları için bir varlık kavgasıydı! Hâlbuki İslâm medeniyetinde böyle bir varoluş kaygısı İslâm'ın sebeb-i vücûdundan dolayı hiç olmaması gereken bir müşâhâttır. Çünkü insana niçin varolduğunu bildiren ve bu minvalde insana yol gösterici olan İslâmiyet ve Kur'ân'ı Kerim, insanı muhatab almaktadır. Azâmet sahibi olan Allâh'ın doğru bir şekilde kavranılması için insanlara açıklamalarda bulunan İslâm dinimizin tebliğ kaynağı Kur'ân, Allâh'a bildirdiği sıfatlarıyla iman edilmesini öğütlemektedir. Beşeriyete yönelik bu çağrı, dünyanın gerçekte kalıcı bir hakikat olmadığını; mutlak hakikatin Allâh ve ahiret olduğu yönündedir. Bu nedenle dünyevîleşmenin ideolojik bir argümanı olan sekülerizm, İslâm tarafından çürütülmüştür. Kur'ân'ı Kerim bu doğrultuda dünyanın tesadüfen oluştuğunu nakzetmekle birlikte yaradılışın bir gâyeye odaklı olduğunu ortaya koymaktadır. Sad sûresi 27. âyette, "Yeri, göğü ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık." mesajıyla Cenâbı Allâh, yarattığı her şey için bir maksadının olduğu bildirmektedir. Kâinatın yaratılışının sebebine vurgu yapan bu âyet, insana musahhar kılınan tabiatın, insan istifadesine sunulduğunu ve yaratıcı ile olan ilişkisinde insanın şuur hâlinde olması gerektiğine göndermelerde bulunmaktadır. İnsanın bilinçli bir şekilde devamlı hareket etmesine dikkat çeken Kur'ân âyetleri bu mânâda insana iki görev yüklemektedir: Dünyada, Allâh'a kul olma ve halife olma sorumluluğunu hatırlatmaktadır. Her iki sorumluluk, Allâh'tan, ontolojik olarak bağımsız bir tahakkukun olmadığına ve sekülerizm karşısında Allâh'ın emirlerinden âzâde bir dünya yaşamının bulunmayacağına işaret etmektedir. Bu ilâhi buyruklar, insanın beş duyusuyla cazibesine kapıldığı dünyaya karşı ciddi ikazlarda bulunmaktadır. Aynı zamanda bu uyarıların temel amacı insana yakınlaştırılmış olan dünyanın ebedî hayata doğru bir köprü görevi gördüğüne dikkat çekmek içindir. Allâh'ın yapmış olduğu bu uyarı/lar sayesinde toplumsal yaşamda siyaset, ekonomi, bilim, hukuk ve kültür gibi toplumsal yaşamı organize eden olgular daha adâletli bir hayat sisteminin meydana gelmesini sağlamaktadır. Tam da bu noktada sekülerizmin yalanı olan "dünya cenneti" söylemi tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Çünkü sekülerizmin geçici olan bu dünyada "bir cennet kurma" yalanı, egemenliğini toplumdan alacağı güçle kurmak için ileri sürmüş olduğu sömürge politikanın bir ürünüdür. Öyle ki, sekülerizmin yapısal krizlerinden kaynaklı olarak toplumları bir anlamsızlığa ve yalnızlığa sürüklemesi; Allâh ile bağını koparmış zayıf toplumların daha kolay aldatılmasına neden olmaktadır. Sekülerizmin somut bir hâli olan kapitalist toplum modelinde şahit olduğumuz sömürü hakikati tam anlamıyla budur. Kapitalist sistemde insanlar günlük arzu ve hırslarının kölesidirler. Toplumların esiri oldukları tüm istekler ve çabalar son tahlilde insanları yalnızca geçici olan bu dünyaya koşullandırmaktadır. Bu bakımdan insanın varlığı maddeyle ölçülüp yine maddî tatminlerin elde edilmesiyle cismâniyet kazanmaktadır. Ankebût sûresinin 64. âyeti bu gerçeği net bir şekilde özetlemektedir: "İyi bilin ki, şu dünya hayatı boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilmiş olsalardı!" Âyette vurgulandığı gibi Allâh'ı unutmanın ve dünyevîleşmenin bedeli insanın kendisine yabancılaşmasıdır. Dinimizde ise dünyevîleşme (sekülerleşme) sapıklıktır. Dünyanın muhkemliği ve istikrarlı bir şekilde dönüşü, inancı yetersiz olanlar için bir güven duygusuna neden olabilmektedir. Bu yanılgı insanın tabiatında yer alan cennet özlemine bu dünyada kavuşmak gibi bir aldatmacaya sebebiyet vermektedir; ki seküler aklın varlığından da bunu görebilmekteyiz. İşte bu psikoloji Allâh'tan gayrısına inananların sadece bir sığınağıdır. Çünkü insanların bir sonu olduğu gibi dünyanın da bir âkıbeti vardır. Sekülerizmin dünya hayatının kalıcı olduğuna dair iddiaları İslâm dini sayesinde ve sabit olan Allâh'ın âyetleriyle doğruluğunu kaybetmiştir. İlâhi kaynaklı üç din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm'a baktığımızda sekülerizme yönelmiş olan Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerinin yanında hakikat olan İslâm dininin son ve evrensel din olduğunu daha iyi idrak edebilmekteyiz. Yahudiliğin tamamen dünyaya meyilli bir din olması ve Hristiyanlığın ise tam tersi bir mânâda kendini inşâ etmesi İslâm'ın vasat olan pozisyonunu ortaya koymaktadır. Yahudilikte, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişki bir anlaşmaya dayalı olup seçilmiş olan İsrailoğullarının peşinen kurtulmuşluğuna göre kurgulanmıştır. Hristiyanlıkta ise tam bir içe kapanma söz konusudur: Hristiyanlık, arkaik yapısı bakımından insanı tamamen iç dünyasına yönelterek dünyayı terk eyleyen bir psikolojiye sahiptir. Bunun için Hristiyanlıkta kurtuluşun dıştan ve mucizevî bir güçle geleceğine inanılarak azizlere ve bakire Meryem'e tutkulu bir adanış ve tapınma ibadet olarak içselleştirilmiştir. Bunlardan ötürü tahrif edilmiş Yahudilik insanları nasıl yalnızca dünyaya yönlendirmişse çarpıtılmış Hristiyanlık da kendine münhasır din ve dünya çelişkisinden dolayı inananlarını uzun yıllar sonra dünyevîleşme akımına mahkûm bırakmıştır. Sekülerizmin bâhusûs Hristiyan menşeli olması dünyevîleşme isteğinin gelişmesinde önemli kolaylıklar sağlamıştır. Çünkü Hristiyanlık inancında dinî aktivite ve semboller bir tek kurumsal alan olan kilise üzerinden yürütülmektedir. Bu nedenle kilise örgütlenmesi dışında kalan Hristiyan toplumunun büyük kısmı kutsalın nüfuz alanından uzaklaşarak profanlaşmaktadırlar. Dolayısıyla dünya, kutsalın nüfuz bölgesinin dışında olduğu için Hristiyan toplumunda sekülerleşme daha yoğun bir istekle vuku bulmaktadır. İslâm dininde her iki dinlerde yaşanılan tahrifatlar yoktur. İslâm dini Allah'ın tamamladığı ve kıyamete kadar koruyacağı bir dindir. Ve İslâm dini, fâni dünya ile ebedi dünya arasındaki dengeyi ve sınırı koruyan bir bütünselliğe sahiptir. Bu dünyayı insanların sonsuz mutluluğu için bir geçiş dönemi ve imtihan alanı olarak hâlk eden Allâh, İslâm dinini ilkeler ve değerler bütünü olarak insanlara hediye etmiştir. Dolayısıyla sekülerizm insanı yalnızca fizîkî dünyanın sınırları içine hapsederken, İslâmiyet insanı fizik ve fizik ötesi dünya ile anlamlandırmakradır. Hayatı ve içinde barınan her şeyi fizikî mantıkla tanımlayan sekülerizm bu hâliyle paganizmin çağdaş bir versiyonudur. Sekülerizm her şeyin dünyadan ibaret olduğunu varsayar ve bunun için dünyayı kutsar. Kapitalizmin doğuş şartının ana nedeni olan dünyayı kutsama, seküler doktrinden aldığı güçle insanları dünyevî arzular ve amaçlar için harekete geçirir. Günümüz sosyal bilimcileri tarafından da desteklenen seküler yaşam ve kapitalist düzen, topluma ruh veren dini bu yönüyle maddî medeniyet için tehlikeli görmektedirler. Zirâ, seküler uygarlık için her birey şehvet, hırs ve kapital için birer özne olmak zorundadır. Yaratıcıdan insana lütfedilen her değere harp açıp insanları, kendi felsefî akımı adına Allah ve ahiret inancından bigâne kılarak, dünyayı ilahlaştıran sekülerist ideologlar bu bağlamda dinin, birey ve toplum hayatında referans alınmaması için varlığı sadece aklın sınırları içersinde tanımlamaktadırlar. O yüzden sekülerizm gerçek (literal) mahiyetiyle bir aydınlanma putçuluğudur.
|